31 Mart 2013 05:58

Bedenin ve mekanın mahkumiyetinde mevsimlik işçiliğin kadın halleri

Yrd. Doç. Dr. İclal Ayşe Küçükkırca*

Diyarbakır’dan Karadeniz’e giden Kürt fındık işçileri için birkaç lokma ekmekle başlayan gün, dayıbaşı eşliğinde yirmi beş kişiyle beraber traktörle gidilen fındık bahçelerinde iş gününe dönüşmekte. İlk paydos olan öğlen arası kırk beş dakika sürüyor. Burada daha çok bulgur, ekmek, soğan, turşu yenilmekte. Öğlen 3.30’a kadar çalışıldıktan sonra 15 dakikalık ikinci ara verilip ve bu son aradan sonra akşam 7’ye kadar çalışılıyor. Akşam saat 7’de dayıbaşı traktörle işçileri almaya geliyor. Buraya kadar işgünü kadınlar ve erkekler için aynı.

Akşam saat 7’den sonra ise yaşam kadınlara ve erkeklere farklı davranmaya başlıyor. Erkekler çadırlardan havlularını alıp nehre yıkanmaya gittikten sonra, memleketten getirdikleri tütünlerini sarmaya koyuluyorlar. Genç erkekler kulaklıklarını takıp çadırların etrafında müzik dinleyerek dinlenirken veya sohbet ederlerken, kadınlar akşam yemeğini yapıyorlar. Kadınların nehre yaklaşması, etrafta yürüyüş yapmak uygun görülmeyen davranışlardan bazıları. Bunların yanında kadınların köye gitmeleri, çadır alanı etrafında yürümeleri de yasak. Tıpkı geldikleri şehirlerde “namuslu” kadınların evde kalması gerektiği gibi, fındığa gidilen yerlerde de “namuslu” kadının kamp alanından çıkmaması ve kamp alanı içinde de özellikle erkeklerle sosyalleşmemesi uygun davranış kalıpları içinde görülüyor. Tüm yaşamlarında olduğu gibi, bu göç sırasında da “namus” kadınların bedenlerinin denetiminde etkili bir araç olarak değişik şekillerde kullanılıyor. Bunlar dışında akşam yemeği hazırlamak ve çamaşır yıkamak kadınların çok sık yapması gereken işlerden. Kadınlar bulaşık ve çamaşırları bitirip çay servisi yapmalarından sonra, gece saat 10 civarında işlerini bitiriyorlar. Ertesi gün dayıbaşının gelmesiyle gün saat 6.30’da başlıyor. Yani sadece cinsiyet farkı kadınlara ekstra üç ile dört saat arasında fazladan emeğe mal oluyor.

BEDENİN KONTROLÜ EMEĞİN GÖRÜNMEZLİĞİ

Mevsimlik işçi kadınların yaşamındaki çelişkileri güçlendiren bir ilişki de kadınların emeğinin beden denetim mekanizmalarıyla görünmez hale getirilmesi. ”Namus”, “iffet” gibi beden denetiminde sık kullanılan araçlar, bir yandan kadınların yaşamlarını bedenleri üzerinden kontrol altına alırken, diğer yandan ise kadın emeğinin gizlenmesini kolaylaştırıyorlar. Örneğin, kadınlar “namuslu” olabilmek için kamp yerinden çıkmayıp, kamptaki erkeklerle sosyalleşmedikleri veya erkekler kadar sık yıkanmadıkları gibi “namuslu”, “düzgün”, “iffetli” bir kadına yaraşır bir şekilde onlara biçilen çamaşır, bulaşık, çocuk bakımı gibi işleri yapmaktalar. Bu yüzden yeniden üretim altında kategorize edilen ücretsiz, görünmez emek, beden denetiminden soyutlanarak tam olarak anlamlandırılamaz. Mevsimlik göçte de görüldüğü gibi üretim ve yeniden üretim kavramlarının sınırı oldukça muğlaktır. Ataerkil ilişkilerin derinlikli bir analizi için tüm psikolojik, kültürel, siyasal süreçlerin dikkate alınması gerekmektedir.

Ferguson ve Folbre’nin annelik konumu ve ataerkil sistemin devamı üzerine iddia ettikleri ilişkisellik mevsimlik kadın işçilerin yaşamlarına dair ipuçları taşımaktadır.

BU BÖLÜMÜ BU İLİŞKİSELLİĞİ TARİF EDECEK BİR CÜMLEYLE ANLATARAK BAĞLASAK VE ÖYLE DEVAM ETSEK?

Anne olan mevsimlik işçiler, bekâr kadınlara göre daha güçlü bir konumdalar. Hem grup içinden, hem de grup dışından daha fazla insanla sosyalleşebilmekte ve çadır alanının içinde ve dışında daha rahat hareket edebilmekteler. Çünkü anneler, babalar ve eşler aracılığıyla diğer kadınlar üzerinde (genellikle kızları üzerinde) ataerkil sistemin taşıyıcısı konumundadır. Kız çocuklarının birebir denetimi çoğunlukla erkekler değil, erkekler aracılığıyla anneler tarafından yapılır. Özellikle genç kızlar zaman zaman bu tür beden denetim mekanizmalarına karşı direniş göstermekteler. Gizlice yürüyüşe çıkan kızlar, çadır alanından ya da dışarıdan edindikleri arkadaşlarıyla sosyalleşebilmekte ya da çarşıdan kendileri için alışveriş yapabilmekteler.

Herhangi bir sosyal norma uymayan genç kızlar ilk önce anneleri tarafından cezalandırılıyorlar. Bu cezalar küçük uyarılar olabildiği gibi kadınlar üzerindeki tecrit mekanizmalarının güçlendirilmesi şekline de dönüşebiliyor. Uygun görülmeyen birine aşık olmak gibi daha “ciddi bir suç” işleyen kadınların bir sonraki yıl çalışmaya gelmesi engelleniyor. Diğer yandan annelerin kadınlar içindeki bu ayrıcalıklı konumu onların erke karşı sorumlu olmadıklarını ya da kendi bedenlerinin de denetim altında olmadığını göstermiyor. Tıpkı beden denetim araçlarının emeğin görünmezleşmesini kolaylaştırdıkları gibi, anneliğin de belli emek türlerinin kadınlara atfedilmesini kolaylaştıran ve bu emek türlerinin gizlenmesine neden olan toplumsal bir işlevi de var. Anneler bir yandan kendilerinin ve kızlarının iffetli birer kadın olarak yaşadıklarını temin ederlerken, diğer yandan ise anne olduklarından dolayı, çocuk bakımı ve taşıma ve ev işlerini yapan insanlar olmak zorunda kalıyorlar.


2008 yılında Karadeniz’e gelen işçilerin Melen Çayı’nın yanında bulunan eski kamp yerlerinde kalmaları yasaklanmıştı. Bunun üzerine bazı işçiler hiç para kazanmadan evlerine geri dönmek zorunda kalırken, bazıları ise kendilerine yeni ayrılan kamp yerine gittiler; fakat su kenarından uzakta olmak zaten zor olan yaşam koşullarını daha da kötü etkiledi. Kamp yerinin tek girişi bulunmakta ve burada 24 saat jandarma nöbet tutmakta ve yeni işçi girişine izin vermemekteydi. Kamptaki işçilerin kimlik kayıtları yapılmıştı; ziyaret için içeriye giren herkesin kimlik kontrolünden geçirilmesi zorunluluydu. Bu sadece Ordu’ya özgü bir uygulama değil. Potansiyel “terörist” olmaları gerekçesiyle Karadeniz’e gelen tüm Kürt işçiler kayıt edilmekteler. Ayrıca Ordu bölgesindeki işçilerin bu kamp yerini terk etmeleri valilik tarafından sık sık ifade edilmekteydi. Mevsimlik işçilerin bu kamp alanını terk etmelerinin nedeni olarak ise kene sorunu ileri sürülmekteydi.

2008-2009 yıllarında ima şeklinde dışa vurulan Kürt işçilerin “terörist” olma potansiyelleri 2010 yılında açıkça ifade edildi. Göç alan kentlerin emniyet müdürleri ile valileri güvenlik konulu bir toplantıda Kürt mevsimlik tarım işçilerinin PKK’ye yardım edebilecekleri gerekçesiyle Karadeniz bölgesine alınmamalarına karar verdi. İki yıl önce işçiler şehrin dışındaki kamp yerine atıldıklarında, valiliğin gerekçesi, işçiler için eski kamp yerinin güvensiz olduğuydu. 2010 yılında ise açıkça Kürt işçilerin “teröristlere” yardım edeceklerinden dolayı istenmedikleri, diğer bir deyişle güvenliği bizzat tehdit ettikleri söyleniyordu. 2011’de Sakarya tren istasyonuna gelen işçilerden birçoğu indikleri yerde polis tarafından çevrilip kimlik kontrolünden geçirildi. Üretici bulmadan gelmiş olanlar şehre alınmadan geri gönderildi.

Kürtlerin tehlikeli olduğunu iddia ederek onları izole etmek ve Karadenizli halkla ilişkilerini kesme yöntemi bir yandan onların sosyal ilişkilerinin denetimini sağlarken, diğer yandan ekonomik sömürüyü keskinleştiren etkenlerden biri olma özelliği yansıtmaktadır.

ÇALIŞMASI LÜTFEDİLMİŞ KÖLELER

Tehlikeli ve potansiyel suçlu/terörist olarak görülen Kürt işçiler, karşılıklı olması gereken anlaşmada pazarlık güçlerini kaybetmekte ve fındık toplamaya sadece bir işçi gibi değil, sanki çalışması ona lütfedilmiş bir köle gibi başlamaktalar. Bir alana toplanmış ve o coğrafyadaki diğer işçi ve köylülerden izole edilmiş olan Kürt işçiler zaten yabancısı oldukları Karadeniz’de kendilerine yöneltilen haksızlıklara karşı onlara destek olacak hiçbir kurum/örgüte ulaşamamaktalar. Bu alanlarda bir üretici bekliyor olmak, hem ekonomik sömürüyü arttırmakta hem de zamanın ve mekânın denetiminin en katılaşmış hallerinden biri şeklinde karşımıza çıkmaktadır.

Mekansal kontrol kadın işçiler için erkekler için olduğundan daha keskindir. Kadın işçilerin çadır alanından çıkmaları, erkeklerin yıkandıkları dereye yaklaşmaları, yerli halkla sosyalleşmeleri ve hatta yürüyüş yapmaları sadece Karadenizli halk tarafından değil ama Kürt erkek işçiler tarafından da denetlenmektedir.

BUNUN SONUÇLARINI KADINLAR NASIL ANLATIYOR, NELER YAŞIYORLAR?

Devlet ve ana akım medya tarafından terör söyleminin üretilmesi ve yaygınlaştırılması, Kürt terörist topluluğu olarak görülmesine neden olmuştur. Kürt işçiler terörist olarak görülüp, Karadeniz’de mülteci/esir kamplarını andıran alanlarda tecrit edilmiş ve eğitim, sağlık gibi insan haklarıyla birlikte vatandaşlık hakları da ellerinden alınmıştır. Sözleri ellerinden alınan, haksızlaştırılan Kürtler, sembolik olarak “evsizleştirildi”. 1990’larda gerçek anlamda evleri ellerinden alınan Kürtler, yaşamlarını devam ettirebilmek için her yıl göç yoluna döküldü ve tecrit edilerek bir kez daha evsizleştirildi. Kürtçe’de evle ilgili bu kadar çok deyiş olması bu nedenle çok da şaşırtıcı değil.


RAKAMLARIN GÖSTERDİĞİ GERÇEK: KADIN İŞÇİLER KÖLE GİBİ

“Türkiye’de Gezici ve Geçici Kadın Tarım İşçilerinin Çalışma Koşulları ve Sorunları” başlıklı çalışmada Devlet ve ana akım medya tarafından terör söyleminin üretilmesi ve yaygınlaştırılması, Kürt terörist topluluğu olarak görülmesine neden olmuştur. Kürt işçiler terörist olarak görülüp, Karadeniz’de mülteci/esir kamplarını andıran alanlarda tecrit edilmiş ve eğitim, sağlık gibi insan haklarıyla birlikte vatandaşlık hakları da ellerinden alınmıştır. Sözleri ellerinden alınan, haksızlaştırılan Kürtler, sembolik olarak “evsizleştirildi”. 1990’larda gerçek anlamda evleri ellerinden alınan Kürtler, yaşamlarını devam ettirebilmek için her yıl göç yoluna döküldü ve tecrit edilerek bir kez daha evsizleştirildi. Kürtçe’de evle ilgili bu kadar çok deyiş olması bu nedenle çok da şaşırtıcı değil. Devlet ve ana akım medya tarafından terör söyleminin üretilmesi ve yaygınlaştırılması, Kürt terörist topluluğu olarak görülmesine neden olmuştur. Kürt işçiler terörist olarak görülüp, Karadeniz’de mülteci/esir kamplarını andıran alanlarda tecrit edilmiş ve eğitim, sağlık gibi insan haklarıyla birlikte vatandaşlık hakları da ellerinden alınmıştır. Sözleri ellerinden alınan, haksızlaştırılan Kürtler, sembolik olarak “evsizleştirildi”. 1990’larda gerçek anlamda evleri ellerinden alınan Kürtler, yaşamlarını devam ettirebilmek için her yıl göç yoluna döküldü ve tecrit edilerek bir kez daha evsizleştirildi. Kürtçe’de evle ilgili bu kadar çok deyiş olması bu nedenle çok da şaşırtıcı değil.

*Mardin Artuklu Üniversitesi Öğretim Üyesi