Devlet için silahlı ya da silahsız; Kürt Kürt'tür
Gazetemizin bu gelişmeleri ‘Halk Vetosu’ manşetiyle karşıladığı gün bir araya geldik Umur Hozatlı’ ile. JİTEM gerçeğini anlatan bir hayli sert bir film çekmiş Hozatlı; adı ‘Kayıp Özgürlük’... Uzun zamandır Kürt hareketini yakından takip eden bir gazeteci Umur Hozatlı. İyi hafızalar Evrensel’deki yazılarını da hatırlayacaktır. Filmin sertliği beni de ürküttü başta. Kaba bir ajitasyonla, bolca kan ve gözyaşıyla karşılaşacağımı, bir sinema filminden çok propaganda amacıyla kotarılmış bir film izleyeceğimi düşünmüştüm nedense. Her türlü yanılmışım... Kaba değildi ama düşündüğümden daha fazla kan vardı.
KCK davası ile 3 bin tane Kürt siyasetçiyi siyaset sahnesinden ‘kaybeden’, 12 bağımsız adayı ‘çiz-meye’ kalkan Kürt düşmanı devlet tavrı, ‘90’lı yıllarda kelimenin tam anlamıyla ‘kaybetmeyi’ seçiyordu. Varlığını herkesin bildiği gayriresmi savaş örgütü JİTEM; devlet için kurşun atıyor, kaçırıyor, işkence yapıyor, itirafçılığa zorluyordu. Umur Hozatlı’nın söylediği gibi Kürt olmak JİTEM’e hedef olmak için yeterliydi. 17 bin faili meçhul cinayet ve gözaltında kayıbın sorumlusu olduğu düşünülen bir gerçekle ilgili hiç sinema filmi yapılmamış memlekette inanabiliyor musunuz? Umur Hozatlı’yı sırf bu yüzden kutlamalı. İlk filmi olduğunu unutmadan, ülkemiz sineması için değerli bir iş yaptığını da not etmeli.
Kayıp Özgürlük’ün kısa bir özetini yapmalıyım;
Deniz Şahin adında bir şehir gerillası İstanbul’da JİTEM tarafından ele geçirilir. Oğlunun götürülüşünü engellemeye çalışan baba Şahin, kalp krizi geçirir. Deniz’in kız kardeşi bir yandan abisi için hukuki girişimlerde bulunurken diğer yandan hastanedeki babalarının yanında kalmak zorundadır. Babası ile aynı odayı paylaşan bir başka hasta baba daha vardır. Ona da sevecen oğlu refakat etmektedir. Deniz sistemli işkence görürken kız kardeşi, hem kendi babalarına hem de odada ki diğer babaya göz kulak olur. Yardım ettiği diğer babanın, abisinin işkencecisinin babası olduğunu bilse de hasta bir adama yardım etmeyi sürdürürdü bana kalırsa ama herhalde oğluna yarenlik etmezdi...
Kürt hareketini yakından izleyen bir gazetecisin. JİTEM’i sinema yoluyla anlatmaya ne zaman karar verdin?
Ben uzun dönem Özgür Gündem gazetesinde çalıştım; muhabirlik yaptım, yazı yazdım. Bir dönem de Roj TV’de program yaptım. Yaşanan zulmü, kirli savaşı anlatmaya çalışırken, yazı ya da bir TV yoluyla insanlara ulaşmanın çok yetersiz olduğunu gördüm.
Neden?
Mesela Özgür Gündem gazetesi daha çok Kürtlerin okuduğu bir gazetedir ve okuyanlar zaten okudukları şeylerin tanığıdır da. Benim hedefim sinema yoluyla Kürtlerin yaşadığı trajediyi bilmeyen toplumlara, daha geniş çevrelere ulaştırmak. Ki Kayıp Özgürlük’ün dolaştığı festivallerde bunun karşılığını da görmeye başladım
Kürtlerin yaşadıkları içinde JİTEM neden ilk tercih ettiğin hikaye oldu?
Kürtlerin yaşadığı trajediye, gayri yasal savaş unsurlarına baktığınız zaman JİTEM çok önemli bir tetikçi örgüttür. “Siz emir verirsiniz, ben gider öldürürüm” örgütüdür JİTEM.
JİTEM gayriresmi olduğu için mi bu kadar rahat ve cüretkardı?
JİTEM deyip TSK’nın suçlarını örtmek değil niyetim. Yanlış anlaşılmak istemem. Her türden militarizmin ruhu gayri insanidir. Gözbebeğimiz dedikleri askerlere 18 ay zalimce davranan bir anlayışın, düşman olarak bellediği insanlara neler yapabileceğini tahayyül etmek gerekir. 1990’ların başında Yeşilyurt’ta köylülere dışkı yedirmeden tutalım, Ceylan, Baran gibi çocukları öldürmeye kadar varan inanılmaz bir katliam örgütünden bahsediyoruz. JİTEM de TSK iç kanunlarına göre kurulmuştur. Siyasetçiler ve TSK bunu her fırsatta reddetti. Ama reddin de bir sınırı vardı ki bunu çok fazla öteye götüremediler.
JİTEM’in karakterinden bahsetsen…
JİTEM dağlarda gerillalara karşı savaşmaktan çok, sivil alandaki insanlar üzerinde yoğunlaşır, köylerde toplu katliamlar yapardı. Şehirlerde de daha çok demokratik alanda, basında çalışan, devlete muhalif, Kürt hareketine sempati duyan insanları katletti. Bugün 17 binden fazla faili meçhul cinayet ve gözaltında kayıptan bahsediyorsak bunların çoğu ‘90’lı yıllarda yaşanmıştır ve çoğu JİTEM’in marifetidir. Polisi de bu konuda hiç yabana atamazsınız. Marmara bölgesinde gözaltında kayıplardan daha çok polis sorumludur.
KÖYLÜYE DE GERİLLAYA DA AYNI MUAMELE
Liceli karakterinin kız kardeşini dışarıda tutarsak senin seçtiğin mağdurlar Kürt hareketine sadece sempati duyan ‘masum vatandaş’ değil, örgütlü militanlar. Neden ‘masum vatandaş’ seçmedin?
Benim seçtiğim Deniz Şahin karakteri örgütlü bir şehir gerillasıdır. Fakat şu gerçeği artık herkesin görmesi gerekir ki Bölge’deki her bir Kürt, örgütlü birer gerilladır. Kürt halkının kendisidir zaten Kürt hareketi dediğimiz. Halk bunu zaten meydanlarda söylemiyor mu? Ayrıca JİTEM ya da devlet, gerillayla halkı birbirinden ayırmıyor ki! Köylüye de aynı şeyi yapıyor, silahlı gerillaya da… Hepsi Kürt sonuçta. Nitekim Liceli karakterinin kardeşi Lili de bu bağlamda değerlendirilmeli.
Örgütlü abisi de, onun örgütsüz kardeşi de aynı muameleyi gördü…
17 yaşında bir kız çocuğu abisine karşı kullanılıyor çözülmesi için. BDP tabanı ve etrafındaki herkes suçludur devlete göre, herkes teröristtir. Bugün yaşanan da politik tabirle ‘siyasi soykırımdır’. 3 bin tane politikacıyı cezaevine koyacaksınız, seçimler öncesinde milletvekili olmalarına izin vermeyeceksiniz, halk adaylarına sahip çıkınca çark edeceksiniz... Gördüğünüz gibi silahlı olmamak sizi kurtarmıyor.
JİTEM ÜSSÜNE GÖTÜRÜLÜRSENİZ KURTULUŞUNUZ YOK
JİTEM adı, varlığı inkar edilen bir kurum. Bu gizlilikte bir örgütün davranışlarına nasıl bu kadar vakıf olabildin?
Senaryoyu yazmadan önce iyi bir araştırma yaptığımı söyleyebilirim. Öncelikle itirafçıların anlatımlarını önemsedim. Resmi kaynaklardan da yüzeysel ama en azından stratejileri konusunda bir takım veriler elde edebiliyorsun. Yararlandığım bir başka kaynak, 1994 Kandıra’da 20 gün işkencede kalan Ayhan Uzala’nın, yazdığı, anılarını içeren kitap oldu.
Nasıl kurtulmuş oradan?
Yanılmıyorsam Hollanda vatandaşıydı. Bir takım uluslararası baskılar sonucunda serbest bıraktılar. JİTEM’in üçlü bir politikası var. Çeşitli tehdit yöntemleriyle bölge dışına gönderme bir. İki; göze batıyorsa yüzeysel bir işkence, sorgu, tezgah falan… Üçüncü yöntem ise; yok edilmesi gereken “tehlikeli” biriysen, Diyarbakır’da Saraykapı, Marmara’da Kandıra, Silopi’de ise bir başka üsse götürülürsün, oralardan kurtuluş yok. Benim ulaşabildiğim kadarıyla bugüne kadar JİTEM’in öldürmek istediği kimselerden kurtulan tek kişi var. 1994 yılında Diyarbakır’da 4 kişi alınır, 1’i kadın. Bu dört kişiyi konuşturamazlar. Bu dört arkadaştan bir tanesinin ailesinin ekonomik durumu iyi. Diyarbakır’dan Ankara’ya kadar para yedirmedikleri bir mekanizma kalmamışlar. Kurtulan arkadaşım filmimi izlerken gülümsüyordu. Nedenini sorduğumda, ‘Benim yaşadıklarımın yanında senin çektiklerine sadece gülümserim” demişti.
KAFASI KARIŞAN SUBAY KIZI
Film, JİTEM’in Deniz Şahin’i kaçırması ile açılıyor. Ne Kürt sorununun temelleri ne de karşılıklı olan bitenin tarihine dair bir ön anlatım var… Neden ‘sondan’ başladın?
Her şeyi anlatmaya çalışmak iyi değildir. Ben bir soru işareti yaratmak istedim. Bunu da başardığımı düşünüyorum. Ankara Film Festivalinde bir subay kızı geldi, “Babam bir asker ve beni seviyor. Çocuğunu seven bir baba başkasının çocuğuna kötülük yapamaz diye düşünürdüm. Ama bu filmi seyrettikten sonra kafam karıştı. Türkiye’de askerlerin böyle şeyler yapıp yapmadığını araştıracağım” dedi. Antalya Film Festivalinde de memur emeklisi olduğunu sandığım bir grup kadın filmin adına bakarak gelmiş. Festivalin kitapçığında filmlerin afişi, tanıtımı yoktu. “İsmini beğendik, karşımıza ne çıkacağını bilmeden geldik. Fakat iyi ki gelmişiz” dediler.
İTİRAFÇILAR ŞİMDİ NEREDE?
Filmde iki itirafçı karakter var. Vakti zamanında PKK saflarında savaşmış iki Kürt. Bu itirafçı karakterleri nasıl çözümledin?
Murat Demir, Murat İpek gibi çok önemli itiraflarda bulunan itirafçılar vardı. Bu belgelerin yanı sıra bir tahayyül geliştirmeye çalıştım. Bir JİTEM merkezinde askerler ve eski PKK’li itirafçılar nasıl yaşarlar? Bir mücadele sırasında, kendi tarafını ihbar ederek ihanet edebilirsin ama ihanetin devamlılığını, en berbat noktada sürdürmek çok dehşet verici geliyor bana, bunu anlatmaya çalıştım.
JİTEM’cilerin itirafçılara güvenmemesi ve devamlı Kürtlüklerine küfretmesi de çarpıcı…
Güvenmiyorlar tabii, bunu Abdülkadir Aygan’dan çok net dinleyebiliyorsunuz. Neden? Çünkü onlara göre “terörist teröristtir”. JİTEM’e çalışsa da devlet için Kürt’tür öncelikle. Nitekim 90’lı yıllarda JİTEM içinde, özel harekatta kullandıkları itirafçıları ne yaptılar? Hepsini kullanıp, kullanıp attılar kenara. Önemli bir kısmının yok edildiği de söyleniyor, bilemem tabii…
‘Müdür’ lakaplı komutan işkence odasında en zalim adam. Ama diğer taraftan hasta babasına karşı da şefkatli, vefalı bir oğul. Bu nasıl bir psikoloji?
‘İş başında’ da, ailesine karşı da canavar olanlar var ama ben çift kişilikli bir karakter anlatmayı seçtim. Pek çoğu -özellikle alt kademeler- bir aileye de sahip olmuyor genelde...
Onlar da bir gerilla hayatı yaşıyorlar yani…
Tabii, ama işin gerçeği şu ki; bunların önemli bir bölümü aileleriyle, arkadaşlarıyla, eşleriyle, dostlarıyla hepimiz gibi günlük bir yaşam yaşıyorlar. Fakat bir de ‘işleri’ var. Sabahleyin bir overlokçu, çocuğunu öper işine gider, makinenin başına oturur. Ama bir JİTEM’ci sabahleyin çocuğunu öper, okula gönderir, işkencehaneye gider. Bu çok anormal, dolayısıyla iki karakter isteyen bir iştir. ‘Müdür’ karakterinin oluşumu, biraz da benim yaşamımdan çıkardığım bir şey. Babam ‘90’lı yıllarda kanserdi, hastanede bir komiserle aynı odada kalıyordu. Bir zaman sonra dost olduk adamla. Komiserin basit bir evrak memuru olmadığını öldükten sonra öğrendim. Ailesiyle dostluğumuz sürdü. Demem o ki, çok iç içe yaşıyoruz katillerle. Özellikle küçük şehirlerde ve Bölge’de her an bu adamlarla birliktesiniz ve tanımıyorsunuz gerçek kimliklerini…
Filmin bir çözüm ortaya koymak zorunda değil ama Umur Hozatlı’nın Kürt sorununa dair bir çözüm öngörüsü vardır sanırım...
Gerek iktidar partisinin ve devlet mekanizmasının, gerek anayasanın mevcut hali ve partilerin gerici ve ırkçı karakteri nedeniyle Kürt meselesinin gerçek çözümünün yakın süreçte mümkün olacağını düşünmüyorum. Formül çok basittir oysa. Devlet diyecek ki; “Ne istiyorsun arkadaşım? Dil, kültür, edebiyat, sanat, kimlik değil mi? Al veriyorum sana ama bir şartım var; bir daha bana silah doğrultmayacaksın…” Yahu sen bana bunları verdikten sonra ben sana niye silah doğrultayım. Bitti işte…
JİTEMCİLERİN DE İZLEMESİNİ İSTERİM
JİTEM tezgahlarından geçmiş birilerine çok hafif gelebilir ama sonuçta filmin bir hayli sert. ‘Kayıp Özgürlük’le kimlere ulaşmayı hedefliyorsun, nasıl bir katkı sunsun istiyorsun demokrasi mücadelesine?
Öncelikle Kürtlerin gördüğü zulme işkenceye gözlerini kapayanların Kayıp Özgürlük’ü görmelerini isterim. JİTEM’cilerin özellikle izlemesini isterim. İzlediklerinde muhtemelen güleceklerdir çünkü yaptıklarının yanında çok hafif şeyler anlattık biz. Her şeyin bilincinde olan halkımızın bizim gibi bağımsız, özgür sinema yapmak isteyenlere destek vermek, için izlemelerini isterim. Filmin sonunda “Bu zulmün farkında değildik” diyebilecek üç kişi bile çıksa bu izleyicilerin arasında, ben kendi adıma başarı sayarım.
‘PARDON FİLMLERİ’ DEVLETE HİZMET ETTİ
Örgütlü karakterler seçmeni anlamlı buluyorum. ‘Masum vatandaşa’ haksızlık yapan, sonra da ‘pardon’ diyen devlet hikayelerinden sıkıldım çünkü. ‘Masum’a bu yapılır mı?’ demek, niyetten bağımsız ‘Masum olmayana pekala yapılır’ demek değil mi?…
Haklısın, savaş hukuku diye bir şey var. Resmi olsun gayriresmi olsun, eğer onurlu bir örgütlenmeysen bir hukuk çerçevesinde hareket edersin. Söylediğine katılıyorum, 12 Eylülle ilgili bir film yapılmadı hâlâ, “Aman efendim sokakta gidiyordum yanlışlıkla aldılar” hikayeleri dışında. Ondan farklı düşünene “katli vacip” anlayışı ile yaklaşmaktan kurtulmalıdır bu ülke artık. “Pardon filmleri” de devletin bakış açısına hizmet etti aslında, o anlayışı haklı gösterdi.
FİLME BEŞ PARASIZ BAŞLADIK
Filmin sonunda yaklaşık 20 filme yetecek uzunlukta bir teşekkür listesi var. Bu halk bütçeli bir film olduğunu mu ifade ediyor?
Evet… Benim beş kuruşum yoktu. Arkadaşlarımıza dedim ki “Ben böyle bir film yapacağım, param yok”. Zengin arkadaşlar değil bunlar tabii, memur olanı, işçi olanı var. Çalışıp biriktirdiklerini bize verdiler. Banka kredileri çok önemli bir kalem tuttu. Filmi çekip, kaba kurgusunu yaptıktan sonra, post prodüksiyon aşaması büyük maliyettir. Baktık ki çıkamıyoruz işin içinden, küçük bir organizasyon yaptık. Filmin kaba kurgusunu İstanbul Barosu Avukatlarına izlettik bir katkı karşılığı… Filmi böylece bitirebildik.
YEŞİL, EVİNDE BİLE İŞKENCE SESLERİ DİNLEYEN BİR ADAM
Veli Ağa ve Yeşil’e göndermeler var filmde. Yeşil, Yeşil zaten, Veli Ağa da Veli Küçük olmalı…,
Veli Ağa, Veli Küçük evet…. Aga, hacı, devrem diye hitap ederler birbirlerine. Polis teşkilatında kodlar rakamlardan oluşur. JİTEM’de ise Türk boylarının liderlerinin isimlerinden; Barbaros, Orçun, Cengiz vs. Film İstanbul’da geçiyor ve o dönem Marmara Bölgesinden Veli Küçük sorumlu.
Ama en efsane kahramanları Yeşil galiba...
Tabii. Yeşil’le ilgili filmde Barbaros’un anlattığı hikaye, Dersim’de yaşanmıştı. Bizim Alevi dedelerinin uzun sakalları vardır ya, Yeşil’in o sakallara karşı özel bir kini var. Dedeyi sakalından tutuyor, sürüklüyor yerlerde. Sonra da öldürüyor. Yeşil çok başka bir adam. Oğlu Murat, ‘Babam Yeşil’ diye bir kitap yazdı. Diyor ki ‘Babam evden giderdi ve aylarca gelmezdi. Geldikten sonra ise, belli bir süre eve kapanırdı. Evde ya ilahi dinlerdi ya da çatışma ve işkence sesleri”. Evinde kaldığı süreyi böyle geçiren bir adamın neler yapabileceği ile ilgili söz söylemeye gerek var mı?..
"Kayıp Özgürlük"
Senaryo & Yönetmen: Umur Hozatlı
Oyuncular: Serdar Kavak, Vedat Perçin, Musa Yıldırım, Öznur Kula, Ömer Şahin, Mehmet Ünal, Aysun Akgün, Tayfur Aydın, İbrahim Turgay, Baran Demir, Mustafa Diyar Demirsoy, Koray Tarhan, Selahattin Gültekin, Cemal Taş, Ali Rıza Şahin, Gül Kem, Aydın Orak, Hatice Doğan, Senar Tanrıtanır, Sinan Aydın, Halime Aydoğan
Evrensel'i Takip Et