30 Nisan 2024 14:49

Berfin TÜRKMEN

Yarın 1 Mayıs. Sermayenin karşısında emekçi sınıf olarak bir olduğumuzu gösterme günü yaklaşıyor. Yaşamı onlara teslim etmeyeceğimizi haykırma, taleplerimiz için yan yana yürüme günü yaklaşıyor. Fabrika işçileri, MESEM’li öğrenciler, üniversiteli gençler, büyüklerinin elini tutan çocuklar 1 Mayıs’ta alanlarda olacak. Peki tiyatrocular, sanat emekçileri de yanlarında yürüyecek mi?

Tiyatro yapmanın koşulları sanatın her alanında olduğu gibi Türkiye’de her zaman zordu. Ancak son yıllarda her geçen gün daha da zorlaşmaya devam ediyor. KHK ile boşalan konservatuvarlar, pandemide kapanan sahneler, devlet desteği almayan bağımsız tiyatroların ödemek zorunda olduğu yüksek vergiler, kadro açmayan Devlet Tiyatroları, yasaklanan oyunlar ve daha nicesi… Sorunlar saymakla bitmiyor. Bu gibi sorunların karşısında pek çok oyuncu maddi kaygılarla sanattan çok uzak hatta artık toplum için zararlı olduğunu düşündüğümüz dizi sektöründe yer kapmaya ya da bir şehir tiyatrosuna “kapak atmaya” çalışıyor.

Belediyelerin varoluş sebebi -güya- kamuya hizmet. Kent halkını kültür sanatla buluşturmak da bu görevlerinden birisi. Yerel seçimleri yeni geçtik, pek çok il ve ilçede yönetim değişti. Önümüzdeki süreçte değişen belediyelerde neler yaşanır bilemem ancak şu anki durum en kısa sürede değişmeli.

DİNİ VE MİLLİ DUYGULAR BESLENMEYE ÇALIŞILIYOR

Ülkemizde çoğu ilde kültür sanat alanındaki çalışmalar oldukça yetersiz. Devlet Tiyatrolarının yalnızca 13 şehirde kadrosu ve 25 şehirde sahnesi var. Şehir tiyatroları da ne yazık ki her şehirde yok. Kamu hizmeti olarak tiyatroya ulaşım pek çok kentte mümkün değil. Bağımsız tiyatroların da desteklenmediği ve yüksek vergilere tabii tutulduğundan pek uygun fiyata bilet satamadıklarını düşünecek olursak nüfusumuzun ciddi bir çoğunluğunun tiyatroya erişimi yok. Tiyatronun erişilebilir olduğu, şehir tiyatrosu veya devlet tiyatrosu olan kentlerden de Ankara, İstanbul ve İzmir gibi birkaç kent dışında bir sezon içerisinde pek oyun oynanmıyor. Oynanan oyunların niteliğini tartışacak olursak bana “Sen kimsin de bu eleştiriyi yapabiliyorsun” denebilir. Ama en azından yönetimi iktidar partisinde olan belediyelerin tiyatrolarında çocuk oyunları da dahil olmak üzere çok ciddi bir çoğunlukla dini ve milli duyguları beslemek üzere oyunlar üretildiğini şahit olarak söyleyebilirim.

“Aç kalırsın” veya “gavur işi” söylemleriyle önüne çıkan herkesi aşıp KHK’ler sonrası boşalmış olsa da konservatuvarlardan mezun olan, “Sanatını icra etme” hayalleriyle mesleğe atılan, bağımsız tiyatrolarda bu kez gerçekten aç kalıp şehir tiyatrolarına girmeyi başaran oyuncular için mutlu sona ulaşılmış zannedebilirsiniz. Ancak o durum da çok öyle değil. Bu oyuncu arkadaşlarımız da belediyenin kadrosunda yer bulamayıp sözleşmeli işçi sınıfına giriyorlar. Üstelik sözleşmeli oldukları için işlerinin bir güvenliği, pek çok konuda da söz hakları yok ve kimileri sarı sendikalara zorlanıyor. Sözleşmeli bir belediye çalışanı olarak 1 Mayıs’ta alanda boy göstermek riskli bulunabilir. Ancak çözümün yalnız sermayeye karşı emeğin, emekçinin saflarında olduğunu biliyoruz.

Koca şirketlerin milyonluk vergi borçlarının sıfırlandığı bu ülkede bağımsız tiyatroların vergiden muaf olması için, sanatçının susturulduğu sanatın rantın parçası haline getirildiği bu ülkede yasaksız sansürsüz oyunlar oynayabilmek için, erişilebilir ve özgür sanat için 1 Mayıs’a!

Sanatı dert edinenlerle omuz omuza, karşısında duranlarla mücadeleye.

Evrensel'i Takip Et