2 Şubat 2013 07:53

Hayat bazen sıkıcı, bunu kabul edelim

Devrim Acaroğlu / Çağdaş Günerbüyük

Devin Özgür Çınar’ın oyunda canlandırdığı, buna şaşıran, kiracıdan iş ve aslında başka bir hayat isteyen bir kapıcı kadın. Oyunun, her biri hayali bir dünyada yaşıyormuş kadar tuhaf duran kişileri içinde, bitmeyen dırdırı ve talepkarlığıyla en fazla tanıdık gelen ve seyirciyi ilk şaşırtan o.

Çınar’ı, tiyatronun dışında, sinema ve televizyonda da, seyirciye yakınındaki biriymiş gibi gelen karakterlerle tanıyoruz. İkinci Bahar’ın Cennet’inden Yeni Kiracı’nın kapıcı kadınına kadar, birbirine pek benzemese de, “bizden” kişilerle karşımıza çıkabilmesinin sebebini anlamak istedik. Alışveriş ve mülk edinmeyle doldurulmaya çalışılan boşluklardan başlayarak hayat üstüne çok şey konuşmak mümkün oldu.

İonesco Yeni Kiracı’yı 60 yıl önce yazmış. Yazıldığı dönemde olduğu kadar abartılı değil sanki oyun bugün?

İkinci Dünya Savaşı sonrası, her şeyin dibe vurduğu dönemde yazıyor Yeni Kiracı’yı İonesco. Aslında normal görünen ama İonesco yazınca ne kadar saçma olduğunu anladığımız bir hayat var oyunlarında zaten. 60 yıl önce, anlamsızlık duygusuyla savaşan insanın hissiyle şimdiki insanın hissi arasında çok büyük fark olmadığını düşünüyorum. Fark belki sadece, bugünün insanının alışveriş yapmaktan zevk aldığını ve bunun kendisini rahatlattığını itiraf ediyor olması olabilir. 60 yıl önce ancak büyük bir savaşın ardından hissedilen duyguyu biz artık olağan gündelik hayat içinde hissedebiliyoruz. “Alışveriş yapmayı çok seviyorum, beni rahatlatıyor” saçmalığı o kadar kanıksandı ki, “iyi geliyorsa yap” demekten başka bir şey gelmiyor elimizden. Kimse “neden ben sürekli alışveriş yapma ihtiyacı duyuyorum, benim başka bir meselem mi var”a takılmıyor. Birini sevdiğini, “bana iyi geliyor” şeklinde ifade etmek mesela, çok ayıp, çok korkunç değil mi!

Mobilya sever gibi…

Evet, onu aldım, onu beğendim gibi. “Bana iyi geliyor” ne yahu, bir insandan bahsediyorsun. Tabii ki bu laflar her seferinde “vay be” dediğim, beni şaşırtan şeyler değil artık, kocaman olduk. Ama yaşadığı sıkıntıyı alışverişle aşmaya çalışan insan karşısındaki hissim de değişmiyor. Her sıkıntı aslında biraz da büyümekle ilgili bir şey ya, hayat da sıkıcı tarafları olan bir şey ya... O sıkıcılığı kabul etmek zorundayız. O sıkıcılıkla bir an olsun karşı karşıya kalmamak için bu kadar alışveriş yapmak... İonesco’nun bütün mahareti tam da burada; insanların aslında pek çok şey yaşayıp hiçbir şey olmamış gibi yapmasını, hiçbir şey bir başka şeye evrilmiyormuş gibi, kimse dönüşmüyormuş gibi zannetmelerini ve sürekli bu sıkışmışlığı tekrar ediyor olmalarını bize gösteriyor oluşu.

Artık kimse alışverişe neden bu kadar ihtiyaç duyduğunu tartışmıyor dedin ya... Alışverişin neyi örttüğünden bahsedelim mi?

Hayat herkese göre çok farklı şekillerde okunan bir şey ama genel geçer doğruları var insanların. Hayatın kısa olduğu, kendini çok fazla üzmemen gerektiği, çok sorgularsan işin içinden çıkamayacağın, önemli olanın yaşadığın anın tadını çıkarmak olduğu gibi mottolar var, sürekli bunlar pompalanıyor. Bir yandan da çok büyük bir hız var zaten. Süratle akan hayatın içinde, biri olmazsa diğeri sana “iyi gelir” diye düşünüyorsun ama bu tok olduğun halde sürekli atıştırmak gibi geliyor bana. Senin asıl doyurman gereken şey açlığın değil yani. Satın aldığın şeyi arkadaşların yanındayken masanın üzerine koyduğun anı hayal ediyorsun mesela. O halin, bir anda sana küçük bir tatmin sağlıyor ve hemen satın alıyorsun onu.

Eskitilmiş kıyafetler giyme var bir de ya... çok dikkat çekici... Sen kendini, parkanın çağrıştırdığı şeyler içindeymişsin gibi mi hissetmek istiyorsun, al bak sizin için eskittik, diyorlar. Halbuki o parka, onu bir ay üzerinden çıkartmadığın için eskir ya... Çıkartamazsın çünkü öyle bir şeyle uğraşıyorsundur ki, o parka lekelenir, paralanır ve o yüzden o hale gelir. Hiçbir emek vermeden o imaja sahip olmak istiyorsun. Ben seninle yolda karşılaştığımda; bu adam acaba dağcı mı, solcu mu, gerillacı mı diye düşünürken sen aslında o kıyafeti beş dakika önce almışsın... Sen on dakika önce başka biriydin yani. İşin buraya gelmiş olması çok fena değil mi? Kimsenin kendi sesini çıkarmaya, kendisi olmaya gücü de isteği de yok gibi. En korkutucusu da bu isteksizlik…

Yeni Kiracı'nın yukarıda konuştuğumuz sebeplerle tutunduğu eşyaları hayatında başrol oynar hale geldiğinde ne olacak?

Hayatta hiç ihtiyacın olmayan şeylere abanıyorsun. Oysa başka şeylere ihtiyacın var... Ama onlarla da ilgilenmek gerekiyor. Çok büyük bir karanlık gibi aslında adamın o hali. Eşyaları dışında hiçbir şeyle hiç kimseyle ilgilenmiyor.

Birini ağırlayabileceği bir alan dahi yok evde...

Hiçbir iletişimi yok ki, bunu talep etmiyor da. İonesco’nun 60 yıl önce sorduğunu biz de sorabiliriz: Hayatla bir ilişki halinde misin gerçekten yoksa adamın yaşadığı gibi eşyalar ya da başkaca kendi koyduğun engeller nedeniyle hayata ulaşamıyor musun? Hayattaki herhangi bir şeyi sevmek, yapmak falan... bunların önü o kadar kapalı ki artık. Bizim oyundaki adam, kutusunu dahi açmadığı eşyaların arasında, yaşadım sanıp, ölüp gidecek mesela. Şimdiki çocuklar bunu hayatın bir gerçeği gibi algılayarak büyüyor; “Abi o montu alamadı ya ondan morali bozuktur” diye birbirlerine anlayış gösteriyor olabilirler pekala.

‘Giyecek hiçbir şeyim yok’ var mesela... Gardırop dolu ama...

“Bugün Ne Giysem” diye bir yarışma programı var ya... O programı bayağı izliyordum bir ara. Şöyle şeyler oluyor çünkü; “O ayakkabıyı nerden aldın?​” İşte şurdan... “Ne kadara aldın?​” 30 liraya. “30 liraya ayakkabı mı var?​” diyor mesela. “Ama o pantolon seni köylü göstermiş” falan. İnsanların suratına “fakirsin, çirkinsin” demedikleri kalıyor, demiş de olabilirler aslında. Kız da “Çok teşekkür ederim eleştirileriniz için. Bir daha giymem” diyor. İonesco az bile yazmış diye düşünüyor insan.

FOTOĞRAFININ BEĞENİLMEMESİ NE KADAR DA ÇILDIRTICI

Twitter, facebook falan bu iletişimsizliği gizlemek için hayli işe yaramıyor mu?

Bir şeyi gerçekten yaşıyorsan yaşıyorsundur. Sonra bir anıya dönüşür -aradan çok zaman geçmesi de gerekmiyor ama- ve ondan söz edebilirsin. O esnada paylaşmak aslında o anı gerçekten yaşamadığını gösteriyor. Ucunda kıyısında duruyorsun hayatının, derinleşmek istemiyorsun. Derinleştiğinde daha zor bir hayat var çünkü, sıkıcı olduğunu kabul etmek lazım o zaman. Hayatla gerçek bir ilişkiye girmek hiç kolay olmadığı gibi ilgilenilen bir şey de değil. “Otur evinde sıkıntıdan patla ama yine de twitter’da bu kadar zaman geçirme” diyesim geliyor bazen bazı arkadaşlarıma. Ama biliyorum ki o arkadaşım da ancak yaptıklarından bahsettiğinde, hafta sonu nereye gittiğini, ne kadar mutlu olduğunu paylaştığında, hayatını başkalarına onaylattığında gerçekten yaşadığını hissediyor. Fotoğrafı beğenilmezse, bir sessizlik olursa hayat çok çıldırtıcı olur. Oysa hayat o sessizlik içinde ne yaptığınla alakalı.

DÜNYADAN ALACAKLI OLDUĞUNU DÜŞÜNEN BİR KAPICI

Buraya kadar konuştuklarımızın hepsi apartmana gelen Yeni Kiracı’nın hikayesi... Peki senin canlandırdığın kapıcı kadın neresinde bu hikayenin?

O, dünyadan alacaklı olduğunu düşünüyor bir kere. Bir tür delilik halinde, sadece kendi dertleriyle ilgilenen, karşısındakinin onu yok saydığını bile fark etmeyen biri. Yeni Kiracı’nın evinin temizliğini o yapmak istiyor. Bu isteğinin altında “zaten siz çok kazanıyorsunuz, siz yaşıyorsunuz bu hayatı, bırakın biz de yaşayalım” var. Hayatın sertliği karşısında ne yaparsa hakkıdır gibi bir hali var. Bilmiyorum o öyle düşünüyor mu ama ben onun içine doğru düşündüğümde “madem sen altıncı katta oturabiliyorsun, bu eşyaları bu şekilde dizmişsin bana da istediğimi vermeye mecbursun, bizi de görsen ne olur” gibi düşünüyorum. Aynı zamanda o apartmanın her şeyi olmak istiyor, her şeyi duyan, her şeyi bilen. “Aslında hepiniz benden sorulursunuz” havası da var. O da hiç işine yaramayan şeylere tutunuyor hayatta.

Perdede seyircinin yakınlık kurduğu, kendi gibi sıradan insanlara benzetebildiği gerçek bir karakter oldun hep. Bunun ayırd edici bir özellik olması belki saçma ama bizde kadın karakterler için bunu söylemek genelde pek mümkün olmaz ya...

Eğer öyleyse, bir yakınlık hissediyorlarsa bu güzel bir şey galiba. İkinci Bahar gibi sevilen bir dizide Cennet gibi özel bir karakterle tanınmamın etkisi olabilir bu algıda. Çok klasik bir cevap olacak belki ama öğretmen çocuğuyum ben, herhangi bir aileden geliyorum. Hiçbir zaman prenses falan gibi büyütülmedim. “Hayat var, hayat zor” diyen bir annem vardı. Babamı küçük yaşta kaybettiğim için sorumluluk duygusu biraz fazla biri olabilirim. Bir mağduriyet üzerinden söylemiyorum bunu ama biraz erken yaşta hayatın altından kalkmak durumunda kaldım galiba. Bazı kızlar “aman da benim kızım ne güzel” denerek büyütülür, bazıları “çalışmazsan okumazsan bir şey olamazsın” denerek... Sınıfı geçmemek, zayıf getirmek gibi bir ihtimalim olmadı. Derslere çok bayıldığımdan değil ama kesinlikle bir problem yaratmamam gerektiğini düşünüyordum. Belki bu nedenlerle bir aleladelik sunuyor olabilirim insanlara...

İNSAN KENDİNE GÜLME DİYEBİLİR DE ÜŞÜME DİYEMEZ Kİ

Başından bu yana Oyuncular Sendikası örgütlenmesinin önünde yürüyenlerden biri oldun. Bir buçuk senenin ardından hangi noktada sendika?

On beş saat soğukta bekleyip, onaltıncı saat çok zor bir sahneye girdiğimi çok bilirim. Bir evin içinde tirtir titrerken, ince elbiselerle üşümüyormuş gibi yapmak bile çok büyük bir oyunculuk istiyor. Bir de onun üzerine oyunculuk yapman bekleniyor. İnsan kendine gülme diyebilir de üşüme diyemez ki. “Derin nefes al, çok düşünme soğuğu” denebiliyor ama. Sinemanın doğasında belki bir takım zorluklar var ama Türkiye’de oyuncunun bu tip zorluklar çekmesi sanki onu daha ulvi, daha iyi bir oyuncu yapıyormuş gibi algılanıyor. Daha iyi şartlarda çalışsak daha iyi iş çıkartamayacağımızı kim biliyor ki? Bir yandan çok büyük paralar kazanılıyor algısı var. Oysa 15-20 oyuncu büyük paralar kazanıyordur. Dünyanın hiçbir yerinde 120-130 dakika dizi yok ve maalesef bu konuda bir ekol falan da olamayacağız; Amerikalılar “Türkler gibi yapsak ya” demeyecekler. Sonra o güzel dizileri izleyip morali bozuluyor insanların, ama doğru düzgün şartlarda oluyor bu güzel diziler. Ne yapımcı ne senarist kimse mutlu değil aslında. Herkes farkında sıkıntıların ama en çok oyuncular ve set çalışanları mağdur olduğundan sorunları daha çok onlar dillendiriyor. Bu uzun bir süreç tabii ama 1200 kişi üye oldu; çok sistemli ve kaytarmadan çalışıyor herkes.