12 Eylül 2023 15:49
/
Güncelleme: 15:12

Ücret kavgasında kavrulan sınıf hareketi politik bir nitelik kazanıyor mu?

Emekçiler arasındaki huzursuzluğun fiili iş bırakma ve eylemlere evrilmesi ile beraber iktidar kanadından da “sabırlı olun, bekleyin” gibi telkin edici sözler gelmeye devam ediyor.

Ücret kavgasında kavrulan sınıf hareketi politik bir nitelik kazanıyor mu?

Fotoğraf: Erdem Ayçiçek/Evrensel

Ekinsu Devrim DANIŞ
Murat UYSAL

AKP iktidarının mevcut ekonomik politikaları sonucu işçi ücretleri günbegün eriyor. Sermayedarlar ise ihracat rekorları kırarak kârına kâr katmaya devam ediyor. Emekçiler arasındaki huzursuzluğun fiili iş bırakma ve eylemlere evrilmesi ile beraber iktidar kanadından da “sabırlı olun, bekleyin” gibi telkin edici sözler gelmeye devam ediyor. Fakat işçiler “Bıçak kemiğe dayandı” diyor. Yılda iki kez zam yapılmasına rağmen asgari ücretin birkaç ay içinde açlık sınırının altında kalması toplu iş sözleşmesi imzalanan iş kolları/iş yerlerini de etkiliyor. TİS ile bağıtlanan ücretler birkaç ay içerisinde ya asgari ücrete dayanıyor ya asgari ücretin altında kalıyor. Erdoğan’ın “Biraz daha dişinizi sıkın, düzelteceğim” söylemlerine rağmen seçim süreci boyunca sandığın işaret edildiği, sandığı beklemesi telkin edilen işçilerin bugün; yan yana gelme girişimlerini, irili ufaklı eylemlerini görüyoruz. Eriyen ücretler, düşen alım gücü ve enflasyona ezilen toplu iş sözleşmeleri nedeniyle çoğunlukla ücret temelli eylemlerle karşılaşıyoruz. Bu sorunların madenden tekstile; metalden hizmet iş koluna ve petro-kimyaya dek farklı etki ve eylem biçimleri olsa da iş yerlerindeki kaynamalardan “İnsanca yaşanacak ücret” ortak ses olarak yükseliyor.

Seçim döneminde kendi fabrikasında yaşadığı sorun ve taleplerle burjuva siyasetin içerisinde çözülebileceğini düşünmeyen ve bu yüzden toplam siyaset ile kendi sınıfsal gerçekliğini bir arada tartışmayan işçiler; eylem hazırlığıyla, eylem süreciyle, imkanları dahilinde sesini duyurma çabasıyla bir ücret kavgası içerisine giriyor. Fakat sürdürdüğü mücadelenin belli bir aşamasında ya da henüz harekete geçmemişken kendini çözümün bir parçası değil, çözüm için uman, bekleyen bir pozisyonda konumlandırabiliyor. Fabrikasında bir diğer işçinin harekete geçerek kıvılcım yakmasını bekleme hali ya da kendi iş kolunda başka büyük bir fabrikanın harekete geçmesini bekleme haliyle aynı yerde durabiliyor. Patronlar da işçilerin önüne beklemeye ikna edecek bir şeyler koymaktan geri durmuyor. Bu bazen, “Ocak zammını bekleyin”, bazen “asgari ücreti bekleyin” ve bazen de “taslağı bekleyin” şeklinde olabiliyor. Kendisini, toplamda bir sınıfın parçası olarak henüz gör(e)meyen işçiler, başlattığı irili ufaklı hareketleri devam ettirmekte zorluk çekiyor. İşçinin bu düğümden çıkış yolu ve aslında en büyük kazanımı da kelebek ömründe kazanımlarla devam eden ücret kavgasını, diğer sınıfdaşlarının huzursuzluğu, mücadelesi ve kazanımı ile birlikte düşünmeyi öğrenmesi, onlarla birleşmenin zaruretini fark etmesi ve böylece bir sınıf olarak kendi siyasetini yapacak özgüveni bulabilmesi olacak. Dört bir yanda süren grev ve eylemlerin tekil mevzi hareketlerinden birleşik bir harekete olgunlaşabilmesi açısından işçilerin bu süreçte biriktirdiği ve öğrendiği sınıf aidiyeti ve tavrının gelişim düzeyi belirleyici olacak.

Bu bağlamda, seçimden sonra kendi iş yerinde harekete geçen işçilerle yapılan görüşmelere dayandırılarak önce ücret temelli ve geçici, kısa soluklu kazanımların oluşturduğu handikaptan çıkış yolları, işçilerin politikleşme(me) eğilimleri ve hareketin birleşme olanakları tartışılacaktır.

İŞÇİLER ARASINDA GÜVEN(SİZLİK)

Yıllar sonra AKP’nin yönettiği 23 belediyede ücret temelli başlayan kaynama Hak-İş’e bağlı Hizmet-İş’i 600’e yakın işçiyle sokağa çıkmaya zorladı. Bu kaynama tutmak maksadıyla işçiyle-belediye yönetimleri, işçiyle-sendikacılar arasında sibop olmaya çalışan Hizmet-İş’in bu çabası Bayrampaşa ve Esenler Belediyesindeki kaynamayı tutamadı. İşçiler sendika temsilcilerini ezerek yaptıkları eylemlerle seslerini duyurdu. Bayrampaşa Belediyesinde iş bırakan işçilerin başta kök ücretlerinin 20 bin lira almak isterken yan haklarla beraber alınan 20 bin liraya fit olması ise, farklı iş kollarında da gözlemlenen “günü kurtarma” eğilimlerinin bir yansıması oldu. Bir Bayrampaşa Belediyesi işçisi bu süreci şöyle anlatıyor: “Hepimizin beklentisi 20 bin liraydı. Böyle aldığımız 20 bin liranın yarın bizim canımızı yakacağını biliyoruz ama bunun için mücadele edecek gücümüz de yok. 170 işçinin yarısından çoğu ikna olunca daha fazlasını istemek için kiminle yan yana geleceksin? Bu saatten sonra daha fazlasını isteyen bozguncu diye ilan edilecek.”

Fotoğraf: Ford işçileri

İŞÇİ, İŞÇİNİN ÖNÜNDE BARİYER Mİ?

İşçinin anlattığı bu güvensizlik hemen her iş kolunda işçinin harekete başlarken de hareket esnasında da yakasını bırakmıyor. TİS sürecinde olan metal işçilerinin taslaktan beklentileri ve kırmızı çizgileri en az yüzde 100 oranında zam ve asgari ücret oranının korunması için bir maddenin taslakta yer almasıydı. Bu süreç içerisinde işçiler kendi fabrikalarındaki tepki ve huzursuzluğu dışa vuran eylemler de gerçekleştirdi. Arçelik’te sendikacıları yuhalama eylemleri ile sendikal bürokrasiye tepki gösterilirken; Man’da çekiç vurma eylemleri gerçekleşti. Ford’da işçiler Türk Metal’in taslak anketindeki şıkları karalayarak kendi taleplerini yazıyor, servis duraklarının istikametinde ek zam istiyoruz dövizleri asıyorlar. Yine Arçelik’in Ankara fabrikasında işçiler tuvaletlere Evrensel’e gelen işçi mektuplarının başlıklarını yapıştırıyor, tuvaletteki duvarlardan birbirlerine mesaj yazarak iletişim kuruyorlar. Türk-Metal’in taslağı açıklaması ile beraber metal fabrikalarında ısınan suyun altındaki ateş biraz daha harlandı. Taslağa tepkiler bugün de sürüyor. Ancak baştaki güvensizlik meselesinin yansımalarını metal sektöründe de özellikle kıdemli işçiler arasında farklı görüngüleri ile izliyoruz. Örneğin o kıdemli işçilerin olduğu kimi fabrikalarda dönem dönem birlikte hareket edebilecek bir güven zemini kurabilmenin önünde genç işçilere, EYT’lilere ya da kadın işçilere de bir tepki olabiliyor. “Kadınların banka kartları eşlerinde, eve ek gelir olarak görüyorlar kendi ücretlerini”, “EYT’liler zaten çift maaş alıyor”, “Genç işçiler de kendini işten attırıp A101 gibi marketlere geçme derdinde” diye düşünen işçiler açısından zaten tepki gösterilen taslağın da altında bir zam oranı ile karşılaşırlarsa kimlerle nasıl hareket edeceklerine dair bir tereddüt mevcut. Dolayısı ile işçiler, bir yandan patrona ve sendikal bürokrasiye karşı mücadele ederken; öte yandan da kendi işçi arkadaşlarını da onlara rağmen harekete geçecekleri bir bariyer konumuna oturtuyorlar. Yani toplamda fabrika ve iş yerlerinde huzursuzluk, ya da patlama eşiği olan düşük zam oranları ya da beklentiler ortaklaşmış olsa da kendi iç örgütlülüklerini sağlayamamış olmaları başkaca ayrışmalar üzerinden hızlı bir moral bozukluğu, başlamadan yeniklik hissi gibi duygular üretebiliyor. Bu yüzden, bugünün işçi hareketlerinin temel niteliği haline gelen “canhıraş günü kurtarma çabası”nın ardında her ne kadar maddi zorluklar olsa da güvensizlik duvarı da hayli belirleyici hale geliyor.

İstanbul Saraçhane'de bir araya gelen DİSK’e bağlı Birleşik Tarım-Orman İşçileri basın açıklaması düzenliyor.

İstanbul Saraçhane'de bir araya gelen DİSK’e bağlı Birleşik Tarım-Orman İşçileri, Ağustos 2023 | Fotoğraf: Özlem Abayoğlu/Evrensel

SENDİKA DA PATRONLAR DA GÜNÜ KURTARMA PEŞİNDE, YA İŞÇİLER?

Farklı iş kollarında devam eden işçi eylemleri büyük oranda açlık sınırının biraz üzerinde çalışan işçiler arasında filizleniyor. Böyle işçilerin çalıştığı Ağaç AŞ’de işçiler yılın en az 6 ayı asgari ücrete çalıştırılıyor. 2022’nin başından beri 3. kez aynı biçimde harekete geçen işçilerin kelebek ömründe kazanımları; mücadelenin uzun soluklu olacağına dair de bir sinyal veriyor. Dolayısı ile işçiler “Az buçuk kazanımlarla idare ederiz” dediği her anlaşmadan birkaç ay sonra yeniden açlık sınırına düşüyor. Ağaç AŞ işçilerinin sendikalarının yetkisi olmamasına rağmen yaptıkları “al çık” eylemleri olarak tarif edebileceğimiz eylemler, geçici süreli kazanımlar elde etmelerine yarıyor. Bu tespiti yaparken irili ufaklı devam eden eylem ve fiili grevlerin kazanımlarını göz ardı ettiğimiz düşünülmemeli. Ekonomik talepler ile devam eden ve kazanımla sonuçlanan bu eylemlerin işçilerin kendi gücüne güvenmesi ve birliklerini inşa etmeleri açısından önemli olmakla beraber; hareketin politik nitelik kazanması açısından da bir zemin oluşturabiliyor.

eylem yapan işçiler

Fotoğraf: Murat Uysal/Evrensel

Bugünün işçi hareketini temel niteliği olan bu “al çık” eylemleri, işçilerin bir düzeyde taktik hattının da gelişmesi ve işçiler arasında uzun vadede kazanım elde etmenin yöntemlerini tartışmaları açısından da bir önem arz ediyor. Örgütlü oldukları sendikaya yetki verilmemesine karşı kurdukları birlik, İBB’nin grev kırıcılığına rağmen eylemi İBB önüne taşımaları işçinin kendi siyasetini yapma biçimini de ortaya koyuyor. Burada AKP’li belediyelerde çalışan işçiler nasıl ki “siyaset yapmıyoruz” diyor; CHP’li belediyelerde çalışan ve greve devam eden işçiler arasında da benzer bir eğilim izleniyor. Yani işçiler her ne kadar ekonomik talepler ekseninde sürdürdüğü mücadeleyi “siyaset-dışı” olarak tanımlasa da bu süreç içerisindeki taleplerini ya da eyleme katılma gerekçesini ifade ederken siyaset yapıyor. Görüştüğümüz bir Ağaç AŞ işçisi kadın, “Son seçimlerde benim CHP için nasıl çalıştığımı bilen akrabalarım arayıp ‘Sen nasıl eyleme katıldın?​’ diyerek şaşırıyorlar. Ben de şaşırıyorum, çünkü burada kirin, pisliğin içerisinde yaşam alanlarımızı güzelleştirmeye çalıştığımız gibi aynı emeği CHP için de verdim ama karşılığında açlık ücretine mahkum bırakıldık” diyor. Burada ön plana çıkan temel eğilim, işçilerin siyaseti tanımlama biçimini de anlatıyor. İşçiler “Siyaset yapmıyoruz” diyerek aslında burjuva siyaset anlayışına bir tepki göstererek kendi siyaset yapma biçimlerini, bir sınıf olarak kendi tepki ve öfkesini ortaya koyma biçimini bunun dışında görüyor. Dolayısıyla, bu irili ufaklı eylem ve iş bırakmaların en büyük kazanımlarından biri de işçilerin hakim olan burjuva siyaset anlayışına karşı ekonomik taleplerini sınıf siyasetinin ekseninde muhakeme edebilmeleri olacaktır.

eylem yapan işçiler

Fotoğraf: Emirhan Durmaz/Evrensel

KENDİLİĞİNDEN EYLEMLER POLİTİKLEŞMENİN ZEMİNİNİ HAZIRLAYABİLİR

İzBB’ye bağlı Evde Bakım Hizmetleri Birimi’nden işçilerle yapılan görüşmede de benzer bir tablodan söz edilebilir. Kadro kapsamına alınacaklarına dair kendilerine söz verildiğini, ancak kadroya alınmadıkları gibi ücretleri de gecikmeli ödendiğini söyleyen işçiler süreci şu şekilde anlatıyor: “Seçimi bekleyin, kadroya alacağız sizi dediler, sürekli bekletildik. Şimdi de ‘siz AKP’lisiniz o yüzden sorun çıkarıyorsunuz’ diyorlar. Bizim siyasetle falan ilgimiz yok emeğimizin karşılığını istiyoruz.” Elbette işçiler, siyaset yaptığını reddederek kendilerine bir güvenli alan oluştursa da kısa ve günü kurtaran kazanımlar ile idare edemeyecekleri bu dönemeçte ekonomik taleplerin aynı zamanda siyasetin de konusu olduğunu öğrenecekleri bir sürece çoktan girmiş durumda. Bu noktada, ücret eksenli gelişen kendiliğinden hareketlerin süreç içerisinde yine kendiliğinden bir politik bir nitelik kazanacağına dair bir yanılgıya düşmemeli ama aynı zamanda gelişen süreçte olanakların gitgide elverişli hale geldiği de gözden kaçırılmamalıdır. Aksi halde, ekonomik mücadalenin kendiliğinden bir politik nitelik kazanabileceğine dair varsayımlar, seçim döneminde “boş tencere”nin iktidarı nasıl alaşağı etmediğine dair şaşkınlıkla da aynı yerde, kaba bir ekonomizmde buluşacak; ya da tersinden devam eden grev ve eylemlerin toplamda sınıf hareketi açısından önemi küçümsenecektir.  Baştan aşağı kendiliğinden biçimde olan bu hareketler ve dört bir yandaki fabrika ve işyerlerinde ücret kavgası ile vuku bulan bu ‘kaynama’ işçi sınıfının partisi açısından hareketlere politik nitelik kazandırma açısından belki de en elverişli dönemdedir.

toplanan şireci işçileri

Fotoğraf: Sümeyye Yeşil/Evrensel

HAREKET NASIL BİRLEŞİR?

Kendi fabrikası ile sınırlı ücret kavgasının AKP-MHP iktidarının politikalarına karşı tutum alabilecek bir düzeye ulaşarak sermaye iktidarına karşı birleşik bir harekete dönüşmesi henüz olgunlaşmamış olsa da Şireci işçilerinin mücadelesi hem hareketin birleşmesi hem de siyasi partilerin müdahil olma biçimi açısından politik bir görüngüyü açığa çıkarması açısından bir önem kazandı. İşçiler, kendi grevlerinin engellenmesinden, iktidar vekillerinin işçilerin sorunlarına dair bir çift söz dahi etmemesinden, burjuva muhalefetin “iş barışı”nı savunan uzlaşmacı tutumlarından ve bugüne kadar oy verdiği belediyelerin alın terinin karşılığını vermemesi üzerinden kendi sürdükleri mücadeleyi yavaş da olsa siyaset eksenine taşımaya başlıyor. Bu süreci; iktidar, sermaye ve yerel yönetimler ilişkisinin belki de en kristalize olduğu Antep Şireci işçilerinin kazanımla sonuçlanan fiili grevi bir kez daha ortaya koymuştur.

Antep’teki işçilerin gözünde baba çoktan patrona dönüşmüş olsa da; katıksız ekonomik hareketlerin politik bir harekete evrilmesi, sermaye iktidarının da patronda somutlaşıp somutlaşmayacağına göre belirlenecek. Şireci işçileri, sermaye, iktidar ve yerel yönetimin oluşturduğu sömürü ve baskı düzeneğini yine kendi kalıcı birlikleri sayesinde değiştirebileceklerine dair siyasal sınıf bilincini oluşturamasalar da Şireci’yi önemli kılan başka bir unsur var. O da başkaca fabrika ve işyerlerinde Şireci’deki süreci takip eden görece ileri işçilerin, Şireci’ye bakıp çıkardığı sonuçlar olacaktır.

corning ziyareti

Fotoğraf: Gözde Meydan/Evrensel

Bu doğrultuda, ziyaret ettiğimiz işçi grevleri ve buluşmalarında diğer işçiler de konuşuyor Şireci’yi. Grevlerinin ilk günlerinde daha çok görünür olmak, hızlı kazanım elde etmek için ilk elden akla gelebilecek bütün yöntemler üzerine kafa yoran, espriyle karışık “ne yapalım yani sarayın önüne mi gidelim, kendimizi mi yakalım?​” diyen Corning Kablo işçileri, Şireci’den yola çıkarak kendi sınıfdaşları ile nasıl birleşebilecekleri üzerine kafa yormaya başlıyor. Taslaktaki oranı kabul ettirse bile birkaç ay sonra elde ettikleri kazanımdan geriye kırıntı kalacağının farkında olan işçiler, ikinci ayına yaklaşan bir grevden işte böyle öğreniyor: “Şireci’deki gibi biz de Kocaeli’ndeki diğer fabrikalarda çalışan işçilerle beraber Gebze Meydan’da bir miting mi yapsak?​” diyorlar. İşte toplamda işçi sınıfı açısından asıl kazanım da buralardan filizlenecek gibi görünüyor. İşçiler kendi ücret kavgalarında kavrulurken diğer işçilerin mücadelesi, kazanımları ve huzursuzlukları ile birlikte düşünmeyi öğreniyor ve birleşmenin zaruriyetini fark ediyor. Sorunları gibi mücadelesinin de kendi fabrikasının dört duvarı ile sınırlı olmadığını fark ederek bir sınıf olarak kendi siyasetini yapacak güveni yavaş yavaş inşa ediyor.

Aynı şekilde, Şireci işçileri de kendi kazanımlarının diğer fabrika ve işyerlerindeki etkisini bilir ve bu kazanımın devamlılığını sağlayacak kalıcı birlikler oluşturabilirse özgüvenli ve gücünün farkında bir şekilde önümüzdeki süreci sendikası ile yönetebilecek. Antep’te büyük oranda sendikasız ve güvencesiz çalışan işçilerin BİRTEK-SEN öncülüğünde sürdürdüğü mücadelenin de taş at, kazanım elde et, geri çekil kapanından çıkabilmesi ancak bu şekilde mümkün. Aksi halde bütün fabrikalarda çalışan işçiler sadece kendi ağrıyan kolu üzerinden mücadelenin bir parçası olduğunda, ağrı yeniden başka bir organda çıkana kadar bir süreliğine dindiğinde; ancak günü kurtarabilmiş olacak. Dolayısı ile işçiler sadece kendi bedeni ile değil; bütün işçilerin sızı veren parçalarından bakmayı, hissetmeyi ve eylemeyi öğrenip tek vücut bir sınıf olarak kendini ortaya koyabilirse dünden farklı bir sıçrama ile harekete yön verebilecek.

SONUÇ YERİNE

Toplamda kendiliğindenci bu hareketler işçilerin planlı ve kendi iç birliklerini yakaladığı bir düzlemde gelişmese de; eylem süreci ve kazanım elde etme mücadelesi içerisinde güvenin ve sınıfsal gücünün farkındalığının tohumları filizleniyor. Yine de sözünü ettiğimiz sebeplerden var olan yangını söndürmeye odaklanarak mücadeleyi yarına erteleyen, ya da kısa ömürlü kazanımlar ile yetinen bu hareketlerin ortak paydasında henüz siyasallaşamamış bir işçi sınıfının kendiliğindenci durumu yatmaktadır.

İşçilerin birbirlerinden habersiz ama hep beraber verdikleri “günü kurtarma” mücadelesinin “yarınını koruma” çabası ile birleşmesi -ki bu birleşme ertesi gün karşı karşıya geleceği 200 yıllık mücadele deneyimiyle sabit olan patronun verdiğini misliyle geri alma girişimlerinde sınanacaktır- kendi örgütlü ve kalıcı birliklerini, sendika komitelerini oluşturması ile mümkün olacaktır. Böylece, "tek tek burjuvalarla tek tek işçiler" arasındaki çatışmalar etrafında süren hareketin politik bir nitelik kazanması sağlanarak bütünleşik bir mücadele örgütlenecektir.

Evrensel'i Takip Et