03 Ekim 2021 00:16

Göbeklitepe yalnız değildir!

K. Schmidt, kutsal kitap arkeolojisi denilen akıma itibar eden bir arkeolog gibi görünüyordu. Bir açıklamasında “Âdem ile Havva’nın cennet bahçesini buldum” bile demişti.

Göbeklitepe | Fotoğraf: Rauf Maltaş/AA

Paylaş

Aydın ÇUBUKÇU

Arkeolog Klaus Schmidt, 1995 yılında bir süredir küçük belirtiler, ipucu veren tanıklıklar üzerinden başlattığı Göbeklitepe kazı çalışmalarının şaşkınlık yaratan ilk sonuçlarını, bir o kadar şaşkınlık yaratan iddialarla birlikte açıkladı. Bunlar arasında en fazla ilgi gören, en fazla tartışmaya açık olanı “Her şey dinle başladı” diye özetlenebilecek olanıydı. 12 bin yıl önce, henüz metal aletlerin ve seramiğin bilinmediği bir dönemde inşa edildiği anlaşılan yapılar, bu bilgilerin birleştirilmesiyle, insanların henüz “yerleşik hayata” başlamadıkları bir çağa ait olarak tanımlandı.

Problem burada başlıyordu: Yerleşik hayat olmadığı halde, yani varsayımsal olarak insanlar avcı ve toplayıcı olarak doğada serbestçe dolaştıkları bir dönemde nasıl olur da dinsel yapılar yapmış olabilirlerdi? Sonuç şu oluyordu: Demek ki her şeyden önce din vardı! Din kurucu bir ögeydi ve insan soyu dindar olduktan sonra kentler kurmuş, bir arada yaşamaya başlamışlardı!

BU NASIL TARİH?

K. Schmidt, kutsal kitap arkeolojisi denilen akıma itibar eden bir arkeolog gibi görünüyordu. Bir açıklamasında “Âdem ile Havva’nın cennet bahçesini buldum” bile demişti. Tevrat ve İncil’in efsanelerinden yola çıkarak tarih yazmaya kalkışanlar gibi, bu kitaplarda adı anılan kentleri arayanlar ve bir kent kalıntısı bulduklarında ona buralardan alınmış adları veren arkeologlar da vardı. Bu “dayanaklar ve kanıtlar” pek çok olayın ve kalıntının anlamlandırılmasında kullanılıyordu, hâlâ bu yolda yürüyenler var.1

Schmidt, henüz Göbeklitepe civarında yerleşim kalıntısı bulunmamasını da görüşlerini destekleyen bir bulgu olarak değerlendiriyordu. “Kimselerin yerleşik hayatının olmadığı bir yerde tapınağın ne işi var?​” diyordu. Öyleyse, kent, dinden sonra gelmişti! Bu görüş, insanın toplumsal evrimini belli bir merkezden hareket ederek doğrusal bir gelişme olarak açıklayan anlayışa da uygundu ve magazin medyasına epeyce malzeme sağladı. Tarihin sıfır noktası bulunmuştu, dinin kurucu öge olduğu kanıtlanmıştı, “uzaylıların” varlığı bir kez daha doğrulanmıştı, vs. vs. Öyleyse tarih yeniden yazılmalıydı!

TARİH BİLİMİ NE DER?

Elbette masaldan arınmış bir tarih yazılmalı. Örneğin “sıfır noktası” gibi saçmalıklara itibar edilmemeli. Milyonlarca yıl sürmüş bir evrim sürecinde 12 bin yıl öncesi neden başlangıç olsun ki?

Sonra, kalıplara itibar etmeyen bir somut durum çözümlemesi yapılmalı. Tarihi bütün insanlık için ortak “çağlar dizilişi” gibi düşünmek bu kalıplardan en tehlikelisi. En genel hatlarıyla toplumların evriminin aşamaları hakkında bir şeyler söylenebilir, ama bütün toplumların aynı anda aynı aşamalardan geçerek geliştiği sanılırsa, bu “Avcı ve toplayıcılar neden böyle yapılar yaptı” sorusunun içinden çıkılamaz. Yeryüzünde aynı anda farklı çağlar yaşayan toplumlar her zaman olmuştur. Günümüzde bile bazıları “uzay çağı” yaşarken, bazıları hâlâ avcı-toplayıcı hayatlarıyla mutlu olabiliyor! Tarih bilimi, buna “eşitsiz gelişme yasası” diyor. Göbeklitepe halkı kalıpçı tarihçilerin sonradan kendilerini yerleştirmek istedikleri şemayı bir biçimde reddetmişlerdi! Yeryüzünün büyük bölümünde çeşitli insan türleri, birbirine hiç benzemeyen avcı-toplayıcı yaşamlar sürdürürken, onlar yerleşmiş ve taşı işlemeyi öğrenmiş, bir inanç sistemi geliştirmişlerdi.

Schmidt ve benzeri masal kazıcıları, Göbeklitepe’nin dünyanın merkezinde yalnız başına durduğunu düşündüler. Benzersizdi, tekti, çevresinde yerleşim yoktu! Bu aceleci yargı sonradan çöktü. Göbeklitepe çevresinde insanların kendileri için konutlar yaptıklarını, yani yerleşik bir yaşam sürdürdükleri açığa çıktı.

Üstelik biricik de değildi, Şanlıurfa’nın Eyyübiye ilçesinde 2014 yılında Harbetsuvan Tepesi’nde başlatılan kazı çalışmaları benzer yapılar ortaya çıkardı. Urfa coğrafyası, Nevali Çori, Karahan Tepe, Taşlı Tepe, Harbetsuvan Tepesi, Sefer Tepe, Ayanlar Höyük, Hamzan Tepe, Yeni Mahalle (Balıklıgöl Höyüğü) ve Kurt Tepesi gibi aralarında kilometrelerce uzaklık ve zaman farklılıkları bulunan benzer yerleşimler ve tapınaklar barındırıyor. Hatırlayalım, Göbeklitepe 3 bin yıl boyunca kendisini inşa eden insanlara hizmet ettikten sonra (Kim bilir belki de farklı bir inanca sahip başkaları tarafından) toprağa gömülerek terk edilmişti.

Binlerce yıla yayılmış, çok ilginç ve henüz sırlarla yüklü bir yerleşim coğrafyasından söz ediyoruz. Ahmet Uhri gibi gerçek bilim insanları bu geniş bölgede tahıl tarımı yapıldığını, yaban buğdayın evcilleştirildiğini ortaya koydular. Belki henüz hayvan evcilleştirmeyi gerekli görmemişlerdi, ihtiyaçları olmamıştı. Ama kendilerini bağlı hissettikleri bir inanç sistemine, öyleyse, kendilerine inanç vazedenlerin başta olduğu bir yönetme ve yönetilme sistemine de sahiptiler. İş bölümü, uzmanlaşma gibi toplumsal sınıf ayrışmasına karşılık düşen bir yaşamları olduğu kuşku götürmez. Büyük olasılıkla aralarında bir tür ticaret de yapıyor olmalılar.

Bu parçaların birleştirilmesi, ortaya binlerce yıl orada var olmuş yerleşik bir toplum yaşamı görüntüsü ortaya çıkarır. Orada birbirinden habersiz rastgele yaşayıp göçmüş taş dikmeye meraklı acayip varlıkların her nedense bıraktıkları izlerden değil, kendilerine özgü bir toplumsal sisteme sahip insanların kurduğu bir ülkeden söz etmek gerekir.

BUGÜN, BİZİ YANILTIR!

Tarihte olup bitenlere günümüz insan yaşamını merkeze koyarak bakmak, tıpkı doğaya insan merkezli bakmak gibi yanıltıcı sonuçlar doğurur. Kendi inançlarımızı, alışkanlıklarımızı, teknik bilgimizi geriye doğru götürüp ezelden beri bunların geçerli olduğunu sanarak geçmişi yorumlamak yalnızca yöntem bakımından yanlış değildir, aynı zamanda büyük bir kibir göstergesidir.

Şimdi artık yeni keşifler, Göbeklitepe’nin yalnız olmadığını açıkça ortaya koymuştur. Bu yalnız olmama hali, yalnızca aynı bölgede birbiriyle bağlantılı merkezlerin olmasından ibaret değildir. Çok uzak coğrafyalarda, örneğin bugün Çin dediğimiz topraklarda da bu tür uygarlıkların on binlerce yıl öncesinde ortaya çıkmış olduğuna dair işaretler vardır. “Sıfır noktası” kavramını çok seviyorsak, neden Çin bilim insanları orada da bir “sıfır noktası” bize sunmasınlar!

Tek merkezli uygarlık gelişim teorileri artık büyük ölçüde çökmüştür. Bir noktadan başlayıp bütün dünyayı kaplayan gelişme modellerinin emperyalist ideolojiye dayandığı ve bilimi kirlettiği artık geniş kabul görüyor. Tarihe günümüz koşullarını temel alarak bakmanın bir kötü örneği de budur.

1Bugün de halen faaliyet gösteren Biblical Archaeology Society adlı bir kuruluş var. Biblical Archaeology Review adlı süreli yayınları bulunuyor.

ÖNCEKİ HABER

Belgeselden kurguya Pelin Esmer sineması

SONRAKİ HABER

Malatya'da ambulansla geldiği hastanede 3 hemşireyi rehin alan kişi gözaltına alındı

Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa
Evrensel Ege Sayfaları
EVRENSEL EGE

Ege'den daha fazla haber, röportaj, mektup, analiz ve köşe yazısı...