29 Mart 2013 13:16

Dünyanın iki yakası

İki kıtayı birleştiren İstanbul’da vapur yolculuklarında birbirinden farklı manzaralar çarpar insanın gözüne. Bir yanda büyük kuleler, sahil kenarında yalılar diğer yanda bunların arkasına gizlenmiş küçük gecekondu mahalleleri. Tıpkı insanlar gibi...Nasıl ki plazalar ile gecekondu mahalleleri arasında büyük fark

Dünyanın iki yakası
Paylaş
Metin Akarsu

Nasıl ki plazalar ile gecekondu mahalleleri arasında büyük fark varsa insanların yaşamları arasında da büyük bir fark mevcut.
İki kıtayı birleştiren İstanbul’da vapur yolculuklarında birbirinden farklı manzaralar çarpar insanın gözüne. Bir yanda gökdelenler, yalılar diğer yanda ise bunların arkasına gizlenmiş gecekondu mahalleleri. Tıpkı içinde yaşayan insanlar gibi. Plazalar ile gecekondu mahalleleri arasındaki muazzam fark; bir bakıma insanların yaşamındaki devasa eşitsizliklerin kentsel yansımaları.  

Dünyaca ünlü ekonomi dergisi Forbes İstanbul ve Türkiye ile ilgili iki önemli liste yayınladı. Biri dünyada en çok milyarder barındıran şehirlerin listesi. İstanbul, bu listeye toplam 65.4 milyar dolar servetle ilk 10 şehir arasından girdi. Diğeri ise Forbes’in her sene açıkladığı “En Zengin 100 Türk” listesiydi. Listenin bu seneki birincisi Doğuş Grubu Yönetim Kurulu Başkanı Ferit Şahenk oldu. Şahenk şahsında önümüze konulan yaşam tarzı ise, tam karşıtını yani yoksulluğun boyutlarını bir kez daha ortaya koyuyor. İşte bu çarpıcı tablonun milyonlarca öznesinden birisi ayakkabı işçisi Özkan Sevinç ile konuşuyoruz...

Zor zanaattır saya işçiliği. 31 yaşındaki Özkan, 12 saat olduğu yerden kalkamadan ayakkabı döver. Özkan, “şimdiki aklım olsa babamın sözünü dinler ve okurdum” diyor. Ama Özkan’ın İşadamı Ferit Şahenk gibi İsviçre’de lise eğitimi, Amerika’da üniversite eğitimi alma şansı olmamış. Aksaray’da yaşayan 5 çocuklu bir ailenin üç erkek çocuğundan birisi olan Özkan 15 yaşında liseyi bırakıp çalışmak zorunda kalmış. Ve İstanbul’a göçmüş... Özkan’ın ailesi de kendisi gibi emekçi. Babası İstanbul’da saya işçisi olan amca oğullarına “alın bunu da götürün. Meslek öğrensin” diye veriyor Özkan’ı. Babası inşaat işçisi... Ancak hâlâ bir benzinlikte emeklilik için prim gün sayısı doldurmaya çalışıyor.

KANAT BİZE LÜKS

Özkan’ın çalıştığı Merter onlarca, belki de yüzlerce küçük ayakkabı atölyesini barındıran havzalardan biri. Küçücük ve çoğu zaman havasız atölyelerde çalışır işçiler. Ne kadar ayakkabı o kadar çok para... Bu nedenle Özkan ile görüştüğümüzde saatlerde, yani 20.30’da bile atölyede yoğun bir tempo var. Herkes elindeki son çift ayakkabıyı bitirmeye ve günlük kazancına 6 lira daha eklemeye çalışıyor.

Size İşadamı Ferit Şahenk’in saniyede kazandığı 25, dakika 2 bin 500, saatte 90 bin dolarla kıyaslandığında küçük bir para gibi gelebilir... Ama o küçük para işçi Özkanlar için çok değerli: “Çalışırken elektrik kesilse bize vuruyor. Sayada sorun oldu, gecikti, bize vuruyor. Bizde dönem değişikliğinde 3 ay çalışmadığı oluyor işçilerin. Sezon değişikliği olduğunda kara kara düşünüyorsun. Yemek yok, çay yok, yol parası yok. En kısa mesafe her gün 4-5 lira harcıyorsun. Yemek için adam gibi bir şey yesen 7-8 lira. En fazla kebapçıdan kanat istiyorsun 5 liraya; o da bize lüks oluyor. Para biriktirmek isteyen ya evden yemek getiriyor ya da ekmek kaşar yaptırıyor 2-3 liraya.”

Özkan ve diğer işçiler bu küçük hesapları yapmak zorunda. Çünkü Merter ve çevresindeki saya işçileri en iyi ihtimalle bin 400 lira para alıyorlar. Onu da pek görebilen yok. Özkan saya işçisi olarak kalmaya karar verişini de şöyle anlatıyor: “İlk haftalığımı aldığımda sene 1997 idi. O zamanın parası ile 8 milyon para aldım. O zaman iyi para aldım diye düşünüyordum. Zaten para kazanmak için gelmişsin, ‘oğlum dedim kal’, öyle kaldık işte.” Özkan o gün bugündür günde 12 saat, yemek ve yol parası olmadan, 15 yıl boyunca da bir gün bile sigortası olmadan çalışır durumda.


BİR ÇİKOLATA ALMAK

Ferit Şahenk’in çocukları özel okula gidiyor. Şahenk gibileri milyarlarca dolarlık şirketlerini çocuklarına bırakma düşüncesindeler. Özkan ise çocuklarına her gün 1 lira verip çikolata bile alamamaktan şikâyetçi. Eee, çocuk dediğin oynamak, eğlenmek ister. Hakkıdır... Ancak Özkan’ın çocuklarının, o hakkının da bir sınırı var: “Mesela çocuklar bir alışveriş merkezine gidiyor. Orada oyun yerleri var. İki tane çocuk, bir oyuna binmesi 5 lira. İki dakika ya sürüyor ya sürmüyor. Bir kere binse olmaz, iki kere binse çocuklar zevk almıyor. Bir seferde benim masrafım 20 lira. Kredi kartına yüklüyorsun 20 lira, ‘çocuklar eğlensin’ diyorsun. Ha çocuklar onu her hafta istiyor mu? İstiyor. Ama her hafta başka bir neden çıkartıyorsun. Oğlum hava soğuk, başka bir yere gideceğiz. Mecbur çıkartıyorsun o bahaneleri başka türlü olmaz.” Çocuğunun okula başladıktan sonra artan masrafları da belini büküyor ama oradan kısmaya niyeti yok: “Bir çocuğum okuyor. Şu ana kadar 500 lira para verdim. Hoca oyun düzenliyor mesela. Kostüm kiralanacak, ayakkabı kiralanacak. Eee, hiçbir baba istemez orda çocuğunun ezilmesini. Mecbur veriyorum. Veririm de çocuğu ezilmiş göstermem.”


HAYATIMDA HİÇ SİNEMAYA GİTMEDİM

Arabalar, film izlemek, fotoğraf makinesi koleksiyonu yapacak kadar fotoğraf tutkunu olmak, dolma kalem ve saat koleksiyonu yapmak, su kayağı, haftanın 5 günü spor, tuttuğu takım Fenerbahçe’nin maçlarını hafta sonları kendi özel locasından izlemek. Ferit Şahenk’in sosyal hayatından yansıyanlar ve hobileri bunlar. Ferit Şahenk gibi zenginlerin sosyal hayatları aynı mı bilinmez ama işçi Özkan kendisinin ve diğer işçilerin sosyal hayatının aynı olduğunu söylüyor. “Pazar günü bir tek 5-6 saatim var. Onu da çocuklara, hanıma ayırıyorum. İşçinin yine sosyal hayatı yok. Vakit ayırmasan bu sefer evde sorun çıkıyor. İnsan tek başına işçi ise lüksün var. Eskiden biz de maçlara gidiyorduk, geziyorduk ama evlenince her şeyin aile oluyor. Bütün işçilerde öyledir diye düşünüyorum. Artık aynı parayla 4 kişi geçiniyoruz.” Özkan hayatında hiç sinemaya ya da tiyatroya gitmediğini de söylüyor.  


FIRSAT FARKI

Ferit Şahenk bir röportajında “Hayatta yapmak istediklerinizi rahatlıkla yapabiliyorsunuz. New York’ta üniversite sonrası çalışırken General Electric’in önünden geçer, ‘Keşke onları tanısam’ derdim. Belli bir noktaya geldiğinizde bu fırsatlar çıkabiliyor” diyor. Özkan’ın hayalinde fırsat ise; ayakkabının çiftine 8 lira veren, yemek ve çay veren, sigorta yapan bir işyeri. O olmazsa? “Bazen insanın nevri dönecek, içine atacak, kanser olacak. Ya da intihar edecek” diyor. Özkan’ın aklına işçilerin bir araya gelerek haklarını alacakları ihtimali gelmiyor ilk başta. Biz hatırlatınca; “İşçiler kendi siyasetini birlik beraberlik olmadan yapmıyor. Burada işçiler birlik olsalar, 8 liradan aşağı ayakkabı yapmayacağız deseler patron o parayı vermek zorunda. Başka şansı yok” diyor.


15 YILDIR KAZANAN GÖRMEDİM

Özkan ile sohbet etmeye gittiğimizde atölyede eller sürekli çalışıyor. Fakat sadece çalışmak olmaz, çalışırken vakit geçsin diye konuşmak da lazım. Bizim gittiğimiz sırada ortada iddia sohbeti var. Herkes birbirine kuponları tuttu mu ya da hangi maçlara oynadı diye soruyor. Özkan daha sonra “bizim işçiler arasında şans oyunu oynamayan yoktur” diye açıklıyor durumu. “Peki hiç kazanan oldu mu?​” diye soruyoruz, “valla ben 15 yıldır hiç kazanan görmedim. Biz işçiler zaten kendi aramızda devlet bunu da kendi cebine indiriyor diye düşünüyoruz. Yani 15 yılda hiç mi kazanan çıkmaz” oluyor cevabı. Bu düşüncelere rağmen neden oynandığını soruyoruz, onu da “Niye, çünkü bu bir hayal. Bu çalışmayla alınacak şeyler güç olduğu için mecburen tutunacaksın bir şeye, biz de ona tutunuyoruz işte. Birçok işçi oradan bir para vurursa kendi işyerimi açarım diye düşünüyor” diyerek açıklıyor.


BAŞINI SOKABİLECEK BİR EV

İşçinin kendi evi olması meselesi daha doğrusu hayali Özkan için önemli. O yüzden biraz üzerine gidiyoruz bu hayalin:
- Yani bir işçinin hayali en fazla başını sokacağı bir ev öyle mi?
- Ev demek 500 lira demek. Sana kalıyor. O para rahatlatır adamın elini...
- İmkansız mı peki bu hayal?
- Valla imkânsız değil de imkânsız gibi. Mesleğe güven yok çünkü. İki ay çalışıyorsun sonra aynı işi yapabilecek misin garantisi yok. Köklü bir firmada çalışmıyorsun.
- Peki güvenceli bir işyerinde, köklü bir firmada çalışsan o zaman?
- O zaman nasıl olur? 10-15 bin lira birikimin varsa, bir de 20 yıllık bir ev alırsın, kredi çekersin 130–140 bine varır. 20 yılda ayda 500 lira kira öder gibi ödersin. Ev sahibine vermek yerine 500 lira ödersin.
- Yani aslında yine sen değil çocukların ev sahibi olmuş oluyor. Sen yine kiracısın?
- (Gülüyor) Kalan yine geriye kalıyor.
Sonra sohbet ilerledikçe, Özkan’ın karton piyerden yapılma iki odalı bir evde kaldığını öğreniyoruz. Çocuklar evde üşümesin diye doğalgaz sobalı odada yatarken Özkan ve eşi tahta camların olduğu odada kalıyor geceleri.


KREDİ KARTI DOSTUM OLMUŞ BENİM

Özkan her gün yol ve yemek parası dışında 500 lira kira parası ve 180 lira fatura ödüyor. Doğal olarak da elde bir şey kalmıyor. “Ekstra bir durum olsa ne yaparsın” sorusunun cevabı ise kredi kartı. “En güvendiğim şey cebimdeki kredi kartı. Başka türlü yapamam. Başka birinden para istemek bir erkek için zor bir şey. O yüzden borçları aksatmamaya çalışıyorum o benim için bir dost” diyor Özkan. (İstanbul/EVRENSEL)

ÖNCEKİ HABER

Öcalan'dan Kızıldere mesajı

SONRAKİ HABER

Rejim bize 50 yıl açlık siyaseti uyguladı

Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa