21 Şubat 2013 14:35

Burslu öğrenci mi? Taş yok mu taş?

Araş. Gör. Ömer Furkan Özdemir*

Genel olarak günümüz çalışma ilişkilerinin sermayenin ihtiyaçları ekseninde yapılandırılması ve esnek çalışma biçimleri ile güvencesiz istihdamın da aynı mantıkla emek sömürüsünün temel araçları haline getirilmesi üzerine bugüne kadar Evrensel’in sayfalarında defalarca yazıldı çizildi. Bu yüzden bu alanı yeniden tekrar etmemek adına akademinin güvencesiz istihdam biçimlerinden birisi olan 50/d uygulamasının meşrulaştırılmasına hizmet eden ‘burslu öğrenci’ tanımlamasını yapanlara mevzubahis çalışma biçiminin neden burslu öğrencilikle eş tutulamayacağına dair yürürlükteki mevzuat üzerinden bir cevap vermek gerekiyor. Türkiye’deki çalışma yaşamını düzenleyen kanunlar ve yönetmeliklerden tutalım da dünyanın herhangi bir köşesindeki herhangi bir ‘üretim/hizmet ilişkisi’nin düzenleniş biçimine bakalım (yazılı ve sözlü kanunların toplumsal ekonomik işleyişin hem bir sonucu hem de bir düzenleyicisi olduklarını da düşünürsek) eninde sonunda bu basit çözümlemeye vakıf oluruz: Bir gelir karşılığı çalışma/çalıştırma, bir borç-alacak ilişkisini doğurur ve bu borç-alacak ilişkisi de yalnızca ekonomik niteliklidir.

SÖZÜMDEN ÇIKMAYACAKSIN

Ülkemiz açısından bakacak olursak başta Borçlar Kanunu’nun hizmet sözleşmesi ile ilgili hükümleri olmak üzere, İş Kanunu’ndan Deniz İş Kanunu’na; Basın İş Kanunu’ndan 657 ve 2547 Sayılı Kanun’a ve konumuz bağlamında 2547 Sayılı Yükseköğretim Kanunu’na bağlı çıkarılan yönetmeliklerin ilgili hükümlerinde bunun dışında bir ifade bulunamaz. Peki nasıl oluyor da ‘50/d Savunucuları’ bu maddeye göre istihdam edilen asistanları bir çırpıda ‘burslu öğrenci’ ilan edebiliyor? Aslında meselenin düğümü de burada çözümleniyor: Bir kere asistana şu söyleniyor (veya söylenmek isteniyor): Sen benim yüksek lisans/dokrora öğrencimsin; ve ben seni burslu okutuyorum; doktoranı tamamladığında akademide kalmak istiyorsan her ‘mezun’ gibi ‘iş arayacaksın’. Ve ekleniyor: bursunu kaybetmek istemiyorsan sözümden çıkmayacaksın! Burada elbette akademinin ve bilimsel çalışmaların usta-çırak ilişkisinden çok daha farklı bir şey kastediliyor (Kaldı ki söz konusu usta-çırak ilişkisi uzun süreden beri yok edilmeye çalışılarak yerine ‘performansa dayalı değerlendirme’ üzerinden kurulan bir şef-kalfa ilişkisi getirilmeye çalışılmaktadır.).

Devam edelim: Peki şu ‘burslu öğrenci’ derken tutturdukları ‘burs’ neymiş? En genel tanımıyla “Bir öğrencinin öğrenimini sürdürebilmesi veya bir kimsenin bilgi ve görgüsünü artırması için belli bir süre devlet veya özel kuruluşlarca ödenen aylık para” (TDK, Güncel Türkçe Sözlük) olarak tanımlanan burs kavramı ülkemizde yürürlükte olan kanunlarca nasıl tarif edilmiş kısaca oraya da bir uğrayalım: 5102 Sayılı Kanun’la Kredi ve Yurtlar Kurumunun öğrencilere vereceği karşılıksız para olarak tanımlanıyor şu meşhur ‘burs’. Yabancı ülkelere gönderilecek öğrencilerle ilgili 1929 tarihli 1416 Sayılı Kanun’da ise ülkeye dönüşte yapılacak mecburi hizmetten bahsediliyor. Şüphesiz bahsedilen ‘mecburi’ hizmet; öğrenim süresince ödenilen burs miktarına mahsuben değil; öğrenim süresi baz alınarak ve karşılığında doğal olarak bir borç-alacak ilişkisi şeklinde tezahür eden maaşlı bir çalışma biçimi olarak karşımıza çıkıyor.

KARŞILIKLI BURS

Özel kuruluş ve vakıfların burs vermelerini düzenleyen kanun ve yönetmeliklerden en basit yönergelere kadar hep aynı şey karşımıza çıkar: Burs karşılıksız verilen paradır. 2547 sayılı kanunun 50/d maddesine göre istihdam edilen asistanlar; diğer asistanlarla aynı işi/işleri yapmaktadırlar. Burs karşılığı okuyan öğrenciler değildirler. Dahası (sussan olmuyor söylesen ne fayda misali) hâlâ algılamak istemeyenlere defalarca ve defalarca vurgulamak gerekiyor: Asistanlık akademisyenliğin birinci basamağıdır ve bir bilim insanı ancak ve ancak güvenceli istihdam koşullarında yetişebilir; öyle olmalıdır da… Çalışmanın artık bir zorunluluk olmaktan çıkıp insanın ve toplumun kendisini yeniden ve yeniden gerçekleştirmesinin bir aracı haline geldiği bir toplumsal yaşayış ve dünyanın her ‘şey’e olduğu gibi bilime de gerçek özgürlüğü getireceği ‘insan merkezli bir esneklik’ yerine ‘piyasa merkezli bir es-neklik’ dayatıldığı sürece her türlü güvencesiz ve esnek çalışma biçimine olduğu gibi 50/d uygulamasına da karşı olmak, güvenceli istihdamı savunmak elbette gerekli; lakin tüm bunların yanında bir de 50/d’li asistanları –onların her türlü emeğini ve fedakarlıklarını bir çırpıda silip atarak- ‘burslu öğrenci’ diye tanımlayanlar olduğunda insan sormadan edemiyor: Taş yok mu taş!

*Kocaeli Üniversitesi

Evrensel'i Takip Et