Seçim ve toplumsal değişimin ufkunda durmak!
AKP, bugüne kadar yapmış olduğu gibi, kutsallarla siyaset yapıyor, halkın belli kesimleri nefret söylemleri ile kin ve düşmanlığa tahrik ediyor, gerginlik yaratıcı ortamlardan oy devşirmeye çalışıyor!

Fotoğraf: Celal Güneş/AA
Neval Oğan BALKIZ*
“Belki de yeni bir başlangıç yapmanın vaktidir.
Kapana kısılmışken, ayağa kalkmaya çalışmanın tam vakti...”
(Sabahattin Ali, İçimizdeki Şeytan)
Türkiye seçime gidiyor!...
AKP, islami siyaset ile neoliberal yapı arasında niteliği kendine özgü bir ilişki, ‘bir eklemlenme biçimi’ oluşturdu. İslami siyaseti liberalleştirirken, toplumsal yaşamı muhafazakar bir zeminde yeniden yapılandırmayı amaçladı. Siyasetini popülist, pragmatik, kısa vadeli reformlar, tavizler ve çıkarların koordinasyonundan ibaret bir çerçeveye oturttu ve bugüne kadar iktidarda kaldı. Giderek otoriter hale getirdiği siyasal düzene verilen toplumsal rızanın, onayın inşasında daima din ve belli bir inanç sistemini kullandı. Siyasal İslam temelli dinsel bilgi üretimi ve paylaşımını kendi eline aldı, merkezileştirdi, mekan ve zaman boyutuyla, kamusal ve özel tüm alanlara yaydı. Diyanet İşleri Başkanlığı, müftülükler, vakıflar, camiler, tarikatlar, kuran kursları vb. siyasal ve kültürel bir hegemonya kurdu.
NEFRET VE ŞİDDET POLİTİKASI
AKP bugüne kadar, bu hegemonik üstünlük içinde, halkın etnik, dinsel, mezhepsel, cinsel aidiyetlerini, felsefi düşünüş, ideolojik ve siyasal farklılıklarını nefret söylemine dönüştürdü. Bu karşıtlıkları, toplumsal alanda görünür yapan keskin duygusal ve algısal sınırlar oluşturdu, "öteki görülen ve gösterilenlere" karşı sürekli kışkırttı. Halk arasında biz/onlar karşıtlığını, siyasi hasımlar arasındaki bir siyasal cepheleşmeye göre değil, görünümde sağ ve sol arasındaki mücadeleyi aşar şekilde; (biz) doğru / (bizden olmayan) yanlış ; (iyi) biz/ (bizden olmayan) kötü arasındaki bir mücadeleye dönüştürdü. Kendi söylemden türettiği ahlaki kategorilere göre, iyi ve kötü arasında bir karşıt olma durumu olarak, dost ve düşman ayrımı kurguladı. Bu çerçevede, muhalif kesimlerin hepsini yok edilmesi gereken birer düşmana dönüştürdü! Böylece, ideolojik temelleri (siyasal islam), siyasal niteliği ve eylemliliği (kutlu dava), geleneksel anlayış ve ritüelleri, sosyolojik (merkezde bulunanlar/ ‘merkezden dışlananlar’ söylemi) ve kendine özgü sınıfsal özellikler de taşıyan bir toplumsal tabaka, bir seçmen kitlesi oluşturdu. Her seçim döneminde de bu kitleyi harekete geçirecek ve onları tahkim edecek şekilde; toplumun bütününe ait "vatan, bayrak, millet, din" değerlerini "işgal etti, kendi politikası doğrultusunda araçsallaştırdı! Partizan bir tutumla, bu değerlerin yalnız kendine ait aitmiş gibi gösteren bir söylem ve algı yarattı! Kendisine muhalif olan tüm kesimleri, “vatana, bayrağa, dine” karşıymış gibi gösterdi! Bu değerleri, her türlü yağmaya, talana, günaha siper yaptı. Camileri miting alanı haline getirdi, bir elinde kutsal kitap, bir elinde seccade, halkın samimi inanç duygularını çıkarlarına, seçim siyasetine araç kıldı! Kutsallarla siyaset yaparak, ötekileştirici, toplumu çatışmacı ortamlara sürükleyerek gerginlik yaratıcı ortamlardan oy almaya çalışarak, bugüne kadar sandığı; kendi erkini meşrulaştırma, halkı hareketsiz ve karar süreçlerinin dışında tutmanın ideolojik bir aracı olarak kullanmayı başardı!
Böylece, halkın, seçimlere katılımından ibaret, biçimsel bir seçim demokrasisini kurumsallaştırdı. Demokrasiyi de, seçimden seçime ortaya çıkan bir sonuç olarak değerlendirdi. Bu koşullar altında demokratik siyasal geleneklerin oluşmasına, var olanların da içselleştirilmesine engel oldu! Derin toplumsal eşitsizliklerin, işsizlik ve yoksulluğun ağırlığında yaşamakta olan halk ile siyaset yoluyla kurması gerekli bağı; ranta dayalı, üretimden ve adil paylaşımdan uzak, çıkarların paylaşımı ve koordinasyonunu sağlamaktan ibaret bir ekonomiyle, bu ekonominin düzenlediği piyasayla ve dağıttığı sosyal yardımlarla kurdu. Türkiye ‘de, yeni demokratik süreçlerin ve muhalif kesimlerin toplumsal güç elde etmesine olanak vermeyen, toplumsal reformsuz bu yapı; ekonomik eşitsizliği, emek sömürüsünü, doğal kaynakların yağma ve talanını, kalıcı sosyal eşitsizlikleri ve yoksulluğu, eşitsiz erk paylaşımını yoğunlaştırdı! Giderek bu erk yoğunlaşması, mafya, tarikat ve cemaatlerle işbirliği içinde, kamu olanaklarını, toplumsal kaynak ve zenginliği, tümüyle hukuka aykırı, karanlık ilişkiler içinde paylaşmaya doğru genişledi.
İşte bu koşullarda yapılacak seçimlere günler kala, AKP, bugüne kadar yapmış olduğu gibi, kutsallarla siyaset yapıyor, halkın belli kesimleri nefret söylemleri ile kin ve düşmanlığa tahrik ediyor, gerginlik yaratıcı ortamlardan oy devşirmeye çalışıyor!
NEYİN SEÇİMİNİ YAPACAĞIZ? YENİ BİR ETİK POLİTİK HAT OLANAĞINI YAKALAMAK
Hanna Arendt “İktidar birlikte hareket etmektir. Çok sayıda aktör arsındaki etkileşimler çoğulluğundan doğan çoğulluğun iktidarı, mutlak ve ilahi bir yetke hayalleriyle donanmış tek’ in şiddetine karşı biricik siperdir. Tiranlığın şiddet ve totalirizmine karşı ilişkisellikten başka, çoğulluğun mümkün olduğunca çok sayıda politik ve kurumsal cisimleşmesinden başka bir güvence yoktur”¹ der.
Bu seçimler, söz konusu “güvenceyi” yaşama geçirmemizi sağlayacak, yaşanan bu süreci değiştirecek son olanak gibi duruyor!
Çünkü bu seçim;
- Halkın görünmesini ve tartışmasını ortadan kaldıran; yalnızca devlet mekanizmalarının, toplumsal enerji ve çıkarların karşılıklı iletişimine indirgeyen bir biçimsel sandık demokrasisinden (hükümet pratiğinden) ibaret, siyasal, ekonomik (mali, finans, yapısal) kültürel, sosyal ve uluslararası ilişkiler /dış politika yön ve unsurlarıyla sürekli kriz üreten, yapısı gereği bu krizleri çözme kapasitesi olmayan siyasal İslamcı, muhafazakar, cinsiyetçi, otoriter, çatışmacı, ayrımcı, baskıcı tek kişi yönetimi, yarattığı belirsizlikler ve korku iklimi ile; eksikliklerini kendi dinamikleriyle çözme kapasitesi taşıyan, hukuk güvenliği temelinde, laik, özgürlükçü, insan haklarına dayalı anayasal demokratik parlamenter bir yönetim modeli arasındadır.
Bu yönetim modeli; kitlelerin demokratik kurallar çerçevesinde mobilize edilebileceği farklı politik projeleri ortaya koyacak; siyasi değişim süreci olarak demokratikleşme ve demokrasiyi birbirinden ayıracak, özellikle demokrasinin indirgemeci ve dar bir yorumla; “özgür ve adil seçimler olarak” yorumlanmasına karşı çıkacak, halkın siyasal süreçlerde olmasını sağlayacak dinamiklere sahip ve bu dinamikleri siyasal süreçlere katma araçlarını oluşturabilecek bir Meclis yapısı temelinde, çoğulcu demokratik kurumlar ve işleyiş biçiminden oluşacaktır.
- Bu seçim; tek’in yasama, yürütme yargı erkini şahsında topladığı, hukukun ve tüm toplumsal ilişkilerin, devlet (kamu/ özel ) kurum ve işleyişinin üstünde konumlandırıldığı bir rejime karşı; halkın bütün çeşitliliğiyle ne söylediğini dinlemeye hazır olunmasını değil, dinlemek zorunda olmasını gerekli kıldığının bilinciyle; demokratik siyasal pozisyonların çarpışmasına ve onların husumet/ zıtlıklar biçiminde ifade edilmelerine imkan tanıyan kurumlardan oluşan bir rejim arasındadır!
Bu rejimin oluşması halinde ancak, siyasalın husumet boyutu canlandıkça, demokrasinin amacı olarak görülen mutabakatın gerçekleşmesi de olanaklı hale gelebilir. Tartışma ve ikna diyalektiğinin, antidemokratik körü körüne itaatin yerine geçmesini sağlamanın olasılığı yaratılabilir ve ekonomik değerlerin yeniden bölüşümünü (ekonomik demokrasiyi) sağlayacak, toplumun demokratik olmayan güç ilişkilerini değiştirecek bir yapısal dönüşüm mümkün hale gelebilir.
- Bu seçim; “dinsel uzlaşı ile dinsel fanatizm” arasındadır! Devletin örgütlenmesinin, hukukunun oluşturulmasının ve işletilmesinin herhangi bir dinin anlayışları ve normları tarafından belirlenmediği (laiklik), buna bağlı olarak; yurttaşların kişiler olarak, dinlerinin olmasının, farklı dinlere sahip olması veya bir dine sahip olmamasının yurttaş olarak onların devletle ilişkilerinde, haklarını kullanmalarında bir fark yaratmadığı; akla, bilime, sanata, cinsiyet eşitliğine, aydınlanma ve çağdaşlaşmaya dayalı, özgür düşünme, kendi iradesi ve seçimleri doğrultusunda özgürce davranma, özgürce üretme ve iletişimsellik içinde olma ve bu olanaklara eşit erişim koşullarını sağlamayı temel alan, kültürel, akademik, sanat koşullarıyla kurumsallaşmış bir toplumsal yapı ve yaşam biçimi ile; bunlara karşı, hatta düşman olan, sosyokültürel ve siyasal yönleriyle toplumsal yapının bütününü belli bir dinin kuralları temelinde dönüştürmeyi amaçlayan, kamusal /özel ayrımı olmadan, tüm toplumsal alan ve mekanı tarikat ve cemaatlere açan dogmatik, cinsiyetçi, fanatik, ayrımcı, dayatmacı çağdışı bir düşünce, bir anlayış ve bunlara dayalı toplumsal, kültürel sosyal yaşam biçimi arasındadır!
Bu seçim AKP’nin, toplumu böldüğü, ayrıştırdığı dinsel, ahlaki, ekonomik, etnik karşıtlıklara ve ötekileştirmelere, inşa ettiği “disiplin ve denetim toplumu” koşullarına, kadın cinayetlerini ve kadına şiddeti sistematik hale getiren anlayışına, katilleri aklayan adaletine, kadın ve kız çocuklarını şiddete karşı koruyan İstanbul Sözleşmesi’nden çıkma kararına, tarikatlarda sistematik hale gelen çocuk tecavüzlerine, altı yaşındaki çocukla, depremde ailelerini kaybeden evlatlık verilen çocuklarla evlenebilir diyen karanlık zihniyetlere ve tüm muhafazakar, cinsiyetçi, gerici baskılara dur deme seçimidir!
- Bu seçim; yoğun emek sömürüsünün bulunduğu, sendikasız, güvencesiz ve ücretlerin çok düşük olduğu çalışma koşullarının dayatıldığı, toplumda muhtaç sayısının sürekli arttırıldığı, muhtaçlık/yoksulluk halinin ve karşılığında minnet duygusunun sürekli hale getirildiği, kamu ve doğal kaynaklarının talan edildiği, milyoner sayısını yüzde 60 arttıran, (Türkiye vatandaşlarının bankalarda bulunan toplam 1 trilyon 600 milyar lirasının, 1 trilyonunun yalnızca yüz kırk bin kişinin elinde bulunduğu) derin bir gelir eşitsizliğine dayalı, ekonomik sistem ile; kaynakların ve olanakların adil dağıtılacağı, sosyal ve ekonomik eşitsizliklerin giderileceği ve adil dağılımın temel alınacağı, kamucu yaklaşım temelli bir ekonomik demokrasiyi oluşturma olanağının yaratılması arasındadır.
Bu seçim, geniş ve yaygın kapatıp/ kuşatma mekanları düzenlemelerine dayanan; üretimi örgütlemek yerine vergilendiren, emekçi kesimleri yoksullaştırarak birbiriyle karşılaştıran ve içlerinden bölen, hayatı idare etmekten çok ölümü yöneten (madenlerde ve diğer iş yerlerinde sistematik hale gelen iş cinayetleri, örneğin İşçi Sağlığı ve İş Güvenliği Meclisi 2023 yılının ilk dört ayında 585 işçi, son yirmi yılda en az 31 bin 131 işçi yaşamını kaybetti) ranta dayalı sömürü düzenine dur deme seçimidir.
Bu seçim; deprem, sel gibi doğa olaylarını kasta varan ihmalleri ile halk için birer felakete dönüştüren, kentleri ve yaşam alanlarını birer meta, yalnızca rant yaratma ve paylaşma alanları olarak gören- depremlerin göstermiş olduğu üzere- halk için birer ölüm alanı haline getirmiş olan, deprem öncesinde risk azaltma çalışmalarını yapmayarak, sonrasında dört gün boyunca halkı yalnız bırakarak, arama –kurtarma çalışmalarını etkin şekilde gerçekleştirmeyerek, ölüm ve kayıpların artmasından sorumlu olan ve hala yerinde oturmayı sürdüren kurumsal yapısıyla bu anlayışa dur deme seçimidir!
- Bu seçim, uluslararası ilişkilerde “reel politik” anlayışın kurumsallaştırdığı “sürekli savaş” düzeninin, emperyalist, güvenlikçi işbirliği içinde sürdürülen mezhepçi bir dış politika ile, bu dayatmalara karşı koyacak antiemperyalist, barış temelli, tam bağımsız, tutarlı ve sürdürülebilir bir dış politika arasındadır.
TOPLUMSAL DEĞİŞİMİN UFKUNDA DURMAK
Türkiye’de, demokratik cepheleşmeyi dinamikleştirecek şekilde inşa edecek, insanların arzuları üzerine gerçek bir etkiye sahip çözümler yanı sıra, gelecek için umut vaat eden demokratik pratikleri gerçekleştirebilecekleri kollektif özdeşim biçimleri sunacak bir politika, ancak bu seçimin başarılmasıyla oluşacak koşullar içerisinde oluşturulabilir. Çünkü demokratik siyaset; çıkarlar ve değerler arasında uzlaşma sağlamakla veya kamu yararı hakkında müzakere etmekle sınırlandırılamaz, tutkuları demokratik tasarılar doğrultusunda harekete geçirebilmek için partizan bir karaktere sahip olmalıdır, sağ /sol ayrımının esas işlevi de budur. Dolayısıyla, Türkiye’de siyasetin halkla olan popülist çizgisini aşmak ve toplumsal bütünlüğü yeniden üretebilecek, toplumsal alandaki sosyal, ekonomik kültürel, ideolojik vb. çelişkileri, bölünmeleri aşabilecek inandırıcı program ve araçlar içerecek bir politika için tartışmalarının ötesine geçmek ve yurttaşlar olarak “etik politik bir müdahaleyi nasıl gerçekleştirebiliriz”? sorusuna yanıt oluşturmak zorundayız! Bu seçimleri kazanmak, politikayı yukarıdan değil, aşağıdan, içinde işlediği onay kanallarıyla, toplumsal rıza mekanizmalarıyla gözler önene serecek bir yüzleşme işlemini örgütlemek ve sorunun yanıtını oluşturacak yeni etik politik hat oluşturmak için, zorunlu bir koşul oluşturuyor.
* Hukukçu /Akademisyen
* Hanna Arendt (Fatmagül Berktay, Politikanın Çağrısı, Bilgi Ün.İstanbul, 2010, S.66)
Evrensel'i Takip Et