Yeni yılın ilk haftası
Dengbejlerden dinlemek gerek, ama bana bu dizeler yeni bir yılın dilekleri gibi geldi. İnsanoğlu, Havva kızı yaşadıklarından bıktıkça yaşananları tazelemek, güzellikle yeniden başlamak ister. Yeni yıl , “yılın ilk günü nasıl geçerse ardı öyle gelir” söylencesi ile bu yüzden kutlanır, bütün kültürlerde.
Yoksulun, ezilenin umudu gelecek yıldadır. Hani eskiden toprak emekçisi için söylerlerdi, “rençperin karnını yarmışlar, bin tane ‘gelecek yıl’ çıkmış” ... Şimdi biz de “emekçilerin karnını yarmışlar, bin tane ‘bu yeni yılda’ çıkmış” diyebiliriz.
Postmodern (bu benim sözlüğümde alelacayip demektir) bir kapitalizm yaşıyoruz. Devlet
fabrikalarının özelleştirilme adına topraklarının yağma edilmesi yetmiyor, özel fabrikaların
işe yarayanlarını ortadan kaldırıyorlar. Neden? Yüzlerce işçinin bir anda işsiz bırakılması bir
yana acemi işçi alımıyla üretimin düşmesi amaçlanıyor olmalı. Bu arada yatırım otoyollara yapılıyor, köprülere. Bu bize özgü bir kapitalizm.
Acaba böylece ithalatımız da mı artacak?
Bu tür uygulamanın kapitalin kârını arttıracağı kuşkusuz, çünkü istihdam arttırmak adına alınacak genç işçilerin sigorta ve vergisini devlet ödeyecek. Topkapı Şişe Cam’ın kapıları kapatılıp fabrika Eskişehir’e taşınarak yapılmak istenen de bu. Dört yüz yetmiş kişi işten çıkarılıyor. Yerlerine asgari ücretli, deneysiz işçi alınacak. (Vergisi, sigortası devletçe ödenecek bu işçilerin, kıdemleri sıfır.)
Yeniyıl için Topkapı Şişe Cam İşçisi de fabrika bahçesindeydi, çoluk çocuk. Destekçileri de. Anlatılan bir olay bir film karesi gibi çakıldı beynime: “Biz Şişe Cam yüzünden yeni yıl kutlama kültürüne yabancı değiliz. Bizim işten atıldığımız gün, Cam Kuleler’de işverenimiz yeni yıl kutladı. Biz kulenin kapısına kadar gittik, kimse bizimle görüşmek için kapıya kadar gelmedi”.
Dört yüz yetmiş işçi, dört yüz yetmiş ev ... Geleceği belirsiz kaç insan eder?
Bu arada işçilerin omzunda bir tabut varmış. Fabrikalarının, çocuklarının geleceğinin simgesel tabutu. Cam kulelerde son modanın tasarladığı gece elbiseleri ve smokinler, Japon usulü çiğ balıkla mı kutlandı. Bir işçi çocuğunun üniversite bitirme düşlerini paramparça ederek mi? 1800 derece sıcaklığın altında çalışanların duyduğu “buğulu beyaz, dağılgın duman rengindeki sulukların, menevişli çeşmi bülbüllerin, pırıl pırıl, lekesiz cam bardakların yapımına başlayamamanın acısı” döneniyordu havada. Adnan Özyalçıner’in Grev Bildirisi öyküsünün kahramanları bahçeyi doldurmuştu.
Cam, kumun sıcakta eriyerek biçim değiştirmesiyle yapılır. Cehennem sıcağında pişer ekmeği cam işçisinin. 1966 yılından bu yana cam işçisi dayanışmayı bilir, direnmeyi de.
Bu yıl bizim için bir fabrika bahçesindeki direnişle başladı. Varillerde yakılan çalı çırpının sıcağı vurdu yüzümüze. Görüntü bir şenliği andırıyordu.
Bu yıl yeni şiirler yazılmalı, yeni halaylar, goventler, horonlar, barlar bestelenmeli. Emeği övecek yeni öyküler.
Hey gençler sözüm sizedir. Esininiz gür olsun, direnciniz de...
Kumu eriten cehennem sıcağı direnç ekmeğinizi 66 yıldır pişiriyor sevgili cam işçileri. “Biz emeğimizi de ekmeğimizi de korumayı biliriz” demiştiniz. Lüleburgaz’da mıydı, Paşabahçe’de mi? Ben bir şair olarak sizden öğreniyorum sözü söze yakıştırmayı... Gökyüzünde, geleceğimizin kapıları açılıyor, umuttan, emekten, dayanışmadan. Her sabah yeniden açılıyor gençlerimizin akıllarıyla, avuçlarıyla. Kadınlarımızın tükenmez emekleri, dirençleriyle.
Emekleri, ekmekleri için direnenler hepinize selam olsun, işçi sınıfının evlatları, acınızdan mutluluk yokluklarınızdan bolluk doğsun.
Evrensel'i Takip Et