24 Eylül 2023 03:45

Anadolu’nun bağrından kopmuş bir Halk Çocuğu

Haydar Ali Albayrak; Ayhan Işık ve Fatma Girik'in başrollerini paylaştığı "Halk Çocuğu" filmine dair yazdı.

Anadolu’nun bağrından kopmuş bir Halk Çocuğu

Görsel: Afiş 

Haydar Ali ALBAYRAK

Yeşilçam, hele starların boy gösterdiği gişe filmleri, siyasete mesafe koymuştur. Az sayıda örnek dışında bu tarafsızlık varlığını hissettirir. Ancak bu durumun dışında kalarak hem maddi kazancı önceleyip hem propaganda yapan filmler de vardır. Mr. Deeds Goes To Town (Frank Capra, 1936) filminden uyarlanan 1964 yapımı Halk Çocuğu da bunlar arasındadır. Memduh Ün’ün yönettiği, Ayhan Işık ile Fatma Girik’in başrollerini paylaştığı film dönemin “Süt çocuğu karalama” akımına uyarak Anadolu vurgusuyla var olan filmlerdendir. Halk Çocuğu’na geçmeden dilerseniz döneme dair birkaç söz edelim. 

ZENGİN AMA MUTSUZ ERKEKLER

1960’larda sinemamıza hakim olan apolitik düzlemin önemli dayanaklarından biri İstanbul-Anadolu çatışmasıdır. Bu filmler şüphesiz siyasi bir yan taşır hatta propaganda niteliğiyle öne çıkar fakat apolitik oluşlarıyla sınırlanırlar. Zira toplumsal bir uyanışın yaşandığı ’60’larda dahası dünya sinemasının arayışlara yöneldiği koşullarda sınıf çatışmasını kültürel ayrımlara indirgeyerek kimlik üzerinden varoluşu önerir, hayata tutunmayı Anadolulunun güçlü bileğine bağlarlar. Ayhan Işık bu dönem halis muhlis bir Anadolu çocuğudur. Kah Zorlu Damat’taki gibi Bursalı ve zengindir kah Halk Çocuğu’ndaki gibi Anadolu sembolüne yükselir. Bir yandan yıldızken bir yandan anonim bir karşılık bulur. Ancak her iki filmin yanı sıra birçok filmin ortak özelliği mütevazı beylerin şımarık hanımlara had bildirmesidir. Bu yönüyle eril Yeşilçam dilini de karşılayan filmler, rolleri kadın ile erkeğin toplumsal rollerine göre dağıtırlar. Anadolu taşı sıkıp suyunu çıkaran erkek, İstanbul hanım hanımcıktır. Kaba saba ama iyi yüreklinin, eli nasırlının karşısına yüreği nasır bağlamış, kötücül, yer yer çıkarcıyı çıkarır. İstanbul’u kahpe bir çizgide aktarır. İstanbul’un bu çizgisi göçle birlikte büyük şehirde artan geçim sıkıntısının yanı sıra şehrin ezelden beri taşra tarafından hor görülüşünü de yansıtmaktadır. Öyle ki Zorlu Damat’ta çiftlikte yaşayanlar Bursa’dan şehir diye bahsetmekte fakat ona hınç duyulacak bir anlam atfetmemektedir.

Anadolu-İstanbul ikiliğini kadın erkek ayrılığına sıkıştırarak veren Yeşilçam siyasal mesajlarını ise esirgemez. Kahramanlar Anadolu aşığıdır; snoplara karşı amansız bir mücadeleye girişip “fakir ama gururlu” tiplemesine akraba bir tipleme sunar: “zengin ama mutsuz”. Erkek kahraman, servet sahibi olsa dahi Anadolu samimiyetini özlemekte belki bir çeşit bilgeliğin tarifini aramaktadır. Sözü daha fazla uzatmadan Halk Çocuğu’na geçelim.

BİNBİR MARİFET HALK ÇOCUĞU!

Kendisine büyük bir miras kalan Halk Çocuğu Ahmet (Ayhan Işık) bir kasabada kendi halinde yaşarken halka itfaiye eri olarak hizmet vermektedir. Daha sonra öğreneceğimiz üzere bandoda tuba çalmakta, amatör düzeyde futbol oynamakta, boksla da uğraşmaktadır. Binbir marifetle yoksul ama gururlu ve mutlu bir yaşam süren Halk Çocuğu mirastan evvel başına çorap örmeye çalışan arabalarıyla tanışır! Bu akrabalar vampir gibidir, Halk Çocuğu’nu ekarte etmek için her yolu denemeye niyetlidirler. Kimi kaba kuvvete yeltenir kimi Halk Çocuğu’nu baştan çıkarmaya çalışır. Ancak hiçbiri başarı sağlayamaz. Başardıkları tek şey Halk Çocuğu’nda nefret uyandırmak ve yine onu büyük şehre karşı ön yargılara sevk etmektir. Ahmet bu akrabalarında züppeliği cisimleştirir. Günler Halk Çocuğu’nun uyanık mirasyedilerle giriştiği mücadeleyle geçerken tanık olduğu bir olay hayatını değiştirir. Kendini denize atan bir kadını kurtaran Ahmet onu yanına alır ve yakınlık kurar. Nedir ki Suna (Fatma Girik) adındaki bu kadın asıl kimliğini ve mesleğini saklamıştır.

ZÜPPEYİ YERE SERME MERAKI

Halk Çocuğu Anadolu-İstanbul hattında beliren şehirli züppe nefretini sınıfsal bir öfkeye dökmeden, yeni bir bilinç seviyesine sıçratmadan aşk hikayelerinin paralelinde işler ve zararsız kılar. Yıllar sonra çekilen Öyle Olsun (Orhan Aksoy, 1976) filmi de haber yakalamak için zenginlerin etrafında dolaşan bir gazetecinin zengin evlatla gönül ilişkisini ele alır. Gazeteci bu kez erkektir fakat psikolojik üstünlük yeniden burjuvalara verilir. Ahmet gibi Hulusi Kentmen’in canlandırdığı zeytinyağı kralı ve kızı Alev (Müjde Ar) de kandırılır. Züppe nefreti ise sürer. Hulusi Bey Ferit’le güreşe tutuşur ve bu süt çocuğunun sırtını yere getirir. Ahmet ile Fatoş aşkı da Anadolu zengininin mağduriyetini pekiştirmek noktasında işlevseldir çünkü Fatoş işin içine yalan dolan katar ve Halk Çocuğu’nun diğer bir bakışla halk zengininin kalbinde yara açar. Bu mağduriyet söyleminin günümüzde bazı kesimler tarafından hâlâ kullanıldığı Anadolu-İstanbul hattının siyasi bir planda yeniden biçimlendiği ortadadır. Buradaki aşk Anadolu’nun saflığını vurgular.

AT SIRTINDA ŞEHİR TURU

Halk Çocuğu’nda Ahmet ile Fatoş’un (Suna’nın) aşkı filizlenince ikinci aşamaya geçilir. Ahmet marifetlidir, yiğittir fakat henüz büyük şehirle sınanmamıştır. Rüştünü ispat etmesi gerekir. Bunun için de şehri dize getirmesi. Öyle Olsun’da fabrikatör Hulusi şehrin sırtını yalancı Ferit (Tarık Akan) şahsında yere getirirken Ahmet de Fatoş ihaneti sonrası hayal kırıklığına uğradığı gece atı Cafer ile dışarı çıkar ve ona Cafer demeyen herkesi pataklayarak üstünlüğünü ortaya koyar. Atın Cafer olduğunu inkar edenler hem dayak yemekte hem nezaketsizlikle suçlanmaktadır; yani bir bakıma Ahmet kaba kuvvetini ahlaki bir yengiyle de perçinler. Şehrin düşkün yüzü teşhir olur. Şehirli yalnız nobran değil, düşüncesiz ve biraz alıktır. Ahmet’in atıyla gezdiği sahneler bir şehrin fethedildiği sahnelerdir. Hayvan şehirde gezmiş, sahibi tarafından ikram edilen biradan içmiş, insan sınıfına konmuştur ki bu sahne aynı zamanda şehirlinin Anadolu insanını hayvan yerine koyduğu şeklinde bir mağduriyet söylemine zemin hazırlayan bir aşırı alınganlıkla da açıklanabilir.

MAHKEMEDE ANADOLU’YU SÖYLEMEK!

Filmde çatışma hızlıca ilerler. Fatoş’la hayatını birleştirmeyi düşünen Ahmet kendi hikayesini üstelik aşağılayıcı bir haber diliyle gazetede görünce hayata küser. Yazı dizisinin başlığı on yıl sonra bir Ertem Eğilmez filmine isim olacaktır: “Köyden İndim Şehire!” Ahmet Fatoş’un da diğerlerinden farksız olduğunu anlarken son umudunu yitirir ve gazeteye acımasız bir savaş açar. Avukatına verdiği emir gazetenin satın alınıp kapatılması yönündedir.  İşsiz kalan gazete emekçileri bir gün Ahmet’in köşküne varırlar, amaçları Ahmet’e bu saldırgan tutumunun hesabını sormak, mümkünse kapatma kararından caydırmaktır. Ahmet bu sahnede özünü hatırlar ve satın aldığı gazeteyi kapatmaktan vazgeçer hatta çalışanları gazeteye ortak eder. Bununla yetinmez fabrikalarını işçilere devreder, mal varlığını fakir fukaraya dağıtır, taşınmazlarını hayır kurumlarına bağışlar. “Köyüme döneceğim” der. Fakat açgözlü akrabaları boş durmaz ve kurnaz avukat öncülüğünde hacir kararı çıkartmak için harekete geçer.

Filmin mahkeme sahnesi kıyasıya bir mücadeleye sahne olur. Ahmet tüm iftiralar karşısında susar. Akrabaların yanı sıra bu asalak takımının tuttuğu sahte tanıklar da Ahmet aleyhine ifade verir. Ancak Halk Çocuğu’nu ayağa kaldıran yine Fatoş olur. Genç kadının kendi lehine konuştuğunu gören Ahmet tüm mahkeme heyetine ve konuklara ders veren bir nutuk atar. Yalancı akrabalarını, hukuktan faydalanan cüppe giymiş akbabaları bir çırpıda yere serer üstelik finalde kazandığında sahtekar avukata bir yumruk da sallar. Ahmet Fatoş’u da alıp kasabasına döner. Bu karar büyük şehrin dolaplarına boyun eğmemiş fakat kaldığı takdirde kirleneceğini düşünen biri tarafından verilmiştir. Ahmet ile Fatoş’u son olarak bir at arabasından ayaklarını sallandırmış, mesut halde yolculuk ederlerken izleriz. “Süt çocukları” yenilmiş, taşra samimiyeti kazanmıştır.

Evrensel'i Takip Et