6 Şubat 2022 22:54
/
Güncelleme: 8 Şubat 2022 07:31

Ömer YALÇINTAŞ

İşçi sınıfının son aylarda izleyenlerin dikkatinden kaçmayacak şekilde yoğunlaşan ve yakın zamanda sıklığını artıran kimi direniş, iş bırakmaları, eylemleri yaşanıyor.

Tek adam yönetimi, kapitalistler lehine ortaya koyduğu ekonomik ve siyasi uygulamalarıyla, krizin ağır yükünü işçi emekçilere yıkmaya devam ediyor. Hayat pahalılığı, alım gücünün düşmesi, yüksek enflasyon, ücret kesintileri, faturalara gelen zamlar, ücretsiz izinler, esnek çalışma gibi sorunlarla boğuşan milyonlarca işçi ve emekçinin çözüm arayışına girmesi kaçınılmaz gözüküyor. Sendikasız işçilerin kendiliğinden eylemleri ya da sendikalar eliyle yapılan ama kimi sonuca vardırılmayan eylemler buna işaret ediyor.

HAREKET(LİLİĞ)İN İKİ YÖNÜ

İlk olarak işçi sınıfı mücadelesi hiç kuşkusuz durağan değildi. Sönümlenmemişti. Uzun süredir çeşitli sorunlara karşı özgün taleplerini de içerecek biçimler alıyor ve kendi “dar” sınırlarını aşamadan kısmen kazanımla ama daha çok da kayıpla sonuçlanan bir karakterde yönünü bulmaya çalışıyor. Tek işyerine sıkışmamış ama tüm işkolunu da kapsayacak bazı mücadele örnekleri, sonuçlarına erdirilemese de yaşanıyor. MESS grup sözleşmeleri, kamu işçilerinin ya da kamu emekçilerinin sözleşmelerinde olduğu gibi… Geniş bir işçi emekçi niceliğini kapsamasına karşın -genel grev genel direniş hattına girme nüveleri taşısa da- şimdilik kendi sınırlarını, işkollarını aşmadan ilerleyen bir hareketlilikten söz edebiliriz.

Diğer bir nokta ise yaşanan işçi mücadeleleri ya kendi birliğinin az çok ilerleyebildiği noktada sendikalarını da harekete geçirmeyi başarıyor ya da zamlar, enflasyon yükü vb. ile harekete geçme dinamiği taşıdığını, öfkesinin artabileceğini gören sendikal bürokrasi eliyle dumura uğratılıyor. Yani sendikal bürokrasi biriken öfkeyi dağıtmak adına işçilerin sesini bastıran bir gürültü çıkararak (göstermelik mitingler) sermaye sınıfına geri adım attırmak bir yana onları rahatlatacak bir biçimde öfke yatıştıran, işçilerin gazını alan bir tutum sergiliyor. Ancak işçilerin mücadele eğilimini “felç” eden bu taktiğe karşı işçi sınıfının kendi işyeri örgütleriyle müdahale etmesi, uyanık olması; gereklilikten ziyade artık bir zorunluluk olmuştur.

***

Evet, işçiler ayakta. Ve lokal gibi gözükse de biraz önce bahsi geçen ekonomik zorluklara karşı “ek zam, ücretlerin artırılması ve temel tüketim maddelerine gelen zamların geri alınması”nı içeren bazı taleplerde ortaklaşmış bulunuyorlar. Bu talepler, işçi hareketinin birleşik mücadelesinin önünü açacak bir kalkış noktası edilebilirse başarı daha kolay gelecek ve tek adam yönetimine karşı politik bir muhtevaya kavuşabilecektir. Şimdiden bu ilerlemeden ve bırakacağı izlerden bahsetmek elbette mümkün.

Son birkaç hafta içinde lojistik ve taşıma işkollarındaki kurye işçilerin dayatılan düşük zamma karşı iş bırakması, çeşitli tekstil işletmelerinde iş durduran işçilerin ücret zammı talepleri ile kazanım elde etmesi, şantiyelerde madenlerde zorlu koşullara karşı gelişen protestolar, depo işçilerinin iş bırakma eylemleri, bazı metal fabrikalarında hak temelli eylemler öne çıktı ve ses getirdiler. Bunlar, yeni ve sermayeye karşı güçlü bir işçi hareketinin temeli sayılabilir mi? Bunu söylemek için erken. Henüz işçi hareketi özellikle temel, stratejik işkollarını kapsayarak ilerleyebilir durumda değil. Ama bu, mücadelenin amiral gemileri olan metal, petrokimya, enerji vb. işkollarını da kapsayarak yayılmayacağı anlamına gelmiyor. Son gelişen işçi eylemleri dalgası da hiç şüphesiz uzun süredir durağan olan mücadeleyi etkileme, yönünü bulma ve gerçek karakterine ulaştıracak bir potansiyeli de bünyesinde barındırmıyor değil. Yakın zamanda başlayacak TÜPRAŞ vb. önemli işkollarındaki sözleşmelerin de bu gelişmelerden etkilenmesi muhtemeldir ve yakından takip edilmelidir.

***

Peki, bu işkollarını kapsayarak neden birleşik bir mücadele olarak ilerleme sağlanamıyor? Burada temel bir sorunu karşımıza çıkıyor işçi mücadelesinin. O da uzun dönemdir sendikal bürokrasinin alt edilerek bir çıkış sağlanamamış olunması. Bu olmadıkça da ileri hamle yapılabilmesi oldukça zor gözüküyor.

Birleşik Metal-İş bürokrasisinin, Mersin Çimsataş işçilerinin MESS sözleşmesinin hayat şartlarını düzeltmekten ne kadar uzak olduğunu söyleyerek (ki bu son enflasyon ve zamlarla yeniden ispatlanmıştır) eyleme geçmesinin ardından mücadelenin kazanımla sonuçlanmasının önünde nasıl engel olduğunu gördük. Daha düne kadar işçilere ihanetle suçladığı Türk Metal ve Öz Çelik-İş’le birlikte “tarihi sözleşme imzaladık” diye MESS yönetimiyle yan yana fotoğraf verenler, bugün hayat şartlarının zorlukları karşısında bırakın mücadeleyi göstermelik de olsa ortak fotoğraf bile vermekten kaçınıyorlar.

Son haftalarda ortaya çıkan işçi hareketlerinin belki de en büyük “şans”ı önlerinde sendikal bürokrasi engelinin olmamasıdır. İşçilerin inisiyatifinde gerçekleşen bu hareketler, mücadeleci bir sendikal anlayışın tartışılmasının olanaklarını da genişletmektedir. Mücadeleci sendikacılar ve ileri işçilerin oynadığı/oynayacağı rolü küçümsemeden, esas olan işçilerin kendi deneyimlerinden doğru sonuçlara ulaşmasıdır. Bu yolda atılacak en önemli adım hiç kuşkusuz işyeri örgütlenmelerini (komite vb.) bugünün en acil görevi olarak işçi sınıfının önüne koymasını sağlayabilmektir.

İşçilerin talepleri etrafında peş peşe gelen hareketleri, yukarıda bahsettiğimiz gibi temel işkollarını kapsayarak ilerlediğinde, sendikal bürokrasiye karşı sınıf sendikacılığının tartışılmasının vesilesi yapılabilirse gerçek ve kalıcı bir başarıdan bahsetmek mümkün olabilecektir.

Evrensel'i Takip Et