2 Nisan 2023 03:52

Sinan Araman: Doğa sömürüsü, katliamla sonuçlandı!

Dr. Sinan Araman iktidarın rant odaklı konut politikasını, güvenli ve nitelikli olmayan konutları, sermaye-yapılaşma ve iktidar politikaları arasındaki ilişkiye dair sorularımızı yanıtladı.

Sinan Araman: Doğa sömürüsü, katliamla sonuçlandı!

Fotoğraf: Volkan Pekal/Evrensel

Nisa Sude DEMİREL

Türkiye’de yapılaşma ve konut politikalarındaki problemler 10 ilde büyük yıkımlara sebep olan depremle beraber kendini bir kez daha gösterdi. Depremin ardından göç alan kentlerde ev kiraları yükseliyor, riskli bölgelerde yaşayan yurttaşlar kendi güvenliklerini tekrar sorgulayarak olası bir depreme karşı çözümler aramaya çalışıyor. Depremde denetimsiz ve rant odaklı bir yapılaşmanın ağır sonuçlarıyla karşı karşıya kalınırken tekrardan deprem bölgesinde bilimden uzak bir şekilde ormanlık alanlar ve tarım arazileri yapılaşmaya, ranta açılıyor. Türkiye’de konut politikaları üzerine çalışan Dr. Sinan Araman iktidarın rant odaklı konut politikasını, güvenli ve nitelikli olmayan konutları, sermaye-yapılaşma ve iktidar politikaları arasındaki ilişkiye dair sorularımızı yanıtladı.

"SOSYAL KONUT POLİTİKASI YOK"

Öncelikle nitelikli barınma hakkı nedir? Konutlar insanların ihtiyaçlarına uygun bir anlayışla nasıl inşa edilmeli? Şu an nasıl bir yapılaşma politikası izleniyor?

Barınma hakkı temel insan haklarından bir tanesidir. Evrensel İnsan Hakları Beyannamesi’nde de ülkelerin anayasalarında da geçen bir haktır bu. Başta dar gelirliler, yoksullar ve göçmenler olmak üzere tüm vatandaşların konut hakkının en sağlıklı biçimde karşılanması devletlerin sosyal yükümlülüklerinden bir tanesidir. Devletler bunu yerel yönetimlerle beraber gerçekleştirirler.

Yüksek deprem riski ve zorunlu kentsel dönüşüme rağmen sosyal konut politikası yok Türkiye’de! AKP iktidarı ile birlikte konuta tamamen bir yatırım aracı olarak bakıldı ve bunda ısrar etmekteler. Konut sadece bir kazanç sağlama aracı olarak düşünülüyor. Türkiye gibi neredeyse tüm coğrafyası deprem riski altında olan bir ülkede konut politikasının toplumun üstüne bir enkaz gibi çökmesi bu politikaların kaçınılmaz bir sonucudur!

Tamamen inşaat sektörünün kâr ve rant ‘ihtiyacını’ karşılayan bir politika yürütüldü ve yürütülüyor. Yapılan işler hiçbir biçimde toplumun sağlıklı barınma ihtiyacını karşılamaya yönelik değil, kâr ve kazanç odaklı süreçtir. İnşaat sektörü ve emlak piyasası AKP’nin temel dayanağına dönüştürüldü. Tabiri caizse AKP müteahhitlere, müteahhitler AKP’ye çalışıyor. Dünyada Çin’den sonra müteahhit sayısı en fazla olan 2. ülkeyiz. Avrupa Birliği toplamından daha fazla müteahhidi olan bir ülkeye dönüştük, tam bir müteahhitler cumhuriyeti.

"KENTSEL DÖNÜŞÜM YILLARCA İSTİSMAR EDİLDİ"

Deprem gerçeğine rağmen kentsel dönüşümün yıllarca istismar edildiği, şehirlerin betona gömüldüğü -bunu yer yer kendileri de itiraf ediyorlar- bir ülkede devletin kendisinin de yarattığı böyle bir facia ortamında hiçbir önlem alınmadı. Çünkü bunun üzerinden örülmüş çıkar ağları, rant ve sermaye birikimi, kazanç sağlama güdüsü, tıkanmış ekonominin çarklarını bu şekilde ayakta tutma isteği bizi bu sonuca getirdi.

Güya ‘depreme dayanıklı’ binalar inşa edildi ama yıkılan binaların yarıya yakını -hatta neredeyse yarısı- yeni yapılmış binalar. Yapı denetim şirketlerinin ranta alet olduğunu, göstermelik raporlar hazırlandığını, zemine uygun binalar yapılmadığını, yapılaşmanın nasıl plansız ve denetimsiz olduğunu hep beraber gördük. Zaten içinde nefes alamadığımız, rahatça yaşayamadığımız evler üzerimize yıkıldı. Yeniden yapılacak yapıların da bunlardan ders çıkarmadan, yangından mal kaçırırcasına inşasına başlanması bunun ne kadar insafsız, akla ve bilime aykırı olduğunu gösteriyor. Aslında üzerimize çöken AKP’nin dini imanı para olan politikalarıdır!

Sinan Araman (Fotoğraf: Kişisel arşiv)

"ÜZERİNİ ÖRTMEYE ÇALIŞIYORLAR ŞİMDİ"

Türkiye’de konut politikalarına dair kitaplaştırdığınız Türkiye’de Konut Balonu-İnşaat Gayrimenkul Furyası ve Türkiye Ekonomisi isimli bir çalışmanız var. Burada anlattıklarınız depremin ardından deprem bölgesi ve Türkiye’nin geri kalanında bize kendini nasıl gösterdi?

Ben kitabımda da defalarca belirttim. Kentsel dönüşümün nasıl bir sermaye birikimi, kazanç sağlama ve rant temelli zihniyetle yapıldığının üzerinde durdum. Bunu imar ve finans mevzuatındaki değişimler, kamu ihalelerindeki usulsüzlükler, hükümetin belirli büyük müteahhitlere kaynak aktarma mekanizmaları, mega projeler vb.  üzerinden gösterdim. Yani AKP iktidarı toplumun konut ihtiyacını ve zorunlu kentsel dönüşümü istismar etti bugüne kadar! Toplumun temel bir ihtiyacını birikim, yatırım, rant ve spekülasyon aracına dönüştürdü. Biraz birikimi olan halka konutu bir yatırım aracı gibi sunarak toplumu da aracı ettiler buna. Ormanları, tarım alanlarını, kamusal alanları müteahhitlere peşkeş çekmekle kalmayıp, afet toplanma alanlarını dahi imara açarak memleketi betona gömdüler! Doğanın katliamı sonunda insanların katliamına dönüştü. Utanmadan adına “kader planı” diyerek kendi sorumluluklarının üzerini örtmeye çalışıyorlar şimdi de.

AKP döneminde büyük müteahhitlere kaynak transferi sağlamak için boş yere yapılan köprülere, kentlerin çok uzağında devasa şehir hastanelerine, eskileri geliştirmek yerine yeni yapılan lüks otobanlara, hiçbir yolcunun kullanmadığı havalimanı yapımına tanık olduk. Ve son yaşadığımız depremde bunların nasıl üzerimize çöktüğünü gördük. Hastaneler çöktü, havalimanı kullanılamaz hale geldi, keza otoban aynı şekilde! Biz bunun faturasını sadece depremle de ödemiyoruz. Deprem bunun en ağır sonucu ama yıllardır geçmediğimiz gereksiz yere yapılan yolların, köprülerin, barajların masrafını Hazine garantisi ve ucuza kamu kredileri ile halkın sırtına bindirdiler. Bu faturaları daha yıllar boyu ödemeye de devam edeceğiz. Her anlamda altında kalıyoruz biz bu enkazın.

"BU TEK KELİMEYLE İNSAFSIZLIKTIR"

Depremin ardından deprem bölgesine yakın iller başta olmak üzere göç yoğunluğunun olduğu pek çok yerde kiralar arttı. Bunun sebebi nedir, bunu kontrol altında tutmak için nasıl bir yol izlenebilir?

Bu tek kelimeyle insafsızlıktır. Üzerine çok konuşulacak bir şey de değil. İnsanların bu kadar mağdur olduğu bir ortamda kira fiyatlarını artırmak ancak 20 yıllık bir toplumsal yozlaşmanın eseri olabilir. Bunu bir fırsatçılık olarak kullanmak ve bunu bir kazanca çevirmek insani değerlerin kaybı yani toplumsal yozlaşma ile açıklanabilir.

Türkiye genelinde de deprem bölgelerinde de ciddi bir baraj konulması gerekiyor. Çünkü pek çok depremzede başka şehirlere gitmek zorunda kaldı. Halihazırda var olan yüzde 25’lik kira artış barajı daha da aşağı çekilebilir ama en önemlisi bu baraja uyulmasını yasal denetim altına almak. Zaten son 20 yıldır konut fiyatlarında ciddi bir artış var ve bazı ev sahipleri bunu bir fırsata çeviriyor. Bu da hükümetin 20 yıldır perçinlediği bir toplumsal ruh hali ve konutla köşeyi dönme anlayışını, konut yatırımı yaparak bunu fırsata çevirme gösteriyor bizlere.

"HÜKÜMETİN ARKASINDAKİ EN BÜYÜK GÜÇLERDEN BİRİ MÜTEAHHİTLER"

Peki hükümetin izlediği inşaat politikalarını göz önünde bulundurduğumuzda, iktidar artan nitelikli barınma hatta yalnızca barınma sorununa bir çözüm bulmaya yanaşır mı sizce?

Biliyoruz ki Türkiye’de inşaat şirketlerinin elinde ciddi bir boş konut stoku var. Bir ila bir buçuk milyon gibi bir sayı olarak ifade ediliyor bu. İzmir, İstanbul, Ankara gibi büyük şehirlerde ev sahiplerinin elinde de ciddi bir boş konut stoku var. Kiraya verilmemiş bir ila iki milyon arasında ev var büyük şehirlerde. Boşta bekleyen pek çok konut var. Öncelikle inşaat şirketlerinin elindeki boş konutların, kamulaştırılarak ihtiyaç temelinde dağıtılması gerekirdi. İkincisi de ev sahiplerinin elindeki dairelerin yaptırımla daha düşük fiyatlara, belki asgari ücretin yarısını geçmemek üzere -ki normalde yüzde 20-25’ini geçmemesi gerekiyor- kiraya verilebilirdi.

Ama bir kesimin bunu fırsata çevirmesiyle beraber asıl hükümetin kendisinin bunu fırsata çevirdiği bir durum söz konusu. Daha deprem bölgesinde enkazlar dahi kaldırılmamışken inşaat şirketlerine ihaleler verildi kapalı kapılar ardında. Enkaz kaldırılmadan inşaatlar başlayacak dendi. Daha insanların geçici barınması sağlanmamışken, çadır kentler kurulmamışken, prefabrik evler yapılmamışken, altyapılar, temel ihtiyaçlar sağlanmamışken inşaat yapımına başlandı. Bu ancak Türkiye’de karşılaşabileceğimiz bir şey, hiçbir yerde böyle bir şey duymadım ben.

Bu da hükümetin arkasındaki en büyük güçlerden birinin müteahhitler olduğunu doğrular nitelikte. Karşılıklı bir çıkar ilişkisi içinde müteahhitler hükümete, hükümet müteahhitlere çalışıyor. İnşaat sektörünün ayakta durması adına hükümetin gözü hiçbir şeyi görmüyor, insan ölümlerini bile görmeyen vicdansız, ahlaki olmayan bir noktadalar. Türkiye toplumu olarak içimiz yanıyor ama onlar bunu bir fırsata çevirme çabasındalar.

"KENT PLANLAMASI ŞART"

Peki böyle bir anlayışa karşı daha nitelikli barınma koşulları oluşturmak için ne yapılması gerekir?

Muhalefetten başlayarak hep beraber, buna bir dur denmesi gerekiyor. Bütün aklı başında insanlar olarak bunun önüne geçmemiz, yaşanabilir, depreme dayanıklı, ekolojiyle barışık ve insanların sosyal konut ihtiyacını karşılayan bir kentsel dönüşüm için mücadele etmemiz gerekiyor. Bunun için de kent planlaması şarttır. Bu planlama sürecine deprem bilimci ve kent bilimcilerin, mimar ve mühendis odaları başta olmak üzere ilgili meslek odalarının, muhtarlık dahil yerel yönetimlerin ve elbette dönüşmesi zorunlu hane sahiplerinin katılması gerekir. Kent ve konut sorunu üzerine toplum aydınlatılmalı ve kazanç sağlama ve rant elde etme odaklı politikalardan vazgeçilmelidir. Aksi takdirde bu kentler üzerimize yıkılacak. Türkiye’nin pek çok yeri deprem riski altında ve insanların içinde nefes alabileceği, güvenli evler ve kentler inşa etmek öncelikli gündemimiz olmak zorunda. Türkiye halkını bekleyen olası enkazlardan kurtulmanın tek yolu gerçekten akla, bilime dayalı, halkın sağlıklı yaşama ve barınma hakkını gözeten bir kentsel dönüşüm politikalarının geliştirilmesi en acil gündemlerden biridir. Umarım süreç böyle gelişir, aksi durumda daha büyük enkazlar ve acılar kaçınılmaz!

Evrensel'i Takip Et