12 yıldır kanayan yara!
HÜKÜMET ÇÖZÜME YANAŞMADI
Hükümet, 2000 yılıyla birlikte Avrupa’nın ‘tecrit ederek öldürme’ sistemi olan F tipi cezaevleri modelini uygulamak istedi. Hak gaspları ve ‘tabutluk’ olarak bilinen F tipine karşı siyasi tutuklu ve hükümlüler 2000 yılında ölüm orucunu başlattı. Sorunun diyalog yoluyla çözülmesi için araya giren ve aralarında Adalet Ağaoğlu, Halil Erün, Zülfü Livaneli, Oral Çalışlar, Gencay Gürsoy gibi isimlerin yer aldığı aydınlar uzlaşma sağlamaya çalıştı. Yapılan görüşmelerde zaman zaman toplumda çözüm yönünde umutlar belirmeye başlasa da hükümetin F tipi sistemindeki ısrarı nedeniyle çözüm bulunamadı.
‘DİRİ DİRİ YAKTILAR’
Hükümet bir yandan görüşmeleri kullanarak operasyon hazırlığı yaparken öte yandan gönüllü medya yoluyla katliamın zeminin hazırlıyordu. Cezaevlerinden her gün ölüm orucundaki mahkûmların sağlık durumlarına ilişkin kötü haberler gelirken, 19 Aralık sabahı Türkiye, “Hayata Dönüş Operasyonu” ile uyandı. Dünya tarihinde ilk defa bir ülkede aynı anda 20 cezaevinde başlatılan operasyon, Birsen Kars adlı tutsağın “Bizi diri diri yaktılar” çığlığıyla hafızalara kazındı. Türkiye’nin Kıbrıs harekatından sonra gerçekleştirdiği en büyük operasyon olarak bilinen bu katliam esnasında tutsakların F Tipi cezaevlerine karşı başlattıkları ölüm orucu eylemi 60’ıncı günündeydi. 19-22 Aralık günleri boyunca cezaevlerinde 8 jandarma komando taburu, 37 bölük asker, binlerce çevik kuvvet ve ceza infaz memurunun katıldığı operasyonda binlerce mermi, el bombası ve 20 bini aşkın gaz bombası kullanıldı.
122 ÖLÜM
Katliam sırasında 28 tutuklu ve hükümlü kurşunlanarak ve yakılarak yaşamını yitirirken, 600’ün üzerinde tutsak yapılan müdahaleler sonucu ileri derecede Wernike -Korsakoff hastalığına yakalanmıştı. Operasyon sonrasında ölüm orucunu destekleyen tutuklu yakınlarından 7, tahliye olduktan sonra ölüm orucunu sürdüren 12, ölüm orucu eylemine destek vermek için kendisini yakan 10, tedavi sırasında 1, ülkücülerin saldırısı sonucu 1 ve 5 Kasım 2001’de Küçükarmutlu’da ölüm orucunda olanlara karşı düzenlenen polis operasyonunda 4 kişi hayatını kaybetmesiyle ölüm orucu bittiğinde hayatlarını kaybedenlerin toplam sayısı 122 kişi olarak tespit edildi.
SORUMLULAR YARGILANMADI
Yaşanan kanlı “Hayata Dönüş Operasyonun” ardından 12 yıl geçmesine rağmen sorumlular yargılanmadı. Yaklaşık 3 yıl süren ısrarlı ve kararlı mücadelenin sonucu operasyon yapılan hapishanelerin dış güvenliğindeki askerler yargılandı, operasyonu asıl yapanların, emir veren ve komuta edenler yargılanmadı. (HABER MERKEZİ)
Sevdiye ERGÜRBÜZ - Rojda KORKMAZ
ÖLÜM orucu eylemine katıldığı için Wernicke Korsakoff hastalığına yakalanan Mehmet Güvel 19 Aralık’taki Bayrampaşa Cezaevi’ndeki katliamın tanıklarından biri.
Uzun süren ölüm oruçlarının sonlandırılması kendileri ile görüşen bir heyetin, taleplerini kabul etmek üzereyken, gelen bir telefonun ardından görüşmeden ayrıldığını söyleyen Güvel, “19 Aralık katliamının yapılmasına 2 sene önceden karar verildiğini sonrada anladık. Bütün hapishanelerin planları çıkartılmış. Tek tek nerelerden saldırılabileceğinin planı yapılmış” diyerek katliamın devlet tarafından çok önceden bilinçli bir şekilde organize edildiğini kaydetti.
Operasyonda kullanılan gazın, giysilere zarar vermediğini ancak teni ve saçları yaktığını aktaran Güvel, “Ayrıca içeri yangın bombaları da attılar. Böylece 6 kadın arkadaş yakılarak katledildi. Aileler katliamdan sonra evlatlarını teşhis etmek için gidiyorlar. 4 kişi bir şekilde teşhis ediliyor. Fakat 2 arkadaş tamamen kömürleşmiş olduğu için teşhis edilemiyor. Aileler artık ‘birini sen al birini ben alayım’ demek zorunda kalıyor” diye konuştu. Güvel, ölüm orucundaki tutsaklardan 2’sinin, olası bir operasyona karşı bedenlerini ateşe verme kararını önceden aldığını, bunu basına ve savcılığa bildirdiklerini ifade ederek, “Bu arkadaşlar Fırat Tavuk ve Aşur Korkmaz’dı. Operasyon başlayınca önce biri çıktı, ‘operasyonu durdurmadığınız takdirde kendimi yakacağım’ dedi, yanıcı maddeyi dökerek kibriti çaktı. Buna rağmen onu kurşunladılar. Hem yandı hem kurşunladılar. Dışarı çıkmalarının ardından havalandırma duvarının kepçelerle yıkılarak, itfaiye ve ambulansların getirildiğini anlatan Güvel, “Bizleri teker teker karşılıklı dizilen askerlerin arasında döverek, hangar gibi bir yere attılar. Kimlik tespiti yapıldıktan sonra arkamızdan kelepçelediler. Ringe koydular, bir ringin içinde 9 kişiyiz. Arkadan plastik kelepçeli halde, nereye gittiğimizi bilmeden uzun bir yolculuğa çıktık. Bu arada hiçbir ihtiyacımız karşılanmadan Edirne F Tipi Cezaevi’ne getirildik” diyerek, yaşadıklarını söyledi. (İstanbul/DİHA)
Deniz Tekin
İHD’nin, 16-17 Kasım 2002 tarihlerinde gerçekleştirdiği Genel Kurulu’nda 19 Aralık gününü “Cezaevlerinde İnsan Hakları İçin Mücadele ve Dayanışma Günü” olarak ilan edildi. Her yıl 19 Aralık gününü, tutuklu ve hükümlülerle dayanışma ve cezaevlerindeki insani koşullar için etkinlik gerçekleştiriliyor.
19 Aralık’tan günümüze cezaevlerinde ölümlerin, keyfi uygulamaların ve hak ihlallerinin artarak devam ettiğini söyleyen İHD Cezaevi Komisyonu Sorumlusu Necla Şengül, F tipi cezaevlerine geçişte bin 600’ün üzerinde tutsağın yaşamını yitirdiğini, cezaevlerinin “toplama kamplarına” dönüştüğünün altını çizdi.
‘KÖTÜ MUAMELEDE ARTIŞ VAR’
Cezaevlerindeki işkence ve kötü muamele ile ilgili bir önceki yıla göre bu yıl çok yoğun başvuru aldıklarına dikkat çeken Şengül, “2012 yılının ilk günlerinde ortaya çıkan Pozantı gerçeği, Bergama Cezaevi ve bölge illerinden yaşanan sevklerle Şakran Cezaevi’ndeki taciz, işkence kötü muamele başvurularımızdaki artış endişelerimizi yükseltmiştir” dedi. Cezaevlerinde yaşanan ihlallerinin anlatmakla bitmeyecek kadar çok olduğunu vurgulayan Şengül, sözlerini şöyle sürdürdü: “Özellikle birçok cezaevinde disiplin cezaları mahpusların yaşamını iyice daraltmaktadır. Tutuklu ve hükümlülere özel olarak 6 aydan bir yıla kadar açık görüş yasağı veriliyor. Bazı uygulamalar ise artık trajikomik almış, örneğin Sincan ve Kırıkkale F tipi cezaevlerinde renkli defterler ve kalem çeşitleri kantinlere getirilmemektedir. Birçok cezaevinde bireysel temizlik için verilen cımbız, bıyık makası, tekli jilet bu cezaevlerinde verilmemektedir.”
Adli Tıp Kurumu’nun hiç bir ağır hasta tutsağın tahliyesi imza atmadığını ifade eden Şengül, “ Raporlarına rağmen, içeride ölümü bekleyen 100’e yakın insan var ve yasalarla tahliye edilebilirler ama edilmiyorlar” dedi. Cezaevlerinde 13’ü yanarak ölmek üzere toplam 69 tutsağın yaşamını yitirdiğini kaydeden Şengül, 2012 yılında cezaevlerinde yaşanın ölümlerin 2011 yılında yaşanan ölümlerin iki katı olduğuna dikkat çekti. (İzmir/DİHA)
19 Aralık 2000’de operasyonun adı yalnızca hükümet için değil medya için de “Hayata Dönüş”tü. Bugün ‘insanlık dramı’ gibi sunulan manşetleri atan gazeteler, on iki yıl önce “Sahte oruç, kanlı iftar”, “Örgüt yaktı, jandarma kurtardı” demişler, operasyon için devleti kutlamışlardı...
Operasyona ilişkin Milliyet’in Genel Yayın Yönetmeni Mehmet Yılmaz “Sahte oruç, kanlı iftar” başlığını atmakta sakınca görmemişti.
Dönemin Hürriyet Genel Yayın Yönetmeni Ertuğrul Özkök, “Hükümetin bu operasyona verdiği, ‘Hayata Dönüş’ adı dün gerçek anlamını buldu” diye yazdı. Aynı gazetede Cüneyt Ülsever gösterilen “fedakarlık, sevk ve idare becerisi, dirayet”ten dolayı devlet yetkililerini kutluyordu.
Güneri Civaoğlu “Zorunluydu” başlıklı yazısında Bülent Ecevit’i övüyor, uluslararası insan hakları gözlemcilerini operasyon nedeniyle Türkiye’ye geleceklerinden kuşku duymaksızın uyarıyordu: “Onlar [uluslararası insan hakları çevreleri] da, müdahalenin insani ölçütler dikkate alınarak gerçekleştiğini görmeliler.”
Zaman Ramazan’a denk gelen operasyonu “Sahur Operasyonu” başlığıyla verirken, gazetenin yazarı Tamer Korkmaz “Nihayet” başlıklı yazısında operasyonun aslında geciktiğini yazıyordu.
Evrensel'i Takip Et