10 Eylül 2022 04:37

Prof. Dr. Şebnem Oğuz: İktidar bloku içindeki paylaşım savaşı kızıştı

Yıllarca emekten sermayeye, sermaye içinde de belirli kesimlere aktarılan servetin hesabını sormak için çok güçlü bir toplumsal muhalefetin şimdiden kurulması gerektiği açık.

Fotoğraf, Şebnem Oğuz'un kişisel arşivinden alınmıştır.

Paylaş

Organize Suç Örgütü Lideri Sedat Peker’in, Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’ın Danışmanı Serkan Taranoğlu, AKP Erzurum Milletvekili Zehra Taşkesenlioğlu, Eski Sermaye Piyasası Kurulu Başkanı Ali Fuat Taşkesenlioğlu ve Türkiye Odalar Borsalar Birliği Deniz Meclisi Üyesi Salih Orakcı’nın adının geçtiği, finans alanında faaliyet gösteren suç örgütüyle ilgili ifşalarının yarattığı etki sönümlenmeye başladı. Yolsuzluk, rüşvet, talan düzeninin nasıl işlediği, nerelere uzandığı, milletvekillerinden bürokratlara, derin devlet aktörlerinden uyuşturucu baronlarına kimlerin kimlerle iş tuttuğu meselesi, birkaç gazetecinin takibi dışında gerilere düştü. İktidar medyasının elbetteki görmediği çürüme ve yozlaşmayla mücadele için cesur savcılar arandı, bulunamayınca memleketin diğer pek çok sorunu gibi seçim sonrasına havale edildi. Öne çıkan kimi sembolik isimlerinden endişe ve “arınma” çağrıları gelen iktidar cephesinden son gelen kulislere göreyse, AKP’li Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın iki danışmanını görevden alarak “Gereğini yaptık” dediği, AKP Milletvekili Zehra Taşkesenlioğlu’nun da bir daha aday yapılmayacağını söylediği iddia edildi. Bu kulis bilgisine iki danışmanın da cezalandırmak için değil, gözlerden uzak tutmak için görevden alındığı yorumlarını da ekleyelim. Dolayısıyla “Bu kez farklı olacak” beklentisini yaygınlaştıranlarla, Erdoğan’ın sergilediği pratik yine uyuşmadı!

Cumartesi Söyleşisi’nde bu hafta, yolsuzluk, talan, vurgun düzenin iktidar/devlet mimarisindeki yerine odaklandık ve Siyaset Bilimci Prof. Dr. Şebnem Oğuz’a başvurduk. Kapitalizme içkin olan yolsuzluk neden artıyor ve farklı siyasal rejimlerde nasıl kullanılıyor? AKP nasıl yararlandı? Mesele cesur savcıların çıkmaması mıdır? Geniş bir toplumsal bir itiraz neden örgütlenemiyor?

Şebnem Oğuz yanıtladı.

Rüşvet çarkları, yolsuzluklar, kayırmacılık, milyonlarca dolarlık servetler… Sedat Peker’in anlatımları nasıl bir iktidar mekanizmasına denk düşüyor?

Bu soruyu yanıtlarken öncelikle yolsuzluğun kapitalizm ve devlet ile ilişkisini teorik düzeyde netleştirmek gerektiğini düşünüyorum. Konuya ilişkin güncel analizlerde genellikle serbest piyasa övgüsüne dayalı liberal yaklaşım ile piyasa işleyişini düzenleyen kurumsal yapıların övgüsüne dayalı kurumsalcı yaklaşım arasındaki kavramsal/politik yatkınlıktan türeyen kavramlar ön plana çıkıyor. “Ahbap-çavuş kapitalizmi/eş-dost kapitalizmi”, “kayırmacılık ekonomisi”, “rant ekonomisi”, “otoriter kapitalizm”, “devlet kapitalizmi”, “neopatrimoniyalizm”, “klientalizm”, “kleptokrasi” gibi bir dizi kavramın kullanıldığı bu tür analizlerin temel özelliği yolsuzluğu kapitalizme içkin yapısal bir olgu olarak görmek yerine serbest piyasa kurallarının şeffaf bir biçimde uygulandığı liberal ekonomi modelinden bir sapma olarak kurgulamaları ve hukuksal-kurumsal düzenlemelerle kontrol altına alınmasını önermeleridir. Meseleyi uluslararası düzlemde ele alan Ziya Öniş gibi kurumsalcı yazarlar son dönemde yolsuzlukların sistematik olarak artışını ABD hegemonyası karşısında Çin ve Rusya’nın yükselişi ile ilişkilendirirler. Bu yaklaşıma göre ABD-AB eksenli, serbest piyasa ekonomisi ile kural-temelli kurumların belirleyici olduğu “demokratik kapitalizm” karşısında Çin-Rusya eksenli, gücün dar bir elit grubunda toplandığı, sermaye birikim süreçlerinin siyasi hiyerarşiye bağlandığı ve ekonomik rant yaratan sektörlerin öne çıktığı “otoriter kapitalizm” modeli giderek yaygınlık kazanmaktadır.

Bu model otoriter yöneticilere ne sağlamış oluyor?

“Yeni devlet kapitalizmi” olarak da tanımlanan bu sistem otoriter yöneticilere siyasi güçlerini sürdürebilecekleri, sermaye birikim süreçlerini “liyakat” yerine “sadakat” ekseninde dizayn edebilecekleri ve şeffaf olmayan kamu-özel sektör ortaklıkları, informel sosyal devlet uygulamaları ve kaynak dağıtım ağları ile meşruiyetlerini koruyabilecekleri bir ekonomi-politik çerçeve sağlar. Kurumsalcı yazarlar Türkiye gibi ülkelere de sirayet ettiğini düşündükleri bu sistem karşısında meritokrasiye dayalı, rasyonel kurumların yeniden öne çıktığı kalkınmacı bir ekonomi modeli önerirler. Benzer bir perspektiften yola çıkan liberal siyaset bilimcilerden Berk Esen ise Türkiye’de özellikle 2008 krizinden sonra serbest piyasa kurallarının belirleyici olduğu neoliberal modelden AKP’li siyasetçilerin kendilerine yakın sermaye kesimlerini sistematik olarak kayırdıkları “ahbap çavuş kapitalizmi”ne geçildiğini ileri sürer. Esen’e göre neoliberalizmden bir kopuş anlamına gelen bu ekonomik model “neopatrimonyalizm” olarak tanımlanan, siyasi gücün tepedeki lider ve onun etrafındaki danışman, siyasetçi ve aile üyelerinden oluşan grubun elinde olduğu, ekonomik rant dağıtımını da bu grubun belirlediği bir siyasi rejim ile bir arada yürür. Bu anlatının olağan politik uzantısı, çözümün hukukun üstünlüğü ve şeffaflık ilkesine bağlı kurumsal düzenlemelerde aranmasıdır ve tam da bu nedenle başta CHP olmak üzere Millet İttifakının yolsuzluk ve rüşvet ağının ortadan kaldırılmasına dönük stratejisinin temelini oluşturur.

Meseleye Marksist perspektiften bakıldığında yolsuzluğun kapitalizme içkin olduğu söylenebilir, zira kapitalist devletler yolsuzluk mekanizmasını her dönemde şu ya da bu biçimde farklı sermaye kesimlerine ve tekil sermayedarlara kaynak aktarmak için kullanmışlardır.

Kapitalizmin, işleyişine içkin olan kayırmacılık, siyasal rejimlere nasıl işlevler kazandırır?

Kayırmacılık farklı siyasal rejimlerde farklı biçimler alır; özellikle liberal demokrasi gibi olağan rejimlerde ve faşizm gibi olağanüstü rejimlerde farklı işlevlere sahiptir.

Bu farklılığı anlamak için öncelikle kapitalist devleti daha önceki devlet tiplerinden ayıran temel özelliklerden biri olan “Ekonomi ile politikanın birbirinden ayrılması” sürecini anımsamamız gerekir. Kapitalizm öncesi toplumlarda egemen sınıflar (toprak sahipleri) üretim sürecinde ekonomi dışı zoru kullanma yetkisini ellerinde bulundurur ve ekonomik süreçlerin yönetimini doğrudan üstlenirler. Kapitalist toplumlarda ise egemen sınıfı oluşturan sermayedarlar ekonomi dışı zor kullanma yetkisini devlet aygıtına devrederek sadece üretim sürecinin gündelik işleyişinde kendi kârlarını nasıl artırabilecekleri ile ilgilenirler. Rekabet halindeki tekil sermayedarların ve farklı sermaye kesimlerinin uzun erimli ortak çıkarları doğrultusunda politika üretme işlevini ise devlet üstlenir. Kapitalist devletin bu işlevi gerçekleştirmesi, sermayenin farklı kesimlerinden görece özerk davranması ile mümkün olur. Böylelikle olağan işleyişinde kapitalist devlet, farklı sermaye kesimlerinin çelişkili birliğini, egemen sermaye kesiminin hegemonyası altında, ancak bütün sermaye kesimlerini gözetecek biçimde sağlayacak ekonomi politikaları üretir ve bunu yaparken zaman zaman yolsuzluk ve rüşvet gibi mekanizmalarla iktidar bloku içindeki bazı sermaye kesimlerine kaynak aktarabilir.

Yolsuzluğu faşist rejimler nasıl kullanır?

Faşistleşme sürecinde devlet kendi siyasal projesini gerçekleştirmek üzere var olan iktidar blokundan görece özerkliğini artırdığı için birikim sürecine ekonomi politikaları yoluyla müdahalenin ötesine geçerek tekil sermayedarları ödül-ceza mekanizmasıyla kendi siyasi tercihlerine biat etmek zorunda bırakır ve bu mekanizma partiden çok lidere sadakat üzerinden işler.

Bu durumda rüşvet ve yolsuzluk devlet içinde formel bürokratik hiyerarşi içinde değil, şefe bağlı informel bir güç hiyerarşisi içinde gerçekleşir. Bu informel hiyerarşi bir yandan faşist rejimin kendisine bağımlı bir sermaye kesimi yaratmasını sağlarken, bir yandan da bu yeni sermaye kesiminin rejimi finanse etmesini mümkün kılar.                                    

FAŞİSTLEŞME SÜRECİNDE YOLSUZLUĞU KULLANMA MEKANİZMASI DEĞİŞTİ

AKP, 20 yıllık iktidarında rüşvet ve yolsuzluğu nasıl kullandı?

AKP iktidarının rüşvet ve yolsuzluğu kullanma biçimini iki dönemde inceleyebiliriz. 2002-2013 döneminde rüşvet ve yolsuzluk olağan devlet biçimlerine uygun bir biçimde ekonomi politikası üretiminin bir parçası olarak kullanıldı. Bir yandan TÜSİAD eksenli büyük sermaye kesimlerinin talepleri doğrultusunda küresel ekonomiyle eklenme yolunda politikalar izlerken, bir yandan da kendi tabanını oluşturan küçük ve orta ölçekli sermaye kesimlerine özellikle kamu ihalelerinde yolsuzluk mekanizmasını etkili biçimde kullanarak kaynak aktarmıştır. 2013’ten itibaren ise yolsuzlukları kullanma mekanizması faşistleşme sürecindeki devlet formuna özgü yeni bir biçim almıştır. 2013’te Gezi direnişi ve AKP-Cemaat ittifakının bozulmasının ardından ortaya çıkan hegemonya krizini aşmak üzere ortaya çıkan bu yeni devlet formunda AKP, İslamcı faşizm projesi doğrultusunda ABD-AB-TÜSİAD eksenli iktidar blokundan görece özerkliğini artırmış ve bu özerkliği kullanarak Ortadoğu-MÜSİAD eksenli yeni bir iktidar bloku inşa etmeye çalışmıştır. Bu süreçte AKP var olan iktidar blokundan koptuğu ölçüde kendini finanse edecek alternatif kaynaklara ihtiyaç duymuş ve bunun için sermaye birikim sürecine ekonomi dışı zor yoluyla müdahale araçlarını çeşitlendirerek artırmıştır.

Bunlar hangi araçlardı?

Acele kamulaştırma gibi yöntemlerle doğanın ve kamu hizmetlerinin metalaştırılmasının hızlandırılması; 15 Temmuz darbe girişiminden sonra Gülen bağlantılı şirketlere el konulması ve varlıklarının Tasarruf Mevduatı Sigorta Fonuna devri; merkezi yönetim bütçesinin işlevlerine paralel işlevlere sahip Varlık Fonunun oluşturulması; özellikle 2018 krizinden sonra Merkez Bankasının siyasi kontrolü ve faiz indirimi politikalarıyla ihracatçılar, turizm sektörü, inşaat ve gayrimenkul sektörü, kamu-özel iş birliği projelerini yapan müteahhitlere kaynak aktarımı; mafyanın yasa dışı finansal kaynakların yaratılmasında kullanılması ve mülkiyetin zorla ele geçirilerek (Sedat Peker’in deyişiyle mala çökerek) iktidara yakın  uluslararası ve ulusal sermaye grupları arasında yeniden dağıtılması bu araçlar arasındadır. Bu mekanizmaların her birinde rüşvet ve yolsuzluk ağları farklı biçimlerde kullanılmış, örneğin kamu ihalelerinde rüşvetler kimi derneklerde bağış görünümünde toplanmıştır.

Peki mekanizmanın çarkları ya da sistem ne oldu da bozulmaya başladı ve ifşalar, klik çatışmaları, kavgalar yoğunlaştı?

Bu soruyu yanıtlarken özellikle Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi’ne geçişle birlikte devletin faşizme özgü bir yeniden yapılanmadan geçtiğini belirtmek gerekir. Bu yapılanmada her devlet aygıtı içinde bürokratların bir bölümü kendi hiyerarşik üstlerine değil, doğrudan doğruya şefe (‘tek adama’) veya onun temsilcisine bağlıdır; dolayısıyla her aygıtın kendi içinde paralel ve şeffaf olmayan iktidar ağları ortaya çıkar. Bu durumda devlet içindeki çatışmalar, her biri kendi finansal kaynaklarına sahip olan ekipler/çeteler arasında kulis savaşları şeklinde somutlaşır. Ordu, polis, yargı, medya gibi aygıtların her birinde şefe bağlı enformel iktidar ağları oluşur ve bu ağlarda yer alanlar partiye ya da bürokratik üstlerine değil, tek adama sadakat üzerinden rüşvet ve yolsuzluk pastasındaki paylarını alırlar. Formel bürokratik hiyerarşinin yerini tek adama bağlı enformel bir hiyerarşinin almasıyla birlikte rüşvet-yolsuzluk ağından nemalanmak isteyen kesimler arasındaki paylaşım savaşı da cumhurbaşkanı danışmanları gibi tek adama doğrudan bağlı kişiler üzerinden yürütülmeye başlamıştır. AKP iktidara geldiği günden itibaren İslamcı faşist siyasal projesi doğrultusunda Batı yönelimli sermaye kesimlerinden kendi tabanını oluşturan İslamcı sermaye kesimlerine rüşvet ve yolsuzluk ağlarıyla kaynak aktarmış; süreç ilerledikçe Batı yönelimli sermaye kesimleri ile yeni filizlenen İslamcı sermaye kesimleri arasındaki paylaşım savaşı yanında İslamcı sermayenin kendi içindeki paylaşım savaşları başlamıştır.

17-25 Aralık yolsuzluk operasyonu gibi?

Evet, 17 Aralık 2013 yolsuzluk operasyonu bu paylaşım savaşının ilk halkasıdır ve Cemaate bağlı sermaye gruplarının sistemden tasfiyesi ya da AKP’nin kontrolü altına girmesiyle sonuçlanmıştır. 2018’den itibaren AKP-MHP ittifakının kurulmasıyla birlikte rüşvet-yolsuzluk ağından nemalanmak isteyen kesimler arasındaki paylaşım savaşına yeni aktörler de katılmış; ancak tam da bu dönemde derinleşen ekonomik kriz ve 2019 yerel seçimlerinde üç büyükşehir belediyesinin CHP’ye geçmesiyle birlikte rüşvet ağlarını besleyen finansal kaynaklar azalmıştır. Bu süreçte ekonomi dışı zor yoluyla elde edilen kaynaklar Erdoğan’a sadakat üzerinden daha dar bir sermaye-bürokrat kesimine aktarılmaya başlayınca iktidar bloku içindeki paylaşım savaşı da kızışmış; klik çatışmaları ve kavgalar yoğunlaşmıştır.

TOPLUMSAL MUHALEFETİN DESTEĞİNDEN YOKSUN BİR ARINMA MÜMKÜN DEĞİL

Temel iki mesele olan yolsuzluk ve yoksulluk arasındaki simbiyotik ilişkinin ve bunu mümkün kılan zeminin üzerinden atlayarak sorunu yargıya ve seçimlere havale etmek, soygun-yolsuzluk-talan düzenine etki eder mi?

Eğer bütün bu soygun-yolsuzluk-talan düzeni liberal demokratik bir devlet biçimi altında ortaya çıksaydı belki yargı ve seçimler yoluyla bir ölçüde geriletilebilirdi ancak önümüzde yargının tamamen siyasallaştığı hatta mafyalaştığı, üstelik az önce anlattığım mekanizma ile kendi içinde de tek adama bağlı çetelere ayrıştığı yeni bir faşist bir devlet biçimiyle karşı karşıyayız. Gezi davası kararına muhalefet şerhi düştükleri için sürülen hakimlerin olduğu bir ülkede, mesele cesur bir savcı bulmaktan çıkmış durumda. Siyasetin, toplumsal muhalefetin desteğinden yoksun bir savcılık soruşturmasıyla “arınma” artık mümkün değil. Önümüzdeki seçimlerin de olağan koşullarda yapılmayacağını, yapılsa ve seçim güvenliği sağlansa, hatta AKP iktidarı kaybetse bile yıllarca emekten sermayeye, sermaye içinde de belirli kesimlere aktarılan servetin hesabını sormak için çok güçlü bir toplumsal muhalefetin şimdiden kurulması gerektiği açıktır.

KİTLELER SİYASAL ÖZNE OLMAKTAN UZAKLAŞTI

RÜŞVET ve yolsuzluk çarkının bu raddelerdeki ifşası toplumda tepki yaratıyor ancak geniş toplumsal bir itiraza dönüşmüyor.Oluşan tepki neden örgütlenemiyor?

Sedat Peker’in ifşalarının geniş toplumsal kesimler üzerinde iki türlü etkisi oldu. Bir yandan yolsuzluk ve rüşvet ağlarının ortaya saçılması geniş kitlelerin sistemi sorgulama eğilimini artırdı. Öte yandan ifşaların videolar üzerinden yapılma biçimi, kitleleri daha da pasif yığınlar haline dönüştürdü. Peker’in videolarını “Çekirdek çitleyerek” izleyen kitleler açısından ifşalar, tam da Jean Baudrillard’ın Körfez savaşının televizyonlardan canlı olarak yayımlanma biçimini betimlerken kullandığı “savaşın pornografisi” kavramına benzer şekilde “faşizmin pornografisi”ne dönüştü. Baudrillard’ın ifadesiyle “anlam”ın değil yalnızca zevk ve gösterilerin değerli olduğu”, “Tepki verme ve karşı koymanın değil tıpkı bir ayindeymişçesine kendinden geçme ve büyülenmenin öne çıktığı” bu süreçte kitleler “sessiz yığınlara” dönüştü, siyasal özne olmaktan uzaklaştı.

Dolayısıyla kanıksanıp, benimseniyor.

Evet, rüşvet ve yolsuzluk ağlarının alenileştirilmesi aynı zamanda toplum nezdinde kanıksanmasına da yol açtı ve zaten devletin zor aygıtları karşısında eylem yeteneğini büyük ölçüde kaybeden geniş halk kesimlerinde siyasetin kirli ilişkiler üzerinden yürüdüğüne dair algıyı pekiştirerek siyasal alanı daha da daralttı. Bu durumun aşılması ve “sessiz yığınların” yeniden kolektif siyasal öznelere dönüşebilmesi için Emek ve Özgürlük İttifakına büyük görevler düşüyor. Bu noktada sözlerimi iki yıl önce kaybettiğimiz Kanadalı Marksist Leo Panitch’in, “aklın devrimci iyimserliği” kavramına atıfla bitirmek isterim. Panitch, Gramsci’nin “aklın kötümserliği iradenin iyimserliği” sözünün yanlış anlaşıldığını söylerdi. Ona göre akla dayanmayan bir iyimserlikten söz etmek anlamsızdı, önemli olan aklın var olan çelişkilerden ve kolektif insan kapasitelerinden devrimci bir iyimserlik çıkarmasıydı, şöyle diyordu: “Aklın iyimserliği, aslında, insanlık tarihindeki olumsallığa karşı duyarlı olmayı gerektiriyor; çelişki ve krizler, bu tür bir olumsallığın kapsam ve olanaklarının belirlenmesinde tek değişken faktör değildir, kolektif insan etkinliğinin kapasiteleri de dönüştürücü kurumsal biçimlerin geliştirilmesinde hayati önem taşıyan değişken faktörler arasındadır.” Önümüzdeki on aylık kritik siyasal süreçte Emek ve Özgürlük İttifakının sessiz yığınları yeniden “aklın devrimci iyimserliği” doğrultusunda harekete geçirmesini dileyelim.

ÖNCEKİ HABER

Uluslararası Adana Altın Koza Film Festivali başlıyor

SONRAKİ HABER

"Balkondan düştü" denilerek hastaneye getirilen çocuğun istismar edildiği iddia edildi

Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa