12 Ocak 2013 08:16

2002’den 2013’e Kürt sorunu: ‘Mücadele, müzakere’

Selahattin Demirtaş’ın sözleriyle “Henüz başlatılmış bir müzakere sürecinden söz edilemez.” Bir müzakerenin başlatılması girişimlerinin ortada olduğunu söylemekte ise bir beis yok. Ahmet Türk’ün deyimiyle Başbakan, mehter takımı misali “bir ileri iki geri” gidiyor ama yine onun tanımlamasıyla &ldquo

2002’den 2013’e Kürt sorunu: ‘Mücadele, müzakere’
Paylaş
Mithat Fabian Sözmen

Evet henüz memlekette güneş açmadı. Görüşmelerin heyecanının tüm ülkeyi sardığı günlerde bile çatışma ve ölüm, gözaltı ve tutuklama haberleri gelmeye devam etti. Ancak yeni bir sürecin, bir diyalog ve müzakere sürecinin arifesinde olduğumuz ortada. Peki AKP’nin iktidar olduğu 2002’den bu yana Kürt sorununun seyri ve müzakere süreçleri nasıl işledi?

Başlarken filmi 2002’nin de biraz gerisine alalım. Abdullah Öcalan, 1999’da bir ABD-İsrail operasyonuyla Türkiye’ye teslim edildi. Öcalan’ın çağrısıyla PKK, 1 Eylül 1999’da gerilla güçlerini Türkiye sınırları dışına taşıdı. Bu sırada Türkiye ağır bir ekonomik kriz geçirdi ve IMF politikaları da DSP-MHP-ANAP koalisyonunun emekçiler nezdindeki itibarını sıfırladı. 2002 seçimlerinde “değişimi” temsil eden AKP, tek başına iktidar oldu. Bu sırada PKK’nin ateşkes hali, Kürt sorununun çözümü noktasında hiçbir gelişme olmamasına karşın sorunun yakıcılığını kamuoyuna unutturmuştu.

2002: ‘DÜŞÜNMEZSEN KÜRT SORUNU YOKTUR’

AKP, 2002 seçimlerinde Bölge’de gerçekleştirdiği mitinglerde “Tam demokrasi”, “Habur sınır kapısının açılması”, “OHAL’in kaldırılması” gibi talepleri sıralasa da daha çok bölgenin ekonomik olarak kalkınması ve halkın da yeşil kart vs. gibi ianeci uygulamalarla kendisine bağlanması politikasını güttü. Kürt sorununu çözme gibi bir planı, ufku yoktu. Bu dönemi en iyi özetleyen cümle, “Düşünmezsen Kürt sorunu yoktur” idi. Bu meşhur ve meşum cümle Moskova ziyareti sırasında Recep Tayyip Erdoğan tarafından “Kürt sorununu çözmezseniz iktidarda kalamazsınız” diyen bir Kürt işçiye cevaben söylenmişti.

2004: AKTİF SAVUNMA POZİSYONU

Meselenin diğer tarafında Kürt hareketi, Temmuz 2003’te KADEK Meclisi’nin aldığı kararla ateşkes koşullarının sağlanması ve son aşamada silah bırakılması dahil 3 aşamalı çözüm planı açıkladı.Ancak bu çağrı karşılık bulamadı. 2001’den beri Öcalan’ın üzerinde artan baskı ve askeri operasyonlar sonrası 1 Haziran 2004’te “Aktif savunma” adı verilen pozisyona geçildi. Bu, tek taraflı ateşkesin sona erdiği ve misilleme saldırıların gerçekleştirilebileceği anlamına geliyordu.

2005: ‘KÜRT SORUNU BENİM SORUNUM'

Savaşın yükselmesi, demokratik mücadelenin baskısı ve uluslararası konjonktür AKP’yi, strateji değiştirmek zorunda bıraktı. ABD’nin Irak’a müdahalesi sonrası kurulan Federe Kürdistan, birçok “kırmızı çizgi”yi yerle bir etti. Türkiye artık beğense de beğenmese de bir Kürt devletiyle komşuydu ve önceden asla yan yana gelmediği Barzani ve Talabani’yle ilişkiler geliştirmeye zorunluydu.

Bir yandan da 17 Aralık 2004 zirvesi ve 3 Ekim 2005’te de Avrupa Birliği’ne tam üyelik sürecinin başlayacağının belli olmasıyla AKP, bireysel haklarla işi kotarma aşamasına geçti.

Erdoğan, Mayıs-Haziran aylarında İsrail ve ABD’ye gitti. PKK’ye karşı destek sözü aldı. MİT, Barzani’yle görüştü. Ve nihayet Erdoğan, 2005 Ağustos’unda “Türkiye’nin bir Kürt sorunu vardır. Kürt sorunu hepimizin sorunudur, benim sorunumdur” diyerek “Düşünmezsen yoktur” çizgisindeki değişikliği açıkça ortaya koydu. Diyarbakır Büyükşehir Belediye Başkanı Osman Baydemir, Erdoğan’ın açıklamalarını “Umut ışığı görüyorum” sözleriyle değerlendirdi.

Ancak pratikte Kürt sorununun çözümünü sağlayacak adımlar atılmaktan uzaktı. Tüm politika nihayetinde Kürt hareketini ezme, tasfiye etme amacına bağlandı ve Kürtlere “verilecek” haklar “bireysel haklar”la sınırlı tutuldu. Bu süreçte Türkiye, Suriye ve İran’ı da PKK’ye karşı ortak mücadeleye ikna etmeye çalıştı.

PKK, 1 Ekim 2006’da yeni bir ateşkes süreci ve barış projesi ilan etti. Bu dönemde, MİT ve PKK arasında görüşmeler yavaş yavaş başladı. (bkz: Zübeyir Aydar’ın 10 Mart 2012’de Evrensel’de yayımlanan röportajı) Ancak AKP, ABD’nin de desteğiyle imha politikalarından sonuç alabileceğine inanmış gözüküyordu. Kürtlerin attığı bir adım daha karşılıksız kaldı.

2007: ‘KÜRTLERİ BİZ TEMSİL EDİYORUZ’

AKP’nin, 2007 seçimlerinde gösterdiği başarı ve Kürt illerinde artan desteği sonrası pozisyon ve politikasını özetleyen cümle ise yine Erdoğan’a aitti: “Partimizde 75  Kürt kökenli milletvekili var. Dolayısıyla Kürt kökenli vatandaşlarımızı esas biz temsil ediyoruz.” AKP, bu dönemde Kürt hareketine yönelik düşmanca politikalarını hızlandırdı. Teşvikler, GAP eylem planı, tarikatlar, TRT Şeş’in kurulması gibi adımları da bölgedeki hegemonya mücadelesinin önemli bir parçası olarak yürürlüğe koydu. Gözünü yerel seçimlere dikti ve Diyarbakır’ı mutlaka istediğini açıkladı. 5 Kasım 2007’deki Washington anlaşmasıyla Türkiye, Güney Kürdistan hava sahasını sınır ötesi operasyonlar ve istihbarat çalışmaları için kullanmaya başladı. 17 Ekim 2007’de savaş tezkeresi çıkartıldı ve Kandil’e yönelik hava saldırıları gerçekleştirildi. 21 Şubat 2008’de ‘Güneş’ adıyla kapsamlı bir kara harekatı başlatıldı. 10 bin askerle girişilen, “PKK’nin kökünü kazıyacağı” sanılan harekat 8 gün sonra bitirildi. 2007-2009 arası çatışmalı süreçte iki taraf da büyük kayıplar verdi.

2009: ‘KÜRT SORUNUNDA İYİ ŞEYLER OLACAK’

DTP üzerindeki siyasi baskılar arttı. TRT Şeş, Ocak 2009 itibariyle yayın hayatına başladı. AKP’nin planlarının tutmadığı 2009 yerel seçimlerinde görüldü. Hükümet partisi, Diyarbakır’ı alamadığı gibi Van, Siirt gibi illeri de kaybetti. PKK’nin silah bırakmasını sağlamayı amaçlayan, Barzani destekli Erbil Konferansı iptal edildi. Bu tarihten itibaren kamuoyunda Oslo gröüşmeleri olarak bilinen MİT-PKK görüşmeleri hız kazandı.

Mart 2009’da Cumhurbaşkanı Abdullah Gül, ABD Dışişleri Bakanı Hillary Clinton ile görüşmesi sonrası meşhur “Kürt sorununda iyi şeyler olacak” açıklamasını yaptı. İçişleri Bakanı Beşir Atalay’ın sorumluluğunda “Açılım projesi” başladı.  Yerel seçimler sonrası 29 Mart 2009 itibariyle Abdullah Öcalan da “Demokratik çözüm” sürecini ilan etti. KCK, 13 Nisan’da çatışmasızlık kararı aldı. Tüm bunlara rağmen DTP’ye ve seçilmiş siyasetçilere yönelik ‘KCK’ adı altında operasyonlar başlatıldı. Bu dönemde 1700 DTP’li siyasetçi cezaevine konuldu.

Süreç kötüye giderken ‘müzakereler’ etkisini gösterdi. Murat Karayılan’ın açıklamalarından öğrendiğimize göre Erdoğan’ın isteği ve Öcalan’ın talimatıyla 19 Ekim’de Kandil ve Mahmur’dan barış grupları Habur sınır kapısından Türkiye’ye girdi. Milyonlar, barış gruplarını muazzam bir coşku ve mutlulukla en önemlisi de barış umuduyla karşıladı. Erdoğan, “Habur Sınır Kapısı’nda yaşanan manzara karşısında umutlanmamak mümkün mü? Gerek dağdakilere gerek Mahmur kampında gerek Avrupa’da olanlara, hepsine ülkelerine dönmelerini tavsiye ediyorum” dedi.

Ancak bu sevinç ve ümitvar atmosfer bugün de örnekleri görünür şekilde milliyetçi, ırkçı çevrelerce kontra bir psikolojik harekata mühimmat oldu. “DTP tahriki”, “Habur şovu”, “Sabrı zorlayan görüntüler” gibi açıklamalar hükümeti bir anda çark ettirdi. Avrupa’dan gelecek barış grupları engellendi. Ülkedeki hava bir anda tersine döndü. 11 Aralık 2009’da DTP kapatıldı. KCK adı altındaki operasyonlar hız kazandı. 25 Aralık 2009’da aralarında belediye başkanlarının da olduğu Kürt siyasetçilerin adliye önünde ellerinin kelepçelendiği meşhur fotoğraf “Açılım”ın aldığı halin simgesi oldu. Ekim 2010’da KCK davaları başladı. 31 Mayıs 2010’da Abdullah Öcalan, “Beni oyalamayın” diyerek devreden çıktığını ilan etti. Hemen ardından KCK, ateşkesi sonlandırdı. Yazla birlikte çatışmalar şiddetlendi. Bu tarihten itibaren bütün adımlar Kürt hareketini etkisizleştirme, tasfiye etme, bölme girişimleri olarak vuku buldu. PKK’nin Gediktepe saldırısı sonrası Erdoğan ve Kılıçdaroğlu’nun siperde verdikleri fotoğraflar çok tartışıldı.

2011: YENİDEN; ‘KÜRT SORUNU  BİTMİŞTİR’

Akabinde yine Öcalan’la görüşmelerin sürdüğü ve PKK’nin seçimlere kadar ateşkes ilan ettiği bir döneme girildi. Ama, siyaset alanında olumlu gelişmeler yaşanmadı. KCK tutuklamaları tüm hızıyla devam etti. 12 Haziran  seçimleri öncesi AKP, “Kürt sorunu yoktur” çizgisine geri döndü. Erdoğan, Muş’ta “Benim için artık Kürt sorunu bitmiştir, Kürt kardeşlerimin sorunları vardır” dedi. Askeri operasyonlar tavan yaptı. Ateşkese rağmen 56 PKK’li öldürüldü. Erdoğan, “Biz olsak Öcalan’ı asardık” dedi. Bu “şahin” dile rağmen Mayıs’ta Öcalan’ın hazırladığı 3 protokol tartışma belgesi olarak kararlaştırıldı. Haziran’da verilmesi beklenen yanıtlar verilmedi.  14 Temmuz’da Silvan’daki saldırıda 14 askerin öldürülmesi PKK’nin “Oslo masasını devirmesi” olarak nitelendi. AKP ve ana akım medyada Kürt sorununda imha stratejileri “PKK’ye Tamil Kaplanları tarifesi”ne kadar yükseldi.

Ağustos ayında Oslo görüşmeleri medyaya sızdırıldı. Hükümet adına Öcalan ve KCK’yle görüşmeleri yürüten MİT müsteşarı Hakan Fidan, Fethullah Gülen’in güdümündeki polislerce sorgulandı. Erdoğan, “Terörle mücadele, siyasetle müzakere” sürecindeyiz dedi ancak “Terör örgütünün uzantısı” olarak niteleyerek BDP’den uzak durdu. Öcalan’a yönelik tecrit başladı. Aylarca Öcalan’dan herhangi bir mesaj kamuoyuna iletilemedi. Kürt sorununa güvenlikçi politikalarla yaklaşımın en acı sonuçlarından biri 28 Aralık’ta yaşandı. Roboskî’de 34 kişi savaş uçakları tarafından bombalanarak katledildi.

2013: ‘MÜZAKERE GİRİŞİMİ’

Eylül 2012’de cezaevinde yüzlerce siyasi tutuklu ana talebi Öcalan’a tecritin kaldırılması olan bir açlık grevi başlattı. Kamuoyundaki yoğun baskı sonrası 17 Kasım’da Öcalan’ın kardeşinin İmralı’ya gitmesine izin verildi. Öcalan’ın işaretiyle açlık grevleri sona erdi. Hükümet anadilde savunmaya yönelik adım atacağını taahhüt etti. Hakan Fidan’ın Aralık ayında Öcalan’la görüştüğü öğrenildi. Erdoğan, sürecin “Yeni başlamış bir süreç” olmadığını açıkladı, “Siyasetçi olarak biz bu işin içinde yokuz” dedi.  3 Ocak’ta DTK Eş Başkanı Ahmet Türk ve Batman milletvekili Ayla Akat, İmralı’ya giderek Öcalan’ı ziyaret etti. Türk, “Bu yeni süreç daha iyi hazırlanmış. Ama yine tasfiye mantığıyla yaklaşılırsa sonuç alınanamaz” dedi. 9 Ocak’ta PKK’nin kurucusu Sakine Cansız’ın da aralarında olduğu 3 Kürt siyasetçi suikastle öldürüldü. Kışanak, suikastı “Çözümün önüne kurulmuş bir tuzak” olarak niteledi.

ÖNCEKİ HABER

Barışın kodları: Çocuk adları

SONRAKİ HABER

İnternet 30 yaşında...

Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa
Evrensel Ege Sayfaları
EVRENSEL EGE

Ege'den daha fazla haber, röportaj, mektup, analiz ve köşe yazısı...