11 Ocak 2013 13:24

Öfkeyi saklayan eldivenleri atın gitsin

Hindistan dediğin Türkiye’nin binlerce kilometre uzağında... Ne taşı toprağı ne de ektiği biçtiği benzer birbirine... Dili farklı, dini farklı, kültürü farklı ama bu binlerce kilometre uzağa ve bunca farka rağmen var bir benzerliği; Tıpkı dünyanın ayrı uçlarındaki farklı coğrafyalarda olduğu gibi bu iki coğrafyada da  kad

Öfkeyi saklayan eldivenleri atın gitsin
Paylaş

Yılın son günlerinde Hindistan’da otobüste toplu tecavüze uğrayan ve akıl almaz işkencelere maruz bırakılan tıp öğrencisi genç bir kadının yaşadıkları, tüm ülkenin ayaklanmasına yol açtı. Günlerce sürdü yankısı olayın, insanlar sokaklara döküldü. Bu olay, Hindistan’da gündelik bir vaka haline gelen taciz ve tecavüzün boyutlarını, kadınların sıkıştırıldıkları cenderenin boğuculuğunu ortaya serdi. “Artık yeter” diye günlerce sokakları tutan kadınlara erkekler, demokratik kitle örgütleri, kamu çalışanları, avukatlar dahil oldu. Ve hatta baronun tecavüz zanlılarına atadığı avukatlar aralarından hiçbir avukatın tecavüz zanlılarını savunmayacağını, bunun insanlık onuruna karşı olduğunu söylediler.

Bütün bunların yaşandığı aynı tarihlerde Urfa’da bir çocuk-kadının ölü bedeni bulundu bir derenin kenarında. 15 yaşındaydı, hamileydi, kısacık ömrüne zorla evlilik, şiddet, akraba bildiklerinin tecavüzü, aile kararıyla ölüm sığdı. Yetmedi, morga kaldırılan cenazesini almaya gelen bile olmadı. Bir ceset torbası içinde dini ritüellerin hiçbiri yerine getirilmeden, bir kefen bile çok görülerek defnedildi. Cenaze kadın örgütlerinden kaçırılarak bir oldu bittiyle gömüldüğü için kadınlar başında olamadılar. Haberler düştü gazete sayfalarına... Ama orada kaldı. Aynı şiddetle, aynı hor görülmüşlükle, aynı sorunlarla karşı karşıya kalan onlarca, yüzlerce, binlerce kadının olduğu Türkiye’de, Hindistan’dakine benzer “yeter artık” seslerinin yükselmesi henüz mümkün olmadı. Henüz yediden yetmişe herkesin “bu son olsun” cümlelerini birlikte kurduğu, baroların tecavüzcüyü savunmak yerine kadına sahip çıktığı, devletin tecavüzcüleri değil kadını koruduğu bir ülke olmaktan uzağız...
Hindistan’dan Türkiye’ye binlerce kilometre mesafe var...

Ama bu anlattığımızın dışında da benzerlikler var. Orada da kadınlar üç kuruş paraya günde 12-14 saate çalışıyor, çalıştığının karşılığını alamıyor, mikrokredilerle, banka teşvikleriyle “girişimci” olarak yeni ekonominin sırtlarına yüklediklerini taşımaya çalışıyor, borçlandıkça güçsüzleşiyor, güçsüzleştikçe daha fazla eziliyor. Orada da en küçük evden en büyük fabrikaya “küçük ve marifetli ellerinin” yarattıklarına güvenilerek sömürü ekonomisinin has elemanları olarak ama bir gıdım değer görmeyerek, bir nebze hakka sahip olmayarak çalışıyor, çalışıyor, çalışıyorlar. Türkiye’nin efendileri öykünüyor bu uzak coğrafyanın ekonomik büyüme endekslerine, görüyorlar kadınların ellerinde yükselen kârı, üretimi, sömürüyü. Ondandır, Türkiyeli kadınlara “marifetli ellerinizle şu ekonomiye bir dokunuverseniz” diyorlar.

O “marifetli eller”e, koca fabrikalarda, entegre tesislerde, serbest bölgelerde, evin içine taşıdıkları fabrikalarda kendileri için çile dokumaktan ve patron için para basmaktan başka bir olanak tanınmadığınğı anlatıyor dergimiz bu ay. Kayseri’den gelen bir mektupla başladık. Tuzla’dan bir direniş öyküsüne kulak verdik. Kocaeli’nin büyük fabrikalarında tartışılanları aktardık. Bursa’da çalışırken ölen kadınları hatırlattık. Adına taşeron denen kölelik sisteminin bir kadının hayatında ne anlama geldiğini gördük. Karın doyurmaya yetmeyen, kör odalarda yaşamaya mahkum eden  asgari ücretin tablosunu çıkardık. Bütün bunların üstüne “sizin için, halkımız için” dedikleri devlet bütçesinin aslında kimin için yapıldığını göstermeye çalıştık. Gebze’den gelen işçi mektuplarını da unutmayalım.

Bizi oturtukları tezgahların, makinelerin, bantların başında o “marifetli ellerimize” giydirdikleri eldivenler saklasın istiyorlar biriken öfkeyi, yorgunluğu, sessizliği... Görmeyelim istiyorlar hayatı kazıdıkça tırnak diplerimizde, parmak boğumlarımızda, el ayalarımızda nasırlaşan yaraları...

2013, işçi kadınların öfkesini saklayan eldivenleri fırlatıp attığı bir yıl olsun dileğimiz! Onların sözüne kulak vererek, onların yükselttiği sesleri güçlendirerek ilerleyeceğiz bu yıl da; ekmek isteyeceğiz ve tabi gül de...

***
Dergimizin sizinle hayatlarını buluşturduğu bir çok kadın var; sadece Münire’nin ev toplantısından kadınlara, Okmeydanı’ndan hikayesi kentsel dönüşümcülere ders olacak Songül’e, her gün korku yolunu adımlamak zorunda kalan Gökçe, Ezgi, Yasemin, Emine ve Seher’e, Türkan’ın arkadaşına,  Mısır’dan sesleri bize uzanan kadınlara, hayatımıza yeni giren “enerji hanım”a bakmak yeterli. Nejla’yı ve Medya’yı hatırlamak kadın mücadelesinin neleri başarabileceğini gösterirken, eski bir sağlık emekçisi Kiraz’ın öyküsü bakım emeğinin ve sağlıkta yaşanan dönüşümün sonuçlarının kadınlar açısından neleri beraberinde getirdiğini de gösteriyor.

Tam da bu sunuyu yazarken attı tekerlemesini ortaya Erdoğan, “Bir çocuk iflas, 2 çocuk iflas 3 çocuk ancak yerinde saymak”. Bir of çektik içimizden tarih sayfamızda hayat öyküsünü anlattığımız Dolores Ibbaruri’nin bize miras bıraktığı dirence sarıldık.
Bir dahaki aya yine buluşacağız; yaşadığınız ne varsa paylaşabileceğiniz bir dergi olduğunu unutmayın Ekmek ve Gül’ün.

ÖNCEKİ HABER

Susma, yalnız değiliz!

SONRAKİ HABER

150 milyarlık yağma tasarısı*

Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa
Evrensel Ege Sayfaları
EVRENSEL EGE

Ege'den daha fazla haber, röportaj, mektup, analiz ve köşe yazısı...