O çocukların fotoğrafları görülsün istedim
Katliam sabahına dönelim önce. 10 saatten fazla oyalanmış, yanlış bir şey söylemeyelim diye hükümetini, askerini beklemiş bir medya var…
11 buçuk saat. O sabah TV'nin geçtiği ilk bantlar derlense çok güzel bir şey çıkabilir. Devleti beklediler. Birileri emir verdi ya da başbakan telefon açtı da böyle yapın dedi diye de değil… Kendiliğinden onu yapıyorlar zaten.
Sen o gece yarısı takip ettin mi gelişmeleri?
Yok, benim ertesi gün haberim oldu. Bir iki gün, nasıl olur böyle bir şey falanla geçti. Birkaç gün sonra yılbaşıydı ve beni esas perişan eden o durum oldu. Sokaklarda yılbaşı kutluyorsun ve hiçbir şey olmamış gibi televizyonlardan eğlence yayınlıyorsun. Bu Kürtlere ‘istiyorlarsa sizi öldürsünler, biz hiçbir tarafımıza takmayız, oturur yılbaşımızı kutlarız’ demektir. Korkunç bir şey bu! Toplumsal şerefsizlik demiştim, bence güzel bir tanımdı.
O yılbaşından sonra mı karar verdin belgesele?
Böyle şeyler olunca insan bir şey yapma ihtiyacı duyuyor. Ya film yapacağım ya da bir şey yazacağım, benim yapabileceklerim bunlar. MAZLUMDER ile İHD, Roboski Platformu diye bir şey kurdu ve '34 yalnızca bir sayı değildir' diye bir kampanya açtılar. Her gün o insanlardan birinin öyküsünü her yere yolladılar. Benim hoşuma gitti bu kampanya. Bunları arayım yarın diye yattım, sabah bir telefonla uyandım. Roboski Platformu'nun en koşturan insanlarından Reha Ruhavioğlu var Diyarbakır'da, o arıyor. Hocam böyle bir film yapsanıza, diye. Biraz olayın üstünden geçmesi lazımdı ama. Kadın oğlunun parçalarını yeni gömmüş, hadi bize oğlunu anlat olmaz. Beş ay sonra gittik ve beş gün kaldık orada.
Bu işlerin hepsi beş günde mi bitti?
Filmin yapılması iki buçuk üç ay gibi bir zaman aldı. Çekim 5 günde bitti. Ferhat Encü de bu işin içinde aktif olarak yer alınca oradaki organizasyon bu işi çok güzel yaptı; röportajları yetiştirelim diye herkesin evine gitmedik mesela. Bazılarından rica ettik, üç kişiyi bir kişinin evinde ayrı ayrı odalarda çektik. O, zaman kazandıran bir şey oldu. Ayrıca onların acısına sahiden sahip çıkmış, belli bir siyası çıkar için değil de mevzu ile sahiden uğraştığından emin oldukları insanlarla birlikte olduğumuz için bize baştan bir güven oldu. Koskoca adam kamera karşısında ağlıyor ve bunu hiç gizlemeye çalışmıyor mesela… Bu bir güvendir. Bir de tabii olayın o insanları ne hale getirdiğini gösteren bir şeydir.
Oturup yarım saat küfretse her biri kimsenin gıkı çıkmayacak bir konudan bahsediyoruz sonuçta, ama tırnak içinde sakinlik ve olgunluk beni çok sarstı…
Tabii ki psikolog olsak daha iyi anlayıp daha doğru şeyler söyleriz belki ama benim tahminim, birincisi acı çok büyük bir acı ama acının hemen arkasından insanlara gösterilen bir davranış var; "ne lan özür diledik ya işte, para veriyoruz." O hakarete uğramışlık duygusu birden bire tokat gibi gelmiş yüzlerine. Müthiş bir öfkeye dönüşmüş bu.
Yakınlarından sadece çocuklarını ya da kardeşlerini anlatmalarını istediğin anlaşılıyor...
Biz insanlara ısrarla o geceyi anlatmalarını isteseydik ya da bunu yapanlar hakkında ne düşündüklerini sorsaydık -filmin eleştirildiği yerlerden biri de bu ya- o zaman insanlar başka türlü konuşacaktı tabii. Biz, "onu bunu bırak şimdi oğlunu anlat" deyince iyi bir etki yaptı o insanlar üzerinde. Mesela zaman zaman gülümsüyorlar, bir an unutuyor yaşanan felaketi her insan gibi ve çocuğunun gülen yüzü aklına geliyor, o da gülümsüyor. Bir katliam olduğu zaman orada birileri ölüyor. Onların bir hayatı var. O 16 yaşında köy delikanlısının ortadan kaldırılışının ağırlığını bir hissetsek, çok şey değişecek. Bu ülkede devlet, her durumda insan öldürmenin meşruluğuna dair bir şeyden bahsediyor ve toplum da buna ayak uyduruyor. Bir de şöyle bir şey var; insanların fotoğraflarının az ya da çok olması sınıf belirtici bir şeydir ya. O çocukların fotoğrafları, bu filmle birlikte yok edilemeyecek bir şekilde var artık. Yüz sene sonra birisi onları görebilir. Bu çocukların, şöyle bir büyük şehirde hiç kimse ne yüzünü bilecekti ne yaşadığını. Herkesin koşup filmi seyretmesini ummuyorum tabii de böyle bir şeyi yaptığın zaman bilinmelerinin imkânı var. O çocukların fotoğraflarını alıp diğer insanlara göstermek gibi düşün... Bu da önemli bir şey, bir çeşit sınıfsal mücadele gibi gözüküyor bana.
Benim anladığım yitip gidenler o ailelerin en becerikli, en sorumluluk sahibi çocukları; 15 yaşında kaçağa gidiyor sonuçta…
Sadece kaçağa gitme meselesi değil. Orası bir sürü sebeple çok özel bir bölge ama normal bir köy hayatında da bir ailenin 14-15 yaşına gelmiş erkek çocuğunun bir işlevi vardır; bir takım işleri devralır, o koşturur, ailenin en büyük yatırımıdır aslında. Burada ayrıca genç erkek gücü gerektiren bir iş var ortada. Kolay bir şey değil ki kaçağa gidip gelmek, hele kışın çok zor bir şey. Bayağı dar, yüksek bir dağda gidiyorsun, geliyorsun.
Çevik olacaksın, cesur olacaksın…
Cesaret kısmı atfedildiği kadar değil çünkü bir yandan da süren bir mekanizma o. Tabi ki tehlikesi var ama devletin bir şekilde zaman zaman göz yumduğu, zaman zaman sıktığı bir şey. Yakalanıyorsun, mahkemelik oluyorsun falan en fazla. Gelip de seni uçaklarla bombalayacaklarını düşünmüyorsun ki…
'Kimse kaçakçılığı meşru gösterme gayreti içine giremez' demişti Başbakan...
Tayyip Erdoğan kendi destekçi kitlesi tarafından bu olaya merhamet gösterilmesin diye uğraştı. Onların kesiminde büyük bir rahatsızlık, bizimkiler nasıl yapar duygusu oluştu çünkü. O hissi öldürmeye çalıştı. Önce, hükümetin kabahati yok bu da tuzak diye geçiştirildi, tıpkı Hrant'ın öldürülmesindeki gibi… Olabilir ama öyle ise de sahip çıkma o zaman. 100 general var içerde, 102 tane olsa ne fark eder. Askeri araçla eroin kaçırılan bir ülkede sen kaçakçı diye kime laf ediyorsun ayrıca.
İNSANLARI OTOBÜS OTOBÜS ROBOSKİ’YE GÖTÜRSEM
‘O çocukların fotoğraflarını alıp diğer insanlara göstermek gibi’ dedin filmin için. Bu fotoğrafların , görenlerde ne yaratacağını umuyorsun?
Hep şunu hayal ediyorum; çok zengin olsam, bir turizm şirketi kursam, büyük şehirden insanları otobüs otobüs alıp bir gün Roboski’ye götürsem, bir gün Diyarbakır’a… Sadece gitsinler ve gelsinler, bir şey yapmaları gerekmiyor. Çok şey değişir diye düşünüyorum. Buradan o televizyonların korkunç haber diliyle bir hayat öğreniliyor. Terörist dediğin adam daha düne kadar başka bir şeydi. Neydi peki, ya da o gidiyor da onun kardeşi, ablası, annesi, sevgilisi, neyse yani onlar kim, nasıl bir şey yaşıyorlar? İnsanların yüz yüze gelmesi ve temas kurması çok hayati bir şey. Farkındaysan dünya hep bunu engelleyecek yönlere doğru gidiyor. Esas iş orada çünkü… Lafı uzattım; İzmir’ den mesela otobüs otobüs insanları götürsek…
Türk bayrakları ile gitseler…
Gitsinler Türk bayraklarıyla… Ukalalıklarını da yapsınlar onlara, hiç önemli değil, sonra dönsünler… Bakalım bir ay sonra evde muslukta bir şey yıkarken veya televizyonun başında otururken veya pencereden bakarken akıllarından başka bir şeyler geçmeyecek mi? Geçecektir bence… İnsanlar doğal sayıyor bir takım şeyleri. Apartmanda büyüyor, kapıcı diye bir şey var, kapıcının çocuğu tabii ki onun yaptıklarını yapamıyor, yapamaz ve doğal bir durum sanıyor bunu. Bunun doğal olmadığını fark ettiği anda o insanın hayatı nasıl değişiyor? Bu da biraz böyle bir şey. Kürtler inşaat işçisi olarak kaldığı sürece Türklerin Kürtlerden bir şikâyeti olmazdı ki… Mesela bu filmi izleyen bir insanın şöyle bir laf ettiğini duydum. “Böyle 10–15 çocuk yapıyorlar, adlarını bile hatırlamıyorlardır diye düşünürdüm ama öyle değilmiş demek ki.” Ben duydum bunu kulaklarımla. Bu çok önemli bir şey değil mi?
Bu kadar ayyuka çıkmış bir hakikat sümen altı edilecek gerçekten, ne düşünüyorsun?
Tabii, ne sanıyorsun! 301’ den Hrant’ı yargılayacakları zaman adamlar Yargıtay’da insanları tehdit etmişler, mahkûm edeceksiniz bu adamı diye. Yargıtay ceza dairesini kim tehdit edebilir? Devletten daha üst bir şey tehdit edebilir ancak. Aslında bizim esas devlet bir gizli örgüt. Bu çapta bir olayda, bizimki gibi acayip bir devlette bile bazı prosedürler vardır ve uygulanır. Savaş uçaklarının kalkması bile çok özel bir olay. Yani bomba yüklü olarak savaş uçaklarının hareket etmesi, -bunu söyleyip duruyorum da kimse araştırmıyor- kaçıncı düzeyden bir emirle oluyordur mesela? Ben iddia ediyorum ki bu ya en üst düzeydir ya bir kademe altıdır. Çok ilginç bir ayrıntı var. Dürüst ve cesur bir savcı çıksa, olayı ele alsa, şu noktadan başlaması gerekir: Devlet bize ne diyor, bir istihbarat aldık, hatta üst düzey bir komutan. Bu durumda gittin grubu bombaladın. Doğal olarak şunu yapmaz mısın? Hemen asker orayı çevirir, kimseyi sokmaz, ne kaldıysa geriye her şeyi toplarsın, daha sonra dünyanın önüne koyarsın. Hatta silahlar mı olacak onları bulursun. Asker toz oluyor… Bizim devlet bir halt ettiği zaman toz olur zaten. Bir kere “TSK Ahmet’i, Mehmet’i ayıramaz” rahatlığı var. Oysa bu uluslararası bir suç, ayıramazsan vurmaman gerektiği sonucunu çıkarırsın. Bu insanların kaçağa gittiğini, gidenlerin kimler olduğunu asker biliyordur zaten. Adamlar ayrıca korucu, onlarla bir şekilde temasları var. Burada müphem bir şey yok ki, neyi araştırıyorsunuz? Büyük ihtimalle hükümetin verdiği bir operasyon izni de var. Başbakan’ın bu kadar celallenmesinin bir tarafı da o herhalde. Dediler ki böyle bir istihbarat aldık, bombalamayı düşünüyoruz, o da tamam dedi falan… Böyle bir şey olmasa bile zaten sorumlusu başbakandır, kim olacak…
BELGESEL BANA ÇOK UYGUN BİR ALAN
Nasıl bulaştın bu belgesel işlerine? Yazarlık, gazetecilik, müzisyenlik, tasarım bir dolu işin var hali hazırda…
Benim gibi bir adama uygun bir şey belgesel. Hem bir takım dertlerin var; bir şeylerin mücadelesini yapmak istiyorsun, hem sinema yapmak istiyorsun, çok uygun bir alan. Ama orda hemen şunla karşılaşıyorsun; belgesel denince insanın aklına gelen hayvan belgesellerini geçiyorum, bir takım sıkıcı filmler, bir takım belgelerin, fotoğrafların şöyle geçtiği, bir takım insanların konuştuğu... Bu da meşruiyetini şuradan alıyor; ben o kadar önemli bir konuyu işliyorum ki sinema yapmam sanki gerekmiyor gibi... Hâlbuki öyle bir şey yok. Nasıl ki çayın üzerine soğuk su dökersen o çay olmaz, sinema da sinema olmalı önce. Bu alanda ciddi işler yapabilirim duygusuna sahip olmam ‘Kızlar ve Kökler’ filmi ile oldu. Van’a gittim o kilim atölyesindeki kızların dokurken çıkarttıkları seslerden müziğe benzer bir şeyler yaptım. Klip gibi bir kurgu yaptım. Bütün amaç, ben bu şehrin insanlarına bu mevzuu izleteceğimdi. Filmde olması gereken soluklanma aralıkları, hiçbir şey yok, buradan gözlerini alamayacaklardı. Yaptım oldu; sonra biraz daha cesurca şeylere kalkıştım.
Evrensel'i Takip Et