30 Mart 2023 04:30

Vatandaşın cüzdanı ile siyaset satılıyor

Kooperatif marketlerde fiyatların sabitleneceği duyurusu, çaresizliğin reklamı. Bu, başlı başına bir telaşın göstergesi olmasının dışında, fiyatları daha da hızlı bir şekilde yukarı taşır.

Fotoğraf: DHA

Paylaş

Serpil İLGÜN

AKP Genel Başkanı ve Cumhurbaşkanı Erdoğan, “yol ayrımı” dediği seçime giderken depremin ağır sorunlarında olduğu gibi, iki yakamızı bir araya getirme mücadelemizin her gün nasıl daha da zorlaştığının değil, “müjdelerin” konuşulmasını istiyor. Nitekim, seçim sayacı ilerledikçe iktidar cephesinde içinde “müjde” geçen açıklamalar artmaya başladı. Anlaşılan o ki, Erdoğan’ın seçimleri alma yönündeki kritik hamlelerinin önemli bir bölümünü ekonomik alanda yapacağı “iyileştirmeler” oluşturacak. Geçtiğimiz günlerde yıllarca dokunmadıkları sefalet düzeyindeki emekli maaşının 2 bin lira arttırılarak 7 bin 500 TL’ye çıkarılması, emekli ikramiyelerinin 1000 TL arttırılması, et ve süt marketlerinde kıyma ve kuşbaşı et fiyatlarını sabitlenmesinin ardından, açlık sınırının altındaki asgari ücreti yükseltme sinyalleri de verilmeye başlandı.

Erdoğan’ın “Daha da düşecek” dediği enflasyon TÜİK’e göre yüzde 55, Enflasyon Araştırma Grubuna (ENAG) göre ise yüzde 126’da. Ancak çarşı pazar deneyimlerimiz TÜİK verilerini değil, iktidarın hedefindeki ENAG’ı haklı çıkarıyor.

Enflasyondan cari açığa, hepsinin yoluna gireceği, hatta “Ekonominin uçacağı” iddiasıyla Eylül 2021’de geçilen yeni ekonomik program çoktan çöktü ve altında yine biz emekçiler, yoksullar kaldık. Hemen her gün yoksulluğun nasıl derinleştiği ve yaygınlaştığına dair veriler yayımlanırken, iktidar çevreleri ise Merkez Bankasından Hazineye, ekonomideki çöküşü gizleyemiyor. 

ENAG Kurucusu Prof. Dr. Veysel Ulusoy’la, seçime giderken ekonominin halini ve iktidarın ekonomi hamlelerini konuştuk. Bütçe açığından depreme, tarihi seviyeye varan cari açıktan seçim harcamalarına, ortaya çıkan devasa maliyet, dibe vuran ekonomiye nasıl etki edecek? Bedeli kime yüklenecek? ‘Seçim rüşvetleri’ oy kaybını önleyebilir mi? 14 Mayıs’taki muhtemel iktidar değişiminde ekonomide işler kısa vadede yoluna girebilir mi?

Veysel Ulusoy yanıtladı.

 İktidar ENAG’ın aksine enflasyonun düştüğünü, daha da düşeceğini iddia etmeyi sürdürdüğü için önce, hatırlatır mısınız, enflasyon düşüyorsa neden gıdadan kiraya, giyimden ulaşıma her şey pahalanmaya devam ediyor?

Bu söylemi çok ciddiye almamamız gerektiğini öncelikle özellikle vurgulamak isterim. Birkaç nedenle bunu açıklıkla vurgulamak sanırım faydalı olacaktır. Öncelikle enflasyon, fiyatların devamlı artması demektir. Diğer bir ifadeyle enflasyon sepeti içinde bazı durumlarda ucuzlayan bir ürünün olmasına rağmen genel fiyat seviyesinin devamlı yukarılara gitmesidir. Akıl dışı bir oran olarak gözüken yüzde yirminin anlamına baktığımızda, zaten TÜİK’e göre yüzde 90’ları bulmuş bir artış oranının üzerine bir de yüzde 20 daha eklememiz anlamına gelmektedir. Yani hızlı artışın üzerine, yavaşlayan ama devamlı uyarılara giden fiyatları görüyoruz.

Diğer bir açıdan baktığımızda ise resim çok karanlık gözüküyor. TÜİK’in bize sunduğu zorlama resmi verilerin gerçek hayatta hiçbir karşılığının olmadığını artık vurgulamamız gerekiyor. Bunu zaten fakirleşen, alım gücü sürekli düşen çalışanlardan ve onların ailelerinin yaşam tarzında görüyoruz. Veriler doğru olsaydı, zaten çalışanlara yapılan enflasyon oranı kadar maaş/ücret artışı alım gücünü en azından sabit tutacaktı. Bunun gerçekleşmediğini açıkça görmekteyiz.

Diğer bir nokta ise, çalışanların çoğunluğunun özel sektörde olduğu gerçeğidir. Bu kapsamda son yıllarda özel sektörün ürünlerine yaptığı zamların maaş artışlarını çok aştığını görmekteyiz. Maaş artışlarını sadece resmi verilere göre ve çoğu zamanda onun altında yapan özel sektörün de (perakendede bu fark oldukça aşikar) kira ve sermaye mallarının fiyat artışlarından etkilendiğini görmekteyiz.

FİYAT SABİTLEME İTİRAF VE ÇARESİZLİK

Enflasyonun düştüğü, vatandaşın rahatladığı propaganda edilirken, iktidar gazeteleri manşetlerinden kooperatif marketlerinde gıdadan temizliğe 900 ürünün fiyatının ramazan ayı boyunca sabitleneceği müjdesini veriyor. Verilen fiyatların karşılığının olmaması bir yana, bu müdahale pahalılığın, vatandaşın alım gücünü tükettiğinin itirafı değil mi? Ve madem fiyatlar sabitlenebiliyor, neden sadece ramazan ayı için?

Haklısınız. Bu açıkça bir itiraf ve aynı zamanda bir çaresizliğin reklamı. Kooperatiflerin enflasyona bir çare niteliğinde olması hayali yanında, sabitlenen bir fiyat stratejisi sadece bir aylık enflasyonun yüzde yarımı kadar sorunu örten niteliğe sahip olabilir. O da belki... Enflasyon yapısı ve yapışkanlığı nedeniyle böyle sabitleme uygulamalarına çoğu zaman ters tepki verir. Zaten özü itibarıyla fiyatları sabitleme haberi bile başlı başına bir telaşın göstergesi olur ve fiyatları daha da hızlı bir şekilde yukarı taşır.

Özetle, özellikle ramazan ayı vurgusuyla fiyatların sabit tutulacağı haberi bir propaganda, bir seçim vurgusudur.

İTHALATI YAPAN DEĞİL YAPTIRAN DEVLET

Et süt kurumları önünde uzayan ucuz et kuyrukları gizlenemeyince ve elbette seçim de kapıda olduğu için Erdoğan “Et, Süt Kurumunda kuşbaşı et 129, kıyma 119 TL’ye sabitlendi” dedi. Erdoğan’ın bu müdahalesi ne anlatıyor?

Bunun böyle olması, telaşın et ve özellikle de kırmızı et piyasasında olması doğal. Biz bu kırmızı et fiyatlarındaki dalgalanmayı taa 2010 yılından bu yana yaşıyoruz. Hükümet etin mutfakla buluşmasının çözümü kapsamında tüm bu fiyat söylemlerini piyasasının yüzde sıfıra yakın bir oranını temsil eden EBK bünyesinde yaparak bir kontrol mekanizması kurduğu fikrini yaymak istiyor.

Böyle durumlarda ne kırmızı et, ne de başka bir ürünün fiyatını sabitlemek ya da azaltmak mümkün değildir. Fiyat artışları ile mücadele daha çok makroekonomik bir konu, daha çok verimlilikle ilgili bir konudur. Yoksa kontrol mekanizması kurarak, haber etkisiyle fiyatları ayarlamak ekonomi bilimi dışında baskıcı bir siyaset yaklaşımıdır. Böyle bir sabitleme esasında satıcının zarar etmesi (burada EBK) ve bu piyasa fiyat farkının da yine vatandaşın omuzlarına yüklenen maliyetle çözülmesi giderilmesi demektir. Diğer bir ifadeyle vatandaşın cüzdanı ile siyaset satmaktır.

 Et bahsinde şunu da soralım, et fiyatları ne zaman gündeme gelse arkasından et ithalatı haberleri geliyor. Günün sonunda ucuzlama getirmediğine göre, iktidar neden her seferinde ithal kartını çıkarıyor?

Bu durum bir tehdit unsuru olmasa da, buğday ya da genel olarak hububat için de yapılıyor. Kırmızı et piyasasında durum biraz daha farklı. Hayvancılığın, inanılmaz bir şekilde uygulanan tarım ve hayvancılık politikalarıyla durma noktasına getirildiği ülkemizde, çaresizliğin verdiği bir telaşla ithal et kartının ortaya atılması bir zorunluluktan kaynaklanıyor esasında. Diğer bir ifadeyle kırmızı et üretiminin iç talebi karşılayamaması nedeniyle, zaten sürekli bir şekilde ithalat yapmaktayız. Bunun bir kart misali ortaya atılması, sanki bir politika uyguluyoruz havası vermekten başka bir şey değil.

Burada temel olarak iki konuyu irdelemek lazım. İlki, sürekli ithalat yapılan bu piyasada devletin ithalatı yapan değil, yaptıran olarak bir rolü olduğu çok açık. Yani ithal gücü ve ekonomik araçları (tarif, kota vb.) olan devletin bu gücünü özel sektörde bir ya da birkaç kuruluşa devrettiğini ve bunlara sürekli gelir transferi yarattığını biliyoruz. Kırmızı ette yaşanan sıkıntı esasında birkaç kurum ya da kişinin zenginleşmesini ortaya çıkarmakta, bu ise sorunu daha da derinleştirmekte.

İkinci nokta ise, özellikle pahalılık ve gelirsizlikten kaynaklanan kırmızı et tüketimindeki azalışın bile piyasayı dengeye getirmediğini görmekteyiz. Modern ekonomilerdeki birey başına et tüketiminin çok altında kalan ülkemizde, temel olarak böyle basit konuları tartışmak inanın çok acı veriyor insana.

GELİR SEVİYESİNİN DÜŞÜŞÜNÜ SADECE OY ORANINA ENDEKSLEMEK BÜYÜK HATA

Depremden önce ekonomik krizin Erdoğan rejimini zorlayacağı tespitleri yapılıyordu. Nitekim sosyal desteklerin arttırılması, vergi borcu afları, asgari ücretin yükseltilmesi, EYT gibi adımlar geldi. Seçime giderken geçtiğimiz hafta da en düşük emekli maaşına ve emekli ikramiyelerine zam geldi. Asgari ücretin de arttırılabileceği söyleniyor. Bu hamlelerle Erdoğan, tenceresinin kaynamasını, çocuğuna beslenme koyabilmeyi, kirayı ödeyebilmeyi düşünen emekçilerin desteğini alabilir mi?

Türkiye’de oy davranışı temel olarak taraftarlık olgusuyla açıklanır. Katı bir oy geçişkenliği normal şartlarda ortaya çıkmaz. Öte yandan her ekonomik sorun hükümet eden partinin oylarında bir azalmaya neden olur. Bunu kovid-19 süreci sonrasında gördük. Depremde ise oy oranlarındaki azalmayı istatistikler bize sunuyor. Esasında yaşanan krizleri, gelir seviyesindeki düşüşü ve geleceğe olan umudu kaybetmeyi sadece oy oranına endeksleyip yorumlamak da oldukça büyük bir hata.

Bu kısır tartışmalarla belirli bir alana çekilen halk, dertlerini sunacak bir mecra bulmaktan yoksun bırakılmaktadır. Böyle olunca da sadece gelecek olan seçimi bekleme ve oyunu verme davranışı dışında bir tepki ortaya koyamamakta. İsrail’de yaşanan ve siyasetin hukuku boyunduruğu altına almak istemesine karşı gösterilen tepki ile karşılaştırdığımızda bunun ne demek olduğunu sanırım vurgulayabilmişimdir. Yoksa bayram ikramiyesi, EYT adımı ve benzeri konular normal şartlarda sistem tarafından çözülüp önümüze konması gereken konular olacakken, dar kapsamda halkın aylarca tartıştığı bir konu haline getirilip önümüze konmaktadır.

Kirasını ödemekte zorlanan, mutfaktaki yaşanan yangını söndüremeyen ve asgari ücrete talim eden bir emekçinin oyunun nereye gitmesini bile tartışmak başlı başına sorunun kendisi sanırım.

PARA BASMAK SÜREKLİ FAKİRLİK DEMEKTİR

2023 yılı merkezi yönetim bütçesinden 660 milyar açık bekleniyordu ve bunun yüzde 31’inin daha ilk iki ayda gerçekleştiği belirtiliyor. Buna EYT, içinde emekli maaşına zam gibi rüşvetlerin de olacağı seçim harcamaları ve de tabii depremin Erdoğan’a göre 104 milyar dolarlık maliyeti eklendiğinde beklenen açık tutturulmayacak. Bu tablonun enflasyona, dövize yansımaları nasıl olacak? Ve halka nasıl yansıyacak?

Enflasyon başlı başına artık bir sorun. Seçim sürecinin de etkisiyle zaten inanılmaz bir şekilde dağılmış merkezi bütçe dengesinin yeni harcamalar ve merkez bankasının hazineyi fonlamasıyla daha da bozulacağı ortada. Hükümetin izlediği tek politika, günü kurtarmak için nakit akışını devam ettirebilme üzerine kurulan süreçtir.

Uygulamaların bize verdiği resimde bütçe açığı, fazla vergi, düşük gelir ve sonuçta zaten yaşanan hiperenflasyonun varlığı kaçınılmaz olarak karşımızda duruyor.

Seçime giderken bütçe açığının yanı sıra, ocak ayındaki 9.8 milyar dolarla rekor düzeyde artan cari açığın etkilerini tutabilmek için iktidar ne yapıyor? Borçlanma, para basma gibi yollara başvurulmasının kaçınılmaz olduğu belirtiliyor. Bu yola gider mi, kısa vadede etkili olur mu ve bunun maliyeti ne olacak?

Hükümet yaklaşık son 5 yıldan beri bu yola başvuruyor. Para arzının seyrine baktığımızda bunu zaten açıkça görüyoruz. 2018 yılının şubat ayından günümüze yaşanan ekonomik kriz ve irili ufaklı döviz şoklarının ortaya çıkardığı yüksek enflasyonla aynı seyirde giden para arzı artışının, toplanan vergi gelirleriyle beraber bile mali dengeyi sağlamadığını da vurgulamamız gerekir.

Şunu açıklıkla söylemek zorundayız. Üretimden kaynaklanmayan bir parasal genişleme devamlı bir fiyat artışı baskısı yaratır. Üretimden çıkmış bir devlet yapısıyla ve sürekli ekonomik kriz içindeki bir özel sektör temelli bir ekonomide para basmak ve harcamaları bu kanalla telafi etmek halkın mutfağındaki besinde azalma, sürekli fakirlik demektir.

ÇIKIŞ MÜMKÜN AMA ZAMAN ALACAK

14 Mayıs’ta iktidar değişimi durumunda altında bırakıldığımız ekonomik yıkımdan kurtulma beklentimiz yüksek. Ancak bu ne kadar mümkün? Nasıl adımlar atılırsa rahatlama sağlanabilir?

Bu her zaman mümkün ve çıkışın politikası da hazır. Ama bunun zaman alacağını ve öncelikle hasar tespiti sonrası kademeli olarak çözümün aşamalarının ortaya konmasının gereğini bilmemiz lazım.

Detaylı bir sanayi politikası ile ortaklaşa giden bir tarım ve hayvancılık politikası sürecin can damarını oluşturacaktır. Ama söylediğim gibi, öncelikle hasar tespitinin yapılması ve özellikle devlet bankalarındaki yapının ortaya konması zorunludur.

Sizce Millet İttifakı bu vaade halkı ikna edebiliyor mu?

Onu Millet İttifakına bırakalım isterseniz. Ama ittifakın ekonomi yönetimindeki yapısına baktığımızda bunun zor olmayacağını belirtebilirim.

Emeğin gayri milli hasıla içindeki değeri 2016’dan bu yana sert düşüşünü sürdürüyor. DİSK AR’a göre 2016’da GSYH içinde yıllık yüzde 36.3 olan emeğin payı 2022’de yüzde 26.5’e düşerken, sermaye payı 2016’da yüzde 47.5’ten 2022’de yüzde 54.5’e yükseldi. Millet İttifakı bu tercihi değiştirebilir mi?

Zaten yapmak zorunda. Millet ittifakı sanayi ve tarımsal üretimi artırırken, reel ücret ve ücretin ulusal gelir içindeki payını artırmayı amaç edinmiş bir ekonomi politikasına sahiptir. Bunu gerçekleştirecek insan sermayesi, liyakat düzeyi ve kararlılığa sahip bir takımın orada olduğunu biliyorum.

ÖNCEKİ HABER

Ağrı'da fırtınada ağaç devrildi: 7 öğrenci yaralandı

SONRAKİ HABER

CHP Parti Sözcüsü Faik Öztrak: İnce ile gündem diğer partilerle yapılan görüşmelerden farklı olmayacak

Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa