18 Mayıs 2022 00:20

Dosya: Savaşın gölgesinde emekçiler - 2 | "Savaş emekçilere sömürü, yoksulluk ve hak gasbı olarak yansıyor"

DİSK Yönetim Kurulu Üyesi ve Gıda-İş Genel Başkanı Seyit Aslan, milyar dolarların “savunma ve güvenlik” adı altında savaş kaynaklarına aktarılırken, işçilerin ise daha fazla yoksullaştığını söyledi.

Fotoğraf: Evrensel

Paylaş

Hazırlayanlar: Hilal TOK - Eren ERGİNE

Dünden bugüne Türkiye’nin doğrudan ya da dolaylı olarak içinde bulunduğu, saf tuttuğu savaşlarda milyonlarca emekçiden, “devletin bekası, milletin selameti” için daha fazla fedakarlık beklendi. Milyar dolarlar “savunma ve güvenlik” adı altında savaş kaynaklarına ve tekellere aktarılırken, işçilerin ise savaş dönemlerinde daha fazla yoksullaştığını, grev ve toplu sözleşme gibi en temel haklarının gasbedildiğini belirten DİSK Yönetim Kurulu Üyesi ve Gıda-İş Genel Başkanı Seyit Aslan, işçilerin öncelikle “Ben neden aç kalıyorum” diye sormasını, sendikaların ise işçi sınıfının birliğini bozacak ve sermaye karşısında zayıf düşürecek politikalara ve savaş tutumlarına cepheden karşı çıkması gerektiğini söylüyor.

YOKSULLUĞUN VE BASKININ ÜZERİNDE BİR PERDE

Türkiye’nin doğrudan taraf olduğu “savaşlar” uzun bir zamandır memleketin gündeminde. Savaş işçilerin dışında bir kavram gibi tarif edilebilir mi? Savaş işçilerin hayatını ekonomik olarak nasıl etkiliyor?

Savaş işçi sınıfını doğrudan ilgilendiriyor. Çok geriye gitmeden yakın tarihi hatırlatmakta yarar var. AB sınırında olan Yugoslavya’nın dağılma sürecinde ve Irak’ın işgalinde Türkiye dolaylı olarak bu savaşların tarafı olurken, Suriye süreci ise doğrudan Türkiye’nin sahada olduğu, çatışmaların içinde yer aldığı bir savaştı, bunun etkileri halen sürüyor. Ülkedeki işsizlik, yoksulluk, zamlar, antidemokratik uygulamaların üstü savaş perdesiyle örtülüyor. “Vatan, millet, Sakarya” söylemleriyle en başta işçi sınıfı ve kitleler savaş politikalarına yedekleniyor. Muhalefet her seferinde iktidarın arkasında saf tutuyor. Cumhurbaşkanı vaktizamanında “Ben buradan patatesçilere, domatesçilere sesleniyorum, o bir tane merminin bedelini biliyor musun sen” diye sormuştu. Sorunun kaynağı tam da burası. Bir mermi kaç para biliyor musun? Bir uçak, bir top, bir tank, bir füze, bir savaş gemisi kaç para? İşçiler yoksulluk içinde yaşarken silahlanmaya milyar dolarlar harcanıyor. Beslenme, sağlık, eğitim, barınma gibi temel haklar geri plana itiliyor, savaş ve savaş sanayi harcamaları ön planda. Harcanan bu paralar başta ABD olmak üzere silah tekellerinin kasalarına gidiyor.

"HER MERMİNİN PARASI BİZDEN ÇIKIYOR"

Türkiye’de bütçenin yüzde 20’si askeri harcamalara ayrılıyor. İktidarlar bu bütçeleri barışı tesis etmek, güvenlik için ayırdıklarını söylüyorlar. Külliyen yalan. Savaş işçi sınıfını böler, yoksullaştırır, daha fazla vergi ödemesine neden olur, hak arama mücadelesini kısıtlar. Salgın, kriz ve ardından Rusya’nın Ukrayna’yı işgalinde de gördük ki yine olan işçi sınıfına oluyor. Zamlar ve yeni vergilerle bütçe açığı kapatılmak isteniyor. Rusya işgali sonrası tüm dünyada silahlanma arttı, bunun için ek bütçeler oluşturuldu. Atılan her mermi, uçan uçak, denizdeki geminin harcadığı yakıtın parası bizden, işçilerden çıkıyor.

Türkiye NATO içinde ve NATO’nun kendisi bir savaş örgütü. En son Kazakistan’da halkın zamlar karşısındaki tepkisi silahlı güçler tarafından bastırıldı. Rusya, Belarus, Ermenistan, Kazakistan, Kırgızistan’ın da içinde bulunduğu KGAÖ (Kolektif Güvenlik Anlaşması Örgütü) Kırgızistan’da doğrudan halkın üzerine silahlarla gitti ve halkın taleplerini zorla bastırdılar. Bu aynı zamanda bölgesel küçük NATO demek.

"SARI SENDİKALAR SAVAŞ POLİTİKASININ AYGITI HALİNİ ALIYOR"

Sendikal hak ve özgürlüklerle doğrudan bir ilişkisi var mıdır savaşın, savaş politikasının?

Körfez savaşında ilk yapılan grevlerin yasaklanması oldu. Toplu iş sözleşmeleri bölgede savaş var diye işçilerin talepleri yerine getirilmeden bitirildi. Toplu pazarlık hakları işçilerin elinden alındı, sendikal bürokrasi de buna hizmet etti. Yoksulluk içinde yaşayan kitleler sanki ülke her an işgal edilecekmiş gibi yapılan propagandaya inandırıldı. Çıkılamayan grevler, daha başlar başlamaz “memleketin selameti için” imzalanan TİS süreçleri... Hem sendikal hak ve özgürlükler tırpanlanıyor, hem işçiler iş birlikçi anlayış tarafından baskılanıyor, işçiler ve sendikalar kolay yönetiliyor. Yani bir taşla iki kuş vuruluyor. Son yirmi yılda iktidarın arka bahçesi, yandaşı olmuş sendikalar ülkenin bölünmez bütünlüğü ve yüce menfaatini öne sürerek savaş yanlısı açıklamalar yaptılar. Doğrudan savaş politikalarının tarafı ve propaganda aygıtı oluyorsanız, asıl tehlikeli olan budur. Bunları yaparken de “Ülkenin bekası için yapıyoruz” diye övünürler. Bu anlayış işçi sınıfının çıkarını gözeten bir anlayış değil, iktidarın ve sermayenin çıkarını gözeten bir anlayış. İşçiler bir yanıyla bu anlayışa ve savaş politikalarına karşı mücadele etmek zorundalar.

"SAVAŞA KARŞI GENEL GREV VE DİRENİŞLER ÖRGÜTLENMELİ"

Peki işçilerin savaşa karşı çıkması neden önemli? Sendikalar bunun için neler yapmalı?

İşçiler eğer kendi iktidarlarını kurmamışlarsa, dünyanın neresine giderseniz gidin üç aşağı, beş yukarı aynı sorunları yaşıyorlar. Baskı ve sömürü vardır, sendikal hak ve özgürlükler çiğneniyordur… Savaş dönemleri baskılar, antidemokratik uygulamalar, grev yasakları dahil olmak üzere birçok hakkın askıya alındığı, yok edildiği, kullanılamaz hale geldiği dönemlerdir. İşçi sınıfının bölündüğü, burjuva politikalara yedeklendiği, sınıf çıkarlarından uzaklaştırıldığı gerçeğiyle yüz yüze kalır. Türkiye savaş sanayine neden bu kadar yatırım yapıyor? İşçiler bu soruları tartışmalı ve doğru yanıtlar bulmalı. Cumhur İttifakının ortağı “Zam olsun, hayat pahalı olsun, aç açıkta kalalım ama yurdumuz olsun” diyor. Aç kalınan, açıkta kalınan yurt, yurt değildir! Sermaye sınıfı kârlarına kâr katarken, işçi sınıfının giderek daha çok yoksullaşmasına neden olan politikaların sorgulanması gerekiyor. Askeri harcamalar, silahlanma için yapılan harcamalar sınırsız yapılırken, “Ben neden aç kalıyorum, kiramı ödeyemiyorum, borcumdan dolayı elektriğim, gazım kesiliyor” diye sorgulamadan durum değişmeyecektir. Sadece sorgulamak değil durumun değişmesi için mücadeleyi örgütlemek esas olandır.

Sendikalar işçi sınıfının birliğini bozacak ve sermaye karşısında zayıf düşürecek politikalara ve savaş tutumlarına cepheden karşı çıkmalıdır. Öncelikle işçi sınıfının savaşlardan çıkarının olmadığı gerçeğini net ve açık biçimde ortaya koymalıdır. Diğer ülkelerdeki işçi sınıfıyla enternasyonal dayanışma örgütlenmelidir. Savaş politikalarına hizmet eden her türlü girişimlerin içinde ve aleti olmamalı. Ukrayna işgali sürecinde, İtalya’da liman işçileri limanlarda silah yüklemeleri yapmadılar, doğrudan işçi sınıfının alması gereken örnek bir tutum bu. İşçileri buna kazanılmalı. Örneğin; silah sanayi başta olmak üzere, silah sanayiinde çalışan işçiler emperyalist çatışmalar için silah üretmemeli, genel grevler ve direnişler örgütlemeli. Bütün bunları uluslararası düzeyde yapacağı girişimler haline getirmeli.


İİSŞP: SAVAŞ BAHANE EDİLİYOR, ÖNCE KAZANILMIŞ HAKLARA SALDIRILIYOR

İstanbul İşçi Sendikaları Şubeler Platformu (İİSŞP) Dönem Sözcüsü Hikmet Numanoğlu Türkiye’de ve dünyada çıkan savaşların işçileri doğrudan ilgilendirdiğini söyleyerek, “Savaşlardan kaynaklı ekonomideki daralma ve üretimdeki azalma direkt olarak önce işçi ve emekçiyi etkiliyor. Patronlar ve iktidar savaşı bahane ederek önce kazanılmış haklara saldırıp faturayı emekçiye kesiyor” dedi. Numanoğlu, “Maalesef üreten bir toplum değiliz. Ürettiğimiz ürünlerin ham maddeleri dahil olmak üzere birçok kalemde de dışa bağımlıyız. Hatta Suriye gibi savaşın göbeğinde olan bir ülkeden patates alıyoruz. Savaşlardan kaynaklı ekonomideki daralma ve üretimdeki azalma önce işçi ve emekçiyi etkiliyor. Örneğin, deri sektörü, ihracata yönelik olduğu için direkt etkilenen işçiler oluyor. Rusya pazarı bu alanda çok bariz bir örnek. Rusya’da çıkan her kriz ve savaş doğrudan bizleri etkiliyor. Üretim ya azalıyor ya da patron kapıya kilit vuruyor. Her iki durumda da fatura emekçiye kesiliyor. Böyle olunca işçi ya düşük ücretle çalışmaya zorlanıyor ya da işten atılıyor” diye konuştu.

"SAVAŞTA ÖLEN, YARALANAN, SAKAT KALAN DA İŞÇİLER EMEKÇİLER"

Savaşın tek başına ekonomik kriz değil ölümler getirdiğini de belirten Numanoğlu, “Savaşta ölen, yaralanan, sakat kalan da işçiler emekçiler. Patronlar savaş alanını terk edebilecek güce, imkana sahip ama işçi bırakın ülke değiştirmeyi sokağından bile çıkamıyor. Patronların birikimleri mal varlıkları onlara yıllarca yeter. Ama işçiler, emekçiler bir ay çalışmasın aç kalır. Elektriği suyu kesilir. Borçlardan evine haciz gelir. Bizce her savaş, emekçiler ile patronlar arasındaki savaş demektir. Bunu anlamak için savaşın sonuçlarına bakmak yeterlidir” dedi. Savaş ortamında iktidarın ve patronların savaşı bahane ederek kazanılmış haklara saldırıp faturayı emekçilere kestiğini söyleyen Numanoğlu, “Sadece sendikal özgürlükler değil, kazanılmış demokratik haklar, siyasal haklar, sosyal haklar daha önce sınıf mücadelesi sonucu kazanılmış birçok kazanım ilk elden patronlar tarafından veya patronların iktidarları tarafından hemen saldırıya uğruyor, gasbedilmeye çalışılıyor. Bırakın savaş ortamını, bir ekonomik krizde bile patronların ilk kafasını çevirdiği şey sendikal mücadelenin ve toplu iş sözleşmesinin kazandırdığı hakları geri almaya çalışmak” diye konuştu.

"PAYLAŞIM SAVAŞLARI BİZ İŞÇİLERİN SAVAŞI DEĞİL"

Savaş ortamında daralan ekonominin, artan maliyetin faturasını emekçilerin ödediğini belirten Numanoğlu, “Yaşam koşulları daha da ağırlaşıyor, alım gücü düşüyor. İşçilerin mücadele alanı daralıyor, başta örgütlenme hakkı olmak üzere birçok hak gasbediliyor. O nedenle savaşın sebebi her ne olursa olsun bizler karşı çıkmalıyız. Çünkü savaşların kaybedeni ve en çok zarar göreni işçi, emekçi, çocuklar ve mazlum halklar oluyor. Bu paylaşım savaşları biz işçilerin savaşı değil. Bu savaşlarla başka ülkelerin emekçileri ile suni düşmanlıklar yaratarak, uluslararası dayanışmanın önüne geçmeye çalışıyorlar. Bu savaşlar silah tüccarlarının, tekellerin savaşı. Sendikalar buna cepheden karşı durmalı, işçiye yön vermeli, paylaşım savaşlarına karşı duracak bir bilinç yaratmalı” diye konuştu.

"SENDİKALAR ÜLKE GÜNDEMİNE UZAK, İŞÇİLERİ DE UZAK TUTUYORLAR"

Sendikaların bugün savaşa karşı sessiz olduğunu da söyleyen Numanoğlu şöyle devam etti: “Acı ama gerçek olan şu ki bizim ülkemizdeki sendikacılar ücret ve makam sendikacılığı yapmakta, sendikalar tamamen sindirilmiş ve susturulmuş durumdadır. Salt ekonomik temelli yürütülen bir sendikal anlayış var. Sendikaların demokratik yönü nerdeyse yok denecek kadar az. Ülke gündemine uzaklar, işçileri de uzak tutuyorlar. Ayrıca sendikalar örgütlü oldukları fabrika gündeminin dışına çıkmıyor, dünyada neler oluyor diye bakmıyor. Konfederasyonlar arasında kötü bir rekabet var. Savaşa, az biraz işçilerin derdini önemseyen sendika karşı durmalı.”

ÖNCEKİ HABER

BOSCH’ta ‘Tetris’ sistemi: Her anımız kontrol edilecek

SONRAKİ HABER

Avukatlardan Kaftancıoğlu ve Gezi davasındaki karara ilişkin adliye önünde açıklama

Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa
Evrensel Ege Sayfaları
EVRENSEL EGE

Ege'den daha fazla haber, röportaj, mektup, analiz ve köşe yazısı...