05 Haziran 2023 16:05

Otoriter düzenin yeni kabinesi ne getirecek?

Emekçiler, mülksüzleştirilen, yoksullaştırılanlar toplumsal bir güç haline gelmedikçe seçimleri kazanan, bakanlık koltuklarına oturanlar kim olursa olsun değişen bir şey olmayacaktır.

Fotoğraf: AA

Paylaş

Özgür MÜFTÜOĞLU

Geride bıraktığımız seçim sürecinde muhalefet, hemen her konuda AKP iktidarının 2018 seçimleri sonrasında yaşama geçirilen ve Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi olarak adlandırılan “AKP/saray rejimi”nin başarısızlığı üzerine odaklandı. Bu da ekonomideki çöküşün, gıda ve barınma başta olmak üzere sosyal sorunların devasa boyutlara ulaşmasından ve siyasal yozlaşmadan 2018 öncesi dönemin ilgisi olmadığı gibi bir algıyı ortaya çıkarttı.

2018 öncesinde AKP’nin en etkili ve yetkili isimlerinin (Ali Babacan ve Ahmet Davutoğlu) Millet İttifakının içinde yer almasının bu döneme ilişkin eleştirileri engellemesi ya da sınırlandırmasında etkili olduğunu tahmin etmek zor değil. Öte yandan Millet İttifakının “AKP/saray rejimi”ni birinci öncelik olarak ele alması da muhalefetin hedefini 2018 sonrası ile sınırlandırmasına neden oldu. “Üçüncü yol” siyasetiyle yola çıkan ancak seçim stratejisini “AKP/saray rejiminden kurtulmak” üzerine oturtan Emek ve Özgürlük İttifakı da Millet İttifakı gibi sorunların çözümüne yönelik olarak toplumun ufkunu açacak bir alternatif ortaya koyamadı.

BEKLENTİLER KISITLANINCA…

Hal böyle olunca yoksulluğun derinleştiği; beslenme, barınma, sağlık gibi en yaşamsal ihtiyaçların bile toplumun geniş kesimleri tarafından karşılanamadığı; yargının muhalifleri susturma aracına dönüştürülerek hukukun hükümsüz kılındığı; devlet kurumlarında yaşanan çürümenin -pandemide, depremde vs.- on binlerce yurttaşın yaşamına mal olduğu koşullarda yapılan seçimlerde toplumun beklentileri “AKP/saray rejimi öncesine dönüş” ile kısıtlandı. Dolayısıyla muhalefetin hedefi, AKP ve onun yirmi bir yıldır izlediği politikalar değil sadece beş yıldır uygulanagelen “AKP/saray rejimi” oldu. 

MUHALEFET YA DA PROPAGANDA

14 ve 28 Mayıs seçimlerinde muhalefetin AKP iktidarının son beş yılını eleştirirken öncesindeki 16 yılın politikalarını aşacak bir alternatif üretememesi ve hatta o döneme güzellemeler yapması, toplumun önemli bir kesiminde iktidarı değiştirmek yerine AKP’yi beş yıl önceye döndürmenin yeterli olduğu algısı yarattı. Başka bir ifadeyle muhalefet, AKP/saray rejimine muhalefet edeyim derken AKP propagandası yapmış oldu.  

İRADE SANDIĞA YANSIDI MI?

Hiç kuşkusuz, 14 Mayıs’ta yapılan parlamento ve cumhurbaşkanlığı seçimlerinin birinci turunda da 28 Mayıs’ta yapılan cumhurbaşkanlığı seçimlerinin ikinci turunda da alınan sonuçlarda seçim sürecinin başından sonuna kadar yaşanan adaletsizlikler, hukuk ihlalleri ile hile ve baskıların belirleyici rolü olmuştur. Bu nedenle söz konusu seçimleri “Milletin iradesinin sandığa yansıması” olarak değerlendirmek mümkün değildir. Bu bağlamda parlamento seçimlerinde Cumhur İttifakının, cumhurbaşkanlığı seçiminde ise Erdoğan’ın aldığı iddia edilen oya bakarak, seçim sonrası oluşan iktidarın dayandığı toplumsal desteği belirlemek mümkün değildir. Erdoğan da devlet içi diğer güç odakları da 28 Mayıs sonrasında oluşan iktidarın arkasında güçlü bir toplumsal destek olmadığının ve “AKP/saray rejimi”nin geçtiğimiz beş yılda olduğu gibi halkı yok sayan bir anlayışla sürdürülemeyeceğinin farkındadır. 

YENİ KABİNE NE DİYOR?

İşte bu nedenlerle “AKP/saray rejimi” her yönüyle şaibeli olan seçimlerle meşruiyet elde etmiş olsa da toplumsal desteği yeniden elde etmek ihtiyacındadır ve bunun için seçim sürecinde muhalefetin belirlediği değişim çizgisine yakınlaşmak istemiştir. Cumhurbaşkanlığı Kabinesi belirlenirken de bu anlayışla hareket edildiği anlaşılmaktadır.

Seçim sürecinde oluşacak yeni kabinede olup olmayacağı en çok tartışma konusu edilen isim Mehmet Şimşek olmuştur. Bunun nedeni, AKP/saray rejiminin kurumsallaştığı 2018’den itibaren AKP’nin ilk kez iktidara gelmesine de vesile olan neoliberal yapısal uyum programından sapılarak Berat Albayrak ve Nureddin Nebati’nin başında yer aldığı ekonominin küresel kapitalizmin yönlendirici kurumlarının belirlediği çizginin dışına çıkılmasıdır. Mehmet Şimşek’in Hazine ve Maliye Bakanlığını devraldığı törendeki “Türkiye’nin rasyonel bir zemine dönmekten başka çaresi kalmamıştır” sözüyle dolaylı da olsa ifade ettiği gibi ekonomide “irrasyonel” bir dönem yaşanmıştır. Yine bu sözünden anlaşılacağı gibi Mehmet Şimşek’in ekonomi yönetiminin başına getirilme nedeni bu “irrasyonel” durumdan geri dönülmesidir.

RASYONEL OLAN NEDİR?

Peki yeni Hazine ve Maliye Bakanı Mehmet Şimşek’in geri dönülmesinden başka çare görmediği “rasyonel zemin” neresidir? Söz konusu “rasyonel zemin” yukarıda da belirtmeye çalıştığım gibi muhalefetin de işaret ettiği 2018 öncesi dönemdir. Şundan emin olabilirsiniz ki geride bıraktığımız seçimleri Millet İttifakı ve Kemal Kılıçdaroğlu kazanmış olsaydı, ekonomi yönetiminin başına geçecek olan Ali Babacan ve İyi Partili Bilge Yılmaz’ın cumhurbaşkanı yardımcısı ya da bakan olarak sarf edecekleri ilk sözler ve sonrasındaki icraatları Mehmet Şimşek’ten farklı olmayacaktı.

Seçimi Cumhur İttifakı ve Erdoğan kazandığı için ekonomiyi yönetecek olan Mehmet Şimşek’in ya da seçimi Millet İttifakı ve Kılıçdaroğlu’nun kazanması halinde ekonomiyi yönetmesi beklenen Ali Babacan ve Bilge Yılmaz’ın uygulayacağı ekonomik program, küresel ekonomiyi yönlendiren kurumların belirlediği çerçevede ulusal ve uluslararası sermayenin çıkarları doğrultusunda şekillenecektir. Bu bağlamda Türkiye’yi ucuz emek üzerinden küresel rekabete entegre etmek için tüm kamu kaynakları, yer altı ve yer üstü zenginlikler sermayenin hizmetine sunulurken emek maliyetini düşürmek için işçi sınıfı daha da yoksullaştırılacak, sömürü artacaktır. Sömürüye karşı ve gasbedilen haklar için yapılacak mücadeleler ise “AKP/saray rejimi”nin yarattığı otoriter düzende baskı altına alınmaya çalışılacaktır.     

14-28 Mayıs seçimleri bir kez daha göstermiştir ki seçim sandığı ve sandıkta belirlenen parlamentoda ne adalet ne demokrasi ne de emek ve doğa sömürüsü bir dirhem bile azaltılamayacaktır. Bu koşullarda kapitalist sistemde sömürünün, eşitsizliklerin, adaletsizliğin kaynağı olan üretim sürecinden başlayarak örgütlenmek ve mücadele etmekten başka çare yoktur. Emekçiler, mülksüzleştirilen, yoksullaştırılanlar toplumsal bir güç haline gelmedikçe seçimleri kazanan, bakanlık koltuklarına oturanlar kim olursa olsun değişen bir şey olmayacaktır.  

ÖNCEKİ HABER

Tuzla’da tersaneden denize düşen işçi hayatını kaybetti

SONRAKİ HABER

Konya'nın 3 ilçesinde sel meydana geldi; evleri su bastı, tarım arazileri zarar gördü

Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa
Evrensel Ege Sayfaları
EVRENSEL EGE

Ege'den daha fazla haber, röportaj, mektup, analiz ve köşe yazısı...