02 Mayıs 2011 12:26

İki baba tek oğul

Genç yönetmen Atilla Cengiz’in senaryosunu ve yönetmenliğini üstlendiği Oğul filmi Eylül ayında izleyici ile buluşacak. Oğul, baba-oğul ilişkisi üzerinden Kürt sorununu ve ötekileştirmeyi ele alıyor.18 yaşındaki Soner, Tunceli’de mevsimlik fındık işçiliği yapan sevdiğini görmek için Giresun- Bulancak&

İki baba tek oğul
Paylaş
Şerif Karataş

18 yaşındaki Soner, Tunceli’de mevsimlik fındık işçiliği yapan sevdiğini görmek için Giresun- Bulancak’tan yola çıkar. İlk kez kasabanın dışına çıkan Soner’in, kuş uçmaz kervan geçmez dağlar arasından ilerleyen otobüsü bir geçici karakolda durdurulur. Sorgulanmak üzere karakola alınan delikanlı, Tunceli’ye gitmeyip memleketine geri dönmesi öğütlenerek bir yol kavşağında bırakılır. Soner, söylenenleri dinlemez ve işçi taşıyan bir kamyonetle yoluna devam eder. Kamyonet kaza yapınca, dağa çıkmış bir gencin babası olan Musa’yla yolları kesişir. Askerlere “oğlum fındık işçilerinin arasında “diyen Musa Baba, Bukancaklı Soner’i sahiplenir. Giresunlu ve Tuncelili iki babayı oğullarının mezarı başında buluşturan Oğul’da, Kürtçe’nin Zazaca lehçesi kullanıyor. Filmin müziklerinde Metin- Kemal Kahraman kardeşlerin imzası var. Oğul, Genç Yönetmen Atilla Cengiz’in ilk filmi. Birçok televizyon dizisinde asistanlık ve yönetmenlik yapan Cengiz, yazın çekimlerini yapmayı düşündüğü Mavi Kazak isimli sinema filmi üzerine de çalışmalarını sürdürüyor.

İki farklı coğrafyadan iki babanın birbirinin oğulları için ağlamalarının izleyiciyi sarsacağını düşünen Cengiz,  filmiyle Bölge’de yaşanan gerçekliğe ışık tutmaya çalıştığını söylüyor.

Öncelikle Oğul filmini çekme sürecinden bahseder misiniz?
Bu filmi çekmeden önce aklımda birçok hikaye vardı. Ancak ülkenin içinde bulunduğu durum ve ihtiyaç duyduğu barış olgusu, kişisel her türlü fikir ve projenin üstüne çıktı. O yüzden ben de, mesleki olarak durduğum noktada ahlaki ve vicdani açıdan gerekli bulduğum tutumu sergilemek niyetiyle böyle bir hikaye oluşturmaya karar verdim.
Bir kez yazdıktan sonra bu hikayeyi senaryolaştırmak çok kolay oldu. Ki bu benim açımdan üzücü bir şeydi. Çünkü bu topraklarda yaşanan, insan aklının alamayacağı ölçüde dehşet içeren olaylar karşısında benim iç acıtan hikayem oldukça masum, hatta “masalsı” kalıyordu… Tüm bu çalışma ve hazırlıklardan sonra çekim sürecine geçildi. Doğuda yaptığımız araştırmalardan sonra, tasarladığım köye coğrafi açıdan en uygun yerin Tunceli’nin Sinan Köyü olduğuna karar verdik ve çekimlerimizi orada gerçekleştirdik. Aynı zamanda Giresun’un Bulancak ilçesinin yalnızlığı kafamdaki kasaba imgesiyle örtüşüyordu. Oradan başladım.

‘İZLEYİCİ DEHŞETE DÜŞERSE AMACIMA ULAŞACAĞIM’

Güncelliğini koruyan Kürt sorununu babaların dünyası üzerinden ele alıyorsunuz. Sanırım şimdiye kadar Kürt sorunuyla ilgili yapılan filmlerde bu yönüyle de bir ilk. Bunu tercih etmenizin nedeni nedir?
Baba-oğul ilişkisi, çoğunlukla biraz zor, yorgun ve tıkanmış bir ilişkidir. Söylenmesi gereken sözlerin çok geç söylenebildiği ve karşılığını genellikle travmalarla bulan bir ilişki... Babaların ağlamasına pek azımız şahit olmuşuzdur ve bir babanın ağlaması çocukta tam anlamıyla dehşet yaratan bir şeydir. İki farklı coğrafyadan iki farklı babanın aynı sorun temelinde ağlamaları umarım izleyicide de aynı dehşeti yaratır ve film de amacına ulaşır.

Filmin öyküsü Bulancak’ta başlayıp, Tunceli’de bitiyor. İki farklı yerde geçen filminizde her iki yöreye dair kültürlerin izlerini de görüyoruz…
Evet, farklı kültürler ancak içine girildiğinde her iki bölge insanının da ülke gerçeklerine nasıl siyasetler üstü ve insani açıdan yaklaşabildiklerini gördüm. Ki bu çok umut vericiydi.

Filminizde Tunceli’ye dair toplumda oluşturulan ötekileştirme politikalarının yansımalarını görüyoruz. Buna dair neler diyeceksiniz?
Ötekileştirme elbette sadece bir bölge ya da şehre ait bir şey değildir. Cinsel ayrımcılıktan etnisiteye, dinsel tercihlerden günlük hayattaki kişisel tercihlere kadar her şeyi kapsar. Evet, ülkenin kuruluşundan beri Tunceli’de yapılmış olan ötekileştirme, yok etme, hiçe sayma, görmezden gelmenin etkileri hâlâ devam ediyor. Gözle görülebilir bir yumuşama varsa bile, o bölgede başka bir kanal üzerinden hâlâ toplumu kendi köklerinden uzaklaştırmaya yönelik bir eğilimin olduğunu hissetmek çok mümkün…

‘DAHA CESUR DAVRANABİLİRİZ’

Son dönemlerde ülkenin sorunlarıyla ilgili çekilen filmlerin sayısında oldukça bir artış var. Bu konuya dair neler diyeceksiniz?
Az bile buluyorum. Bu acılar ve kirlenmişlik bu topraklar üzerinde yaşayan herkesin daha fazla yüzleşebildiği bir şey olmalıdır. Bizde siyasi ve kültürel sınırlar hep, “göz önünde olanın” konuşulmasını ya da bunun hem doğru hem de vicdani bir mesafeden anlatılabilmesini engelledi. Artık en azından, bu engelleri aşma yönünde daha cesurca davranabileceğimizi düşünüyorum.

Filminizin çekimleri sırasında karşılaştığınız zorluklar oldu mu?
Evet, oldu. Ancak bütün bunlardan bahsetmek bir ezberin tekrarından ibaret olacaktır. Film izleyicisiyle buluşmuşsa bunlar aşılmış demektir. O yüzden söz etmeyi gerekli bulmuyorum.
 “Oğul”, çok içtenlikle anlattığım bir hikaye oldu. Ama umarım hayat bu topraklarda beni bir daha böyle hikayeler anlatmak zorunda bırakmaz. (İstanbulEVRENSEL)

ÖNCEKİ HABER

1 saatte çıktı 34 yıldır hafızalarda

SONRAKİ HABER

Taraf Gazetesi spor servisi 'Artık yeter' dedi

Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa
Evrensel Ege Sayfaları
EVRENSEL EGE

Ege'den daha fazla haber, röportaj, mektup, analiz ve köşe yazısı...