17 Mart 2022 23:20

İnşaat işçisi ekmek parası için güneşi bekliyor

Mustafa, kışın karın kalkmasını, yağmurun dinmesini bekliyor ki çalışabilsin. 12 yaşında girdiği inşaatlara 35 yılını veren Mustafa, “Taksit, fatura, yeme içme beklemiyor" diyor.

İnşaat işçisi ekmek parası için güneşi bekliyor

Fotoğraf: Pixabay

Murat UYSAL
İstanbul

Bir inşaat işçisinin çocuğu anlatıyor: “Ben babamın arkadaşlarını babam göstermeden tanırım. Ütüsüz pantolon giyer, ucuz sigara içerler. Ellerinde mutlaka bir torba bulunur, torbanın bir ucundan keser sapı görünür. Babamın arkadaşları babamla aynı kavruk tenlidir. Yazın yanan kulaklarının arkası kışın soyulur. En az bir tırnaklarında nişan gibi toplanmış kan taşırlar. Yürürken dizleri kırılmaz babamın arkadaşlarının, ayaklarını sürterek giderler yolda. Ayakkabılarının ilk ön dikişleri patlar. Kalıpçı babamın sıvacı arkadaşlarını kanlı gözlerinden, kendi gibi kalıpçıları su toplamış, patlamış avuç içlerinden tanırım...”

Bazı meslekler mevsimlerle, hava şartlarıyla çok ilişkilidir. Mesela bir deri işçisinin burnu yazın başka sızlar, kışın başka. Fırında ekmek ustasının ateş karşısında durması yazın başkadır, kışın başka. İnşaat işi de böyledir; kışın karın kalkmasını, yağmurun dinmesini bekleyen inşaat işçisi yazın kavuran güneşin önüne bir parça bulutun geçmesini bekler. İnşaatçı Mustafa’nın çalışamadığı kış günlerinde her sabah güneşi nasıl beklediğini eşi ve çocuğu anlatıyor.

İstanbul Küçükçekmece’de küçük, arada kalmış bir mahalle İnönü Mahallesi. Mahalleye de ismini veren İnönü Caddesi’nden yalnız iki otobüs geçer, biri Aksaray’a öbürü Bakırköy’e gider. Caddeye sağlı sollu dizilmiş evlerin arasındaki sokaklarda çocuklar ip de atlar, top da oynar ama bu aralar hava soğuk, gittiğimizde kar vardı. Kiminin elinde eldiven, kiminin elinde çorap; kardan adam mı yapılmaz, yokuştan aşağı mı kayılmaz? Kayarken altlarına mahalledeki inşaattan “arakladıkları” tahtaları, demirleri alırlar. O tahtaların, demirlerin adını yalnız Oğuz bilir. Oğuz annesi, babası, bir küçük kardeşi ve ağabeyiyle yokuşun dibindeki bodrumda yaşar. Babası Mustafa inşaat işçisidir, kalıpçıdır. Annesi Emine iki sokak ötedeki bir yaşlıya bakar; sabah gider, akşam gider yemeğini koyar.

"KENDİ HARÇLIĞINI ÇIKARIYOR, YÜK OLMUYOR"

Yokuşun dibindeki evin ön cepheye bakan pencereleri dört-beş karış ya var ya yok. Kapıda Emine ve Mustafa duruyor. Emine’nin başında gelişigüzel bağlanmış eski pembe bir tülbent, göğsünün altında birleşmiş ellerinde çatlaklar, zayıf yüzünde belirgin elmacık kemikleri. Eşi Mustafa’nın bir omzu kapının arkasında, bize dönük vücuduyla uzun, zayıf bir adam; gri süveterinin altındaki siyah kareli gömleği, kalın kabarık kaşlarının altındaki bir kuyunun içindeki gözlerinden ifade yakalamak güç. Üç odalı bodrum kattaki evin salonunda gündüz vakti ışıklar yanıyor. Salonda evin küçüğü Mine televizyonun karşısında. Oğuz’un ağabeyi Fırat evde değil. Oğuz ağabeyini anlatırken “O bir matbaada çalışıyor, eve çok uğramaz, arkadaşlarıyla takılır. Evdeyken de zaten bir sohbete katılmaz, babamla konuşmaz, annemle konuşmaz, arada benimle konuşur. Misafir gibi yemeğini yer çıkar, evde çok durmaz” diyor. Emine, Fırat’ı savunur gibi: “Bize çok bir faydası olmasa da kendi harçlığını çıkarıyor, yük olmuyor sağ olsun.”

"ÇOCUKLARIM İÇİN"

Üç çocuklu Duman ailesinin asıl önceliği, dört sene önce Emine’nin deyimiyle “mercimek tanesi kadar birikim” ile inşaat halindeyken girdikleri evin kredi taksitlerini aksatmamak. Her ay 1200 lira taksit ödemek zorunda olan ailenin düzenli geliri ise matbaada çalışan Fırat’ın asgari ücreti, Emine’nin yaşlı bakımından kazandığı haftalık 1000 lirası ve Mustafa’nın günlük 200 lira yevmiyesi. Bir yandan yağmur bir yandan kar, soğuklar derken Mustafa iki ayda bir aylık çalışmış değil. Taksitin, faturaların, anlık ortaya çıkan harcamaların Mustafa’nın kazancıyla karşılandığı evde, karın kalkması ve güneşin kendini göstermesi bekleniyor. Emine söze giriyor, “Kolay gibi görünüyor ama değil” diyor yaşlı bakımını anlatırken: “Her sabah kalkıp gitmek, akşam yemeğini koymak dert değil, sevabı da var yaparsın, annemize babamıza da baktık ama çocukları var, hepsi ayrı birer laf söylüyor. Başında altı tane kahya, birinin söylediği öbürüne ters, onu yapsan öbürü olmuyor.”

İki senedir baktığı kadının iyice elden ayaktan düştüğünü anlatan Emine, “İki sokak ötede iki katlı bir evin üst katında yaşıyor kadın. Ev kadının, alt katında da kiracı var. Başta iyiydi, aklı yerindeydi en azından. Şimdi ne yaptığını o da bilmiyor. Öyle sürekli değil ama tuvaletini tutamadığı zamanlar oluyor, yaşlılıktır olur. Geçenlerde kiracının bahçesine atmış pisliğini, kiracı işaret etti. Kaldırmamış, zaten o dururken beni bakıcı diye tutmalarına kinli. İndim, girdim bahçeye evin içinden, öyle kapının önünde durup baktılar ben toplarken, gören komşular da oldu. İnsanın zoruna gitmez mi? Gidiyor tabii ama ayıp bir iş yapmıyorum. Ne yapıyorsam çocuklarım için. Bize annemizden babamızdan bir şey kalmadı, onlara bir ev kalsın.”

İnsanın zoruna gidiyor da Emine çıkmayı düşünmüyor mu? “Nasıl çıkayım ki? Allah uzun ömür versin diye dua ediyorum her akşam eve dönerken. Eşim çalışmıyor, Fırat’a zaten söz söylenmiyor, şu eksik bu eksik deyince alıyor almasına ama ettiği laflar insanın ağırına gidiyor. Evin huzuru bozulmasın, ben çalışayım. Şu kar kalksın, Mustafa işe gitsin, o zaman daha iyi oluruz” diyor.

Emine’nin gözlerinin altı kızarık, tülbentinin ucuyla belli etmeden silmeye çalıştığı burnunun ucu da.

“Nerelisiniz?​” diye sorduğumuzda, Emine gülerek yanıt veriyor: “İnanır mısınız, ben Muşluyum, Mustafa Sinoplu. Hiç der misin Karadenizli diye. Sen Sinoplusun o Muşludur diyorlar çoğu zaman. Aldığımda da böyleydi, yine uzundu da daha zayıftı. İlk duyduğumda ben de inanmamıştım.” Mustafa da “12 yaşından beri güneşin alnındayız bu kadar karalık az bile” diyor.

"ARKADA PARAN OLMADIĞINDA…"

12 yaşında çıkmış gerçekten “beş onların” üstüne, iskelelerin altına. 12 yaşında dayısıyla beraber çıkmış gurbete. İnşaat işçilerinin çayını demlemiş, yemeğini koymuş, yeri gelmiş çoraplarını da yıkamış. İnşaat sezonu bittiği gibi dönmüş evine, kazandığını babasının eline saymış. “Şimdinin çocuklarında o terbiye yok. Babam demeden avucuna koyardım ben parayı, Fırat efendi kendine çalışsın, kendine yesin. Oğuz’un boyu bana yetişti, iki gün dayanamadı inşaata. Bir tam, bir yarım gün çalıştı, bir hafta yattı. Zaten okusunlar, çalışmasınlar ama paranın nasıl kazanıldığını öğrensinler” diyor.

Sol elinin baş parmağının tırnağı simsiyah. İri uzun parmaklı ellerinde sık sık yarıklar. Kalın kabarık kaşları, çukurdaki gözleri... Mustafa 47 yaşında, 35 sene çalıştığının karşılığı borcunun bitmesine daha 6 sene olan 5 karış pencereli ev. Çay demleyerek, yemek hazırlayarak başladığı inşaatta bugün kalıp ustası Mustafa.

“Cambazlık” diyor: “5 santimin üstünde dolaşıyoruz. Gözün kararsa, dalsan gitti. Akıllı işi değil kalıpçılık, bugün paldır küldür çaktığını yarın söküyorsun. İnsanın kafası rahat olacak çalışırken ama hep öyle olmuyor. Evin kavgası, gürültüsü bitmiyor. O halde beş onların üstünde geziyorum, bunu düşünen yok.”

Tehlikeli bir iş inşaat işçiliği. Mustafa da tehlikesini kabul ediyor ancak derdi ne olursa olsun bir an önce işe çağrılmak, “Arkada paran olmadı mı kavga da olur dövüş de. Huzursuz tabii evin için, çocuklar laf dinlemiyor, herkes ‘Benim param benim param’ diyor. Mustafa’nın parası hiç Mustafa’nın değil. Taksite, faturaya, yemeye içmeye verirken benim param demiyorum. Kar kalksın yeter ki çağırsınlar soğuk da olsa çalışırım” diyor.

"İNŞAATTA AYAKLARINI SÜRTE SÜRTE GİDECEKSİN"

Evin ortancası 19 yaşındaki Oğuz da babasının işe gitmesini en az babası kadar istiyor. İki kardeşiyle paylaştığı odasında üniversite sınavına hazırlanan Oğuz, babasının evde olduğu zamanlar ders çalışamamaktan şikayet ediyor: “Babam evde olmaya alışkın değil, biz de onun evde olmasına alışkın değiliz. Sabah annem kahvaltıyı hazırlar öyle teyzenin yanına gider, biz istediğimiz saatte uyanır, kalkar yeriz ama babam evde olunca kahvaltıyı o hazırlıyor. Odaya girip erkenden uyandırıyor. İşte olsa daha fazla uyuyacağız.”

Üniversite sınavından umudu yok Oğuz’un. Dershaneye de yazılmak istememiş. “Boşa para demek dershane, aynı hoca internette de anlatıyor aynı dersi. Oradan dinliyorum, kendi kendime soru çözüyorum. Bana kalsa hiç bunlarla uğraşmam, abim gibi kolay bir iş bulurum, şimdiden çalışmaya başlarım” diye anlatıyor.

Babasıyla bir buçuk gün gidebildiği inşaatta neler yaşadığını sorduğumuzda, “Bir kere ben babamdan fazla çalıştım. İşçiler ustadan daha fazla çalışıyor, biz yanımdaki abiyle kat kat her yeri geziyorduk, her şeyi biz taşıyorduk. Babam sadece çivi çakıyordu. Yanımdaki abi de üniversite okumuş, konuşmasından belliydi, diğerleri gibi değil. Ondan çok şey öğrendim. İnşaatta yürürken ayaklarını yere sürte sürte gideceksin, dik çivi varsa yan yatsın, ayağına batmasın. Birkaç kere ayakkabıyı deldi ama ayağıma batmadı” diyor. Babasının anlattığının aksine “Daha fazla çalışırdım” diyor Oğuz: “İkinci gün yemek arasında babamı, arkadaşlarını işe çağıran adam, çekti beni kenara, çıkardı 50 lira verdi. Önceki gün verememiş, harçlığımmış, babamın yanına koştum söyledim. ‘Zamanla artar’ dedi. 50 lirayı çıkardım yırttım, kaçtım eve geldim.”

Evrensel'i Takip Et