02 Mayıs 2011 13:26

Demokratikleşmenin turnusolu ‘Kürt Sorunu’

Şeyh Said İsyanı ve Takrir-i Sükûn Kanunu’ndan bugüne devletin Kürt sorunundaki tutumu, demokratikleşme karşısındaki konumunun en önemli göstergelerinden biri olagelmiştir. Çünkü Takrir-i Sükûn Kanunu ve ardından kurulan istiklal Mahkemeleri sadece Kürt isyanını bastırmakla kalmamış, her türlü toplumsa

Demokratikleşmenin turnusolu ‘Kürt Sorunu’
Paylaş
Yusuf Karataş

Bugün Kürt sorunu, ülkenin demokratikleştirilmesi mücadelesinin en güncel sorunudur. Kürt sorununun çözümünü, Kürtlerin eşitlik talebini görmezden gelen hiçbir düzenlemenin aslında demokratikleşmeye hizmet etmeyeceğini en son 12 Eylül Referandumu’nda da gördük. Kürt sorununun neden ülkenin demokratikleştirilmesi mücadelesinin en güncel ve önemli sorunu olduğunu anlamak için cumhuriyet rejiminin kuruluş mantığına bakmak gerekmektedir. Kurtuluş Savaşı sürecinde hazırlanan protokollerde Anadolu, “Türklerin ve Kürtlerin yurdu” olarak belirtilmiş, yine cumhuriyetin kuruluş sürecinde M. Kemal, “Kürtlere muhtariyet verilmesi”nden söz etmiştir. İşte önceleri iki kurucu unsurdan, iki eşit halktan/ulustan biri olarak görülen Kürtlerin, 1924 anayasasından bugüne yok sayılması ve ülkede yaşayan herkesin “Türk olduğu” vurgusu üzerinden asimilasyoncu politikaların geliştirilmesi, daha baştan cumhuriyet rejimini antidemokratik bir karaktere büründürmüş (elbette cumhuriyet rejiminin antidemokratikliğinin tek göstergesi Kürt sorununa yaklaşımı değildir. Mustafa Suphi’lerin katledilmesinden başlayarak her türlü muhalif yayın ve örgütlenmenin, sendikaların yasaklanması gibi birçok neden sayılabilir) ve bu antidemokratik karakteri nedeniyle cumhuriyet tarihi, adeta bir isyanlar ve kıyımlar tarihi olmuştur.

Demek ki, Kürt sorununun temelinde cumhuriyet rejiminin ulus-devletçi, “Türk’ten başka millet tanımayan” anlayışı yatmaktadır. Bugün ülke gericiliğinin en ırkçı kesimlerinin temsilcisi olan MHP’nin başkanı bile söze “Kürt kardeşlerimiz” diyerek başlıyor. Ama memlekette Türk’ten başka bir millet varsa, yapılması gereken açıktır. O milletin de eşit haklara sahip olması, yani ulus-devletçi politikaların terk edilmesi gerekmektedir. İşte iş oraya gelince sadece MHP değil, AKP ve CHP de “mermerci” olmakta, Kürtlerin kolektif haklarının, ulusal-demokratik istemlerinin karşılanmasının “ülkeyi böleceği” propagandası eşliğinde cumhuriyetin antidemokratik, “tekçi” kuruluş mantığını savunmaktadırlar. Bugünlerde MHP ile yarışa giren Başbakan Erdoğan,  2005’te “Kürt sorunu vardır ve bu ülkenin Başbakanı olarak benim sorunumdur” dediğini unutarak “Ülkede Kürt sorunu olmadığını”, “Kürt vatandaşların sorunları olduğunu” söylemektedir.

2002’de işe “Düşünmezseniz Kürt sorunu yoktur” ile başlayan Erdoğan’ın hepsi de “iki dillilik” (Kürtçenin de Türkçe ile birlikte okutulması ve kamusal alanda kullanılması) ve “demokratik özerklik” (Kürtlerin çoğunlukta olduğu coğrafyada yerel/bölgesel parlamento ve yönetimin oluşturulması) talepleri için ayakta olan milyonlarca Kürt’ün tek tek sorunlarını nasıl çözeceğini merak etmemek mümkün değil doğrusu!

Bugün emperyalizmin iş birlikçisi egemen sınıfların ve bunların çıkar mücadelesi içindeki farklı güç odakları Kürt sorunu karşısında nerede durmaktadır?

Birincisi, Genelkurmay, kısmen değişim sinyalleri verse de özünde politikasında ciddi bir değişiklik olmayan CHP, MHP ve Ergenekon-Balyoz gibi davalardan yargılanan askerler vs. gibi egemen sınıfların gelenekselci-statükocu kesimi, Kürtlere tanınacak her hakkın “bölücülüğe taviz” olduğunu savunmaktadır.

Bunlar, AKP’nin Kürt ulusal hareketini etkisizleştirmek için gündeme getirdiği ve kimi bireysel hakların gündeme getirilmesinin ötesinde bir anlam taşımayan ‘açılım’ politikasını bile sert bir şekilde eleştirmekten geri durmadılar. Bu kesimlerin bugüne kadar egemenlik güç ve ilişkilerinde Kürt sorunu önemli bir yer tutmuştur. Çünkü Kürt sorununda izlenen inkarcı, asimilasyoncu politikalar üzerinden ırkçılık ve şovenizmin kışkırtılması, savaş ve gerilimin tırmandırılması bu kesimlerin egemen sınıflar içinde belirleyici bir güç olmayı sürdürmelerine olanak sağlamıştır.   
İkincisi, AKP ve temsilcisi olduğu emperyalizm ve uluslararası sermayenin ihtiyaçları üzerinden ‘yeniden yapılanma’yı temsil eden sermaye güçleridir-ki, bunlar geleneksel-statükocu güçlerle egemenlik mücadelesi üzerinden “ilerici”, “demokrat” gibi görünmeye çalışmakta ama aslında en az onlar kadar saldırgan ve gerici bir mevzide durmaktadırlar. En son Orta Doğu ve Kuzey Afrika’daki halk ayaklanmalarında da görüldüğü gibi bunlar, emperyalizmin bölge politikalarının taşeronluğunu yapmakta, emperyalizm iş birlikçisi diktatörlere karşı demokrasi ve değişim için mücadele eden hakları yine emperyalist politikalara bağlayacak manevralar peşinde koşmaktadırlar. AKP, geleneksel güçlerden farklı olarak Kürt sermayesi ve feodal kalıntılar, tarikatlar üzerinden Bölge’de bir “Kürt partisi” olarak örgütlenmeye ve Kürt demokratik hareketini bölmeye, etkisizleştirmeye çalışmaktadır. Bu temelde Güney Kürtleri (Talabani ve Barzani) ile ABD ekseni üzerinden geliştirilen ilişki ve ilişkileri de kullanmaya çalışmaktadır. AKP’nin ve temsilcisi olduğu güçlerin çözümü, Kürtlere bireysel-kültürel hakların (Koşullara göre Kürtçenin seçmeli ders olarak okutulmasına kadar esneyebilecek ama kolektif hakları kabul etmeyen bir çerçevede) verilmesi ve yedeklediği yerel sermaye ve gericilik üzerinden asıl olarak Kürt köylü-yoksul hareketi olan ulusal hareketin örgütlü güçlerini dağıtmaktır. Süren KCK davasında tutuklu bulunan yüzlerce Kürt siyasetçi ve yine son dönemdeki “sivil itaatsizlik” eylemlerinde yaşanan saldırı ve tutuklamalar bu politikanın bir sonucudur.

Görüldüğü gibi, egemen sınıfın çıkar mücadelesi içindeki kesimlerinin temsilcilerinin “statükocu”su da, “değişimci”si de sorunun Kürt halkının eşit haklarının tanınması temelinde çözümünün karşısında yer almaktadır. Ve zaten son “Emek, Demokrasi ve Özgürlük Bloku” adaylarının vetosunun kaldırılmasında bir kez daha ortaya çıktığı gibi, Kürtlerin, emek ve demokrasi güçlerinin demokrasi adına bütün kazanımları yine kendi güç ve mücadelesinin bir sonucu olarak ortaya çıkmıştır. Dolayısıyla bugün ülke egemenlerinin gerici kampları karşısında işçi sınıfı ve emekçilerin, Kürtlerin, Alevilerin, kadın ve gençlerin, aydınların demokrasi, eşitlik ve insanca yaşam için birleşik bir mücadele cephesi biçiminde bir araya gelmesinden başkaca çıkar bir yol bulunmamaktadır. İşte Haziran 2011 Genel Seçimleri öncesinde Kürt halkının, emek ve demokrasi güçlerinin bir araya gelmesiyle kurulan “Emek, Demokrasi ve Özgürlük Bloku”  böylesi bir ihtiyacın sonucu olarak ortaya çıkmıştır. Ve bu ‘blok’ bir ‘seçim bloku’ olmanın ötesine geçebildiği, Kürt sorununun eşit haklar temelinde demokratik çözümü, başta Aleviler olmak üzere bütün inançların eşitliğini esas alan gerçek bir laiklik, sermayenin saldırıları karşısında emekçilerin örgütlenme, iş güvencesi ve insanca yaşam taleplerinin karşılanması için mücadeleyi seçim sonrasında büyüterek sürdürebildiği oranda kendi rolünü oynamış olacaktır. Bugün ülkede yeni bir anayasa tartışması yapılıyor ve bu tartışmanın seçimlerden sonra artarak süreceği açıktır. Dolayısıyla bu anayasanın kimin, hangi sınıfın ve toplumsal kesimlerin çıkarlarına ne kadar hizmet edeceği sorusunun cevabını verecek olan da gene bu sürece emek, demokrasi ve barış güçlerinin ne kadar güçlü ve örgütlü katılabileceği olacaktır. Yoksa egemen sınıfın ve her türden temsilcilerinin nasıl bir anayasa istediği bilinmez değildir. Çeşitli zayıflıklar taşısa da oluşturulan blok, Kürtlerin, işçi ve emekçilerin, bütün ezilen halk kesimlerinin egemen sınıf karşısında gerçekten demokratik bir ülke kurma mücadelesinin olanağı durumundadır. Ve bu olanağı büyütmek, emekten, demokrasiden, barıştan yana bütün halk güçlerinin önünde bir görev olarak durmaktadır.

Kurtuluş savaşı sürecinde, emperyalist işgale ve iş birlikçilerine karşı mücadeleyi birleştirmek için kurulan Anadolu ve Rumeli Müdafaa-ı Hukuk Cemiyeti, başta Türk ve Kürt halkları olmak üzere ezilen, baskı altındaki bütün halk güçlerini “müşterekül menfaa”(ortak çıkar) için mücadeleye çağırmış ve bu mücadele başarıya ulaşmıştı. Ama cumhuriyet rejimi, ezilen halkları, emekçileri, köylülüğü burjuvazinin çıkarlarına kurban eden gerici-ırkçı bir politika izlemiş ve bugün konuştuğumuz Kürt sorunu ve demokratikleşmenin de içinde yer aldığı halkın, emekçilerin yaşadığı birçok sorunun temelini atmıştı. Bugün ülkenin demokratikleşmesi ve Kürt sorununun çözümü için ortak çıkara sahip bütün halk güçlerinin yeniden güçlerini birleştirerek mücadeleyi yükseltme günüdür. Ve artık gelinen yerde Kürt halkı da, işçi ve emekçiler de bu mücadelede gericiliğin yedeğine düşmeyecek mücadele birikimi ve örgütlülüğe sahip bulunmaktadır.

ÖNCEKİ HABER

Yolsuzluk mu yoksa seçim operasyonu mu?

SONRAKİ HABER

Hey Tekstil kaynıyor

Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa
Evrensel Ege Sayfaları
EVRENSEL EGE

Ege'den daha fazla haber, röportaj, mektup, analiz ve köşe yazısı...