2 Mart 2013 07:46

Eşitlik ve özgürlük için barış

Anaların gözyaşının akmaması, evlarıların ölmemesi önemli bir talep elbette, ancak savaşın yarattığı bu somut acının arka planında savaşla bağının kurulmasının zorunlu olduğu başka gerçeklikler de var. İşte rakamlar:

-Son on yılda ekmek, süt, et gibi temel tüketim maddelerine yüzde 200-500 arasında zam yapılması, kadınların en temel ihtiyaçlara ulaşmasını geçtiğimiz 10 yıla göre 8 kat zorlaştırdı.
-Açlık sınırı 1.040 TL. Ülkemizde asgari ücretle çalışanlar ve emekliler açlık sınırının altında yaşamaya çalışıyor.
- İş bulma umudunu kaybetmiş insanların sayısı son 10 yılda 9 kat artarak 632 bin kişiye ulaştı. Kadınların durumu ise ürkütücü; çalışma yaşındaki her 3 kadından 2’si işsiz.
- 2012 doğan her çocuk 4.320 dolar borçla dünyaya geldi.
- Kadının adının dahi anılmadığı 2013 bütçesi, yoksulluğu artıran, eğitim ve sağlığa ayrılan kaynakları daraltan, askeri harcamaları artıran bir bütçe olarak çıktı.
-2013 yılı bütçesinde askeri harcamalara ayrılan pay 2012 yılına göre yüzde 16,2 artırıldı. Ayrıca örtülü ödenek ve savunma sanayi destek fonunun da askeri harcamalara gittiği düşünülürse, 2013 bütçesi adeta bir savaş bütçesi.
- 10 yıl önce eğitim bütçesinden eğitim yatırımlarına ayrılan pay yüzde 17,18 iken, bu pay 2013 bütçesinde yüzde 6 olarak belirlendi.
- Sağlık harcamaları için bütçeden ayrılan pay ise 67,9 milyar ancak bu rakam Avrupa’daki sağlık harcamalarının çok gerisinde ve çoğunluğu özel sektörü teşvik için kullanılıyor.

ŞİDDET KÖRÜKLENİYOR

Bütçenin yine savaş temelli olarak çıkması kadınlara daha fazla açlık, yoksulluk ve emeklerinin görünmezliği olarak dönüyor. Bir yandan da kadınların eşitlik mücadelesi savaş dönemi politikalarının gölgesinde ilerleyemezken, kadınların eşitlik ve özgürlük için ortak mücadelesinin savaş ve düşmanlaştırma politikalarıyla zorlaştırıldığını görüyoruz.
Geçen yıl 8 Mart’a “Sermayenin kâr için eşitliğine karşı gerçek eşitlik için mücadele” çağrısı yapmıştık. 2012 yılını Kadın Yılı ilan eden Dünya Bankası’nın projesinde Türkiye de pilot ülke olarak yer almıştı. Bu süreçte “eşitlik” söylemini artıran egemenler, bir yandan kağıt üzerinde atılan adımların propagandasını yaparken diğer yandan kadınların uzun yıllardır mücadele ederek kazandığı hakları bir bir törpüledi.
“Kadına Yönelik Şiddetin Önlenmesi ve Ailenin Korunması Kanunu”,  8 Mart 2012 tarihinde bir oldubittiyle Meclis’ten geçirilmişti. Gördük ki “kadınlara 8 Mart hediyesi” olarak sunulan bu yasa, hiçbir kurumsal alt yapı hazırlanmadan ve hazırlama niyeti de olmadan kâğıt üzerinde bir düzenleme olarak karşımızda duruyor. Bu arada da Aile İrşat Merkezleri açılıyor, toplum merkezlerine din görevlileri atanıyor, sığınmaevleri hükümetin yerel temsilcileri haline gelen valiliklere bağlanıyor, şiddeti önleme merkezleri “aile değerlerinin korunması” kurumları haline getiriliyor...
Sonuç; resmi verilere göre 2012 yılının ocak ve eylül ayları arasında 128 kadın öldürüldü. Defalarca şikâyette bulunan, koruma kararı çıkartan, hatta sığınmaevinde olan kadınlar vardı aralarında. 2013’in ilk ayında 18 kadın öldürüldü; 56 şiddet, cinayet, cinayete teşebbüs, taciz, cinsel şiddet, tecavüz ve yaralama vakası basına yansıdı. Kürtaj ve sezeryan tartışmaları beraberinde kadınların hastanelerden fiili bir yasakla geri çevrilmesini, zorla normal doğum sonucu hayatlarını ve bebeklerini kaybetmelerini, doğum kontrol yöntemlerine ulaşmanın giderek zorlaşmasını getirdi.
Bütün bu korkunç yönleriyle devam eden şiddet, üzerine en çok söz söylenen konulardan biri aynı zamanda. Ancak, savaş ortamının yarattığı görünmezlikte kadınların şiddete karşı somut talepleri kimi zaman bütçe yetersizliği, kimi zaman gündeme gelen başka politik meseleler yüzünden arka planda kalıyor.  
Tıpkı kadınların “güvenceli iş, insanca yaşam” taleplerinin “devletin bekaası” adına görmezlikten gelinmesi gibi. Aksine savaşa harcanan bütçenin de etkili olduğu ekonomik darboğazdan çıkış için kadınlar ucuz işgücü ve ev kölesi haline getirilmek isteniyor.

GÜVENCELİ İŞ, İNSANCA YAŞAM

AKP, kadınların yıllardır mücadelesini sürdürdükleri kreş, bakım hizmetleri, istihdam olanaklarının artırılması taleplerine kulak veriyormuş gibi yapıyor. Ama asıl niyetinin kadınların hem evdeki hem işteki emeğini kullanma olanaklarının artırılması olduğu ortada.
Tam da bu nedenle “hem çocuklarına bakmak hem de iş yaşamına katılmak için kadınlar esnek çalışma istiyor” diyen hükümet, bir hak olan kreş hizmetini “yardım”a dönüştürüyor. Aralarında yasaya göre kreş açma zorunluluğu olan, ama hiçbiri bu zorunluluğu yerine getirmeyen patronların olduğu kampanyalarla “kadınlara 300 lira kreş yardımı”, organize sanayi bölgelerine “Neşe Fabrikaları” (çocuk bakım merkezleri) kurulmasını öngörüyor.
Bu kreş yardımının ise kaynağı çok tanıdık: İşsizlik Fonu! Yani hükümetin ve patronların “gani gönüllülük” yaptığı etkileyici kampanyaların faturasını aslında yine işçiler ödüyor.
Giderek yoksullaşan kadınların iş arayışları bir “istek”ten öte bir zorunluluğa dönüşürken, güvenceli, örgütlü, ekonomik ve sosyal haklardan yoksun olmadan günde 8 saat çalışmak bir lüks, daha da ötesi bir hayal olarak gösteriliyor. Taşeronlaşma, esnekleşme, güvencesizleşme, uzun iş saatlerine mahkûmiyet, işsizlikle terbiye, evin “yoklarının” da kadınların emeğiyle ve çabalarıyla ikame edilmesinin zorlukları… Bütün bunlar çalışma yaşamını kadınlar açısından daha fazla köleliğe dönüştürüyor.
Savaşın görünür görünmez bütün sonuçlarının en çok vurduğu kesimler olarak kadınlar, gelecek beklentilerinin tank, tüfek, ölüm, cenaze, hamaset, düşmanlaştırma gürültülerinin altında kaybedilmesine izin vermeyecek. Eşitlik, özgürlük ve insanca yaşamın koşullarının ancak ve ancak barış ortamında en geniş kadın kesimleriyle örgütlü bir güç olarak kazanılacağını biliyoruz. Tam da bu nedenle, barış için adımların atıldığı bu süreçte taleplerimiz için hep birlikte haykıracağımız 8 Mart’ta kadınların barış talebini yükselteceğiz!

Evrensel'i Takip Et