09 Ağustos 2021 00:11

Türkiye’de vatandaşlık alıp askerlik yapan Suriyeliler: Kimliğimiz var değerimiz yok

Yıllardır ırkçı söylemlerin odağında olan Suriyeli iki mülteci, vatandaşlık almış, Türkçeye son derece hakim ve askerlik yapmış. Mülteciler, “Kimliğimiz de var ama bir değerimiz yok” diyor.

Pazarkule'ye giden mülteciler | Fotoğraf: DHA

Paylaş

Eren ERGİNE
Murat UYSAL
İstanbul

Taliban’ın zulmünden kaçan Afganların Türkiye sınırına dayanması, Türkiye’deki mültecilerin bayramda Suriye’deki ailelerini görmeye gitmesiyle ırkçı söylemler yeniden alevlendi. Bayramdan beri süren mülteci düşmanlığı ise hâlâ devam ediyor. İkitelli’de yıllardır bu söylemlerin odağında Suriyeli mültecilerle maruz kaldıkları ırkçılığı konuştuk. Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı olan, deyimlerden atasözlerine kadar Türkçeye hakim olan, askerlik yapan “mülteciler”, “Kimliğimiz var ama gözlerinde bir değerimiz yok” diyor.

“BURANIN İNSANINA BENZEDİM, BENZEMEYE ÇALIŞTIM”

Yaklaşık 9 senedir Türkiye’de olan Mahmud ve Macid Suriyeli Türkmenlerden. Türkiye’ye geldiklerinde bildikleri çat pat Türkçe de daha sonraları aldıkları Türkiye vatandaşlığı da maruz kaldıkları ırkçılıktan koruyamamış onları. Geldiğinde 12 yaşında olan Mahmud şimdi 21 yaşında. Giyinişiyle, tıraşıyla, diksiyonuyla bir Türkiyeliden farksız. Kendisi de böyle olabilmek için yıllarını verdiğini söylüyor. “9 sene oldu burada piştim, buranın insanına benzedim, benzemeye çalıştım. Şimdi 40 tane şahit gerekiyor ki bana Suriyeli desinler, dışarıdan gören anlayamıyor. Hem görünüşüm hem diksiyonum Suriyeli kimliğimi gizliyor. Savaş bitse dahi dönmeyi istemiyorum çünkü ben burada büyüdüm, buradaki insanları tanıyorum, burada bir çevrem var, döndüğümde neyle karşılaşacağımı bilmiyorum” diyor.

10 YAŞINDAKİ BİR ÇOCUK NİYE GÖÇ ETSİN?

9 sene önce Suriye’de yaşadıkları hâlâ mıh gibi kazılı aklına Mahmud’un. O günleri şöyle anlatıyor: “IŞİD köyümüzü basmıştı. Daha o yaşta köy meydanında bir adamın kafasının kılıçla kesildiğini gördüm. Burada hani diyorlar ya biz memleketimizi bırakmayız diye, iç savaşta öyle bir psikoloji var ki nelere şahit oluyorsun neler görüyorsun, mecburen çıkıyorsun doğduğun topraklardan. 8-10 yaşındasın, silahlı çatışmalar görüyorsun, akrabalarını kaybediyorsun, her sabah bomba sesleriyle uyanıyorsun. Bombardıman başladığında sınıra yakın yerlere kaçıyorsun çünkü o bölgeleri vuramıyorlar. Birkaç gün sınırda kaldıktan sonra köye geri dönüyorsun. Tekrar bombardıman başlıyor, tekrar sınıra. En son dayanamayan insanlar sınırın öbür tarafına geçiyor çünkü artık topraklarında hayat olmadığını görüyor. Sınırı görseydiniz tam bir mahşer yeri, 6 kilometre kuyruk hepsi daha kötüsü olmaz diye yola koyuluyor.”

12 YAŞINDA AĞIR SANAYİDE UCUZ İŞÇİ

Daha kötüsü olmaz diye geldiği Türkiye’de daha çocuk yaşında türlü çilelerle boğuşmuş Mahmud. 12’sinde girdiği ağır sanayinin izlerini hâlâ vücudunda taşıdığını söyleyerek, “İlk geldiğimde çok dışlandım, ırkçılığın babasını yaşadım, ağır sanayide ucuz işçi olarak çalıştım. Aylık 800 liraya 60 kilo kalıp kaldırıyordum. Gömleğimi çıkarsam, kollarımdan vücudumun diğer bölgelerine kadar her yerinde yanık izleri var” diyor. Irkçılık nedir bilmeden ırkçıların hedefi olan Mahmud, “Geliyorsun buraya, bir sürü olay görüyorsun. Linç edilmekle burun buruna kaldık, mahalleden kovmak istediler. Bizimkiler de sütten çıkmış ak kaşık değil ama birkaç kurunun yanında yaş da yanıyor. Buraya geldiğimde zaten babamın iki akrabası yanımdaydı başka kimsem yoktu. 2 oda bir salon evde 28 kişi yaşıyorduk. Yan yana dizilip yatıyorduk, çünkü ev vermiyorlardı. Para kazanmanın yollarını aradım, öyle ağır sanayide iş buldum işte. Orada en büyük çileyi çektim. Çalışmaya para kazanmaya mecbursun. 12 saat çalışıyorsun, bir de mesai diyorlardı, 2 saat 4 saat mesaiye kalıyordum günde 15-16 saat çalışmış oluyordum. Daha 12-13 yaşındasın. Elbette Türkçe bilmenin faydaları vardı ama insanların gözünde Türk olmuşsun Kürt olmuşsun Arap olmuşsun hiç fark etmiyor nefret edilmek için Suriye’den gelmiş olman yetiyor” diye anlatıyor.

ASKERLİK BİLE YAPMIŞ AMA NE FAYDA...

Sırf kendine düşmanca yaklaşanlara cevap verebilmek için vatandaşlığını alır almaz askere giden Mahmud, “Türkiye için silah tuttum. Sırf karşıma geçip laf edenlere cevap verebilmek için gittim askere ama yine de ırkçılığa maruz kalıyorsun. Geçen biri geldi, o askerliğini yapmamış ben askerliğimi yapmışım ama yine de o ırkçılığı görüyorsun” diyor.

Macid ise 2013’ten beri İstanbul’un keşmekeşi ile boğuşuyor. Gelmeden önce Halep’te ticaret ile ilgilenen Macid, “Kaçak köçek yollarla perişan geldik. Paşa gibi yaşarken açlığa mahkum olduk. Ailemden bir hafta önce geldim. İstanbul’da kalacak yer ayarlamaya çalıştım. Birkaç gün yerlerde yattım. Bir şekilde başımızı sokacak bir yer buldum. Türkçe bildiğim için işim biraz daha kolay oldu. İlk bir hafta çay yapacak demlik, yemek yapacak tenceremiz yoktu. Zamanla tekstilde çalışa çalışa aldım. Türkçe bilmeyenler için durum daha da zorlu geçti. Karşısında adam konuşuyor, dil bilmiyor, anlamıyor, ne söylerse söylesin cevap veremiyor. Ama bu düzensiz göç devletin suçu. Seni alıyorsa birkaç sene eğitecek donatacak. Böyle bir şey görmedik burada. Yanan kazanın içine atıldık” diyor.

SUÇ KONTROLSÜZ GÖÇÜN SORUMLUSU DEVLETİN

Geldiğinden beri tekstilde çalışan Macid’in şimdi İkitelli’de küçük bir kafesi var. Türkiye’ye göç eden Afganları kendilerine benzeten Macid, “Aslında bütün suç devlette. Madem bu işi kontrol altına alamıyorsunuz, hiç almayacaksınız bu kadar insanı. Ya ırkçılık yaptırmayacaksın ya da almayacaksın. Çıkıp insanların önünde ben bu kadar mülteci alıyorum diyor, ama mültecilerin çektiği eziyeti kimse görmüyor. Biri geliyor sen burada dükkan açmışsın senin keyfin yerinde diyor. Ne yapayım, illa senin yanına gelip işçilik mi yapayım, köle mi lazım abime?​” diye sitem ediyor.

Bayram ziyaretlerinin değerlendiren Macid, “Bayramda Suriye’ye gidenlerin çoğu bekar. Evli olanların ailesi hep burada ancak bekarların aileleri hâlâ Suriye'de köylerde yaşıyor. Çoğu 3-4 yıldır ailesini görmeyen insanlar herkes ailesini gidip görmek ister. Almanya’da 8 milyon Türk olduğu söyleniyor, Türkiye’de iş de var onlar niye dönmüyorlar. Bayramlarda Türkiye’ye ziyarete de geliyorlar neden kalmıyorlar, ülkelerinde savaş da yok, bizi düşman biliyorlar ama bu tarafa bakmıyorlar” diye anlatıyor.

GÖNDERMEK KOLAY MI?

Bolu Belediye Başkanı Tanju Özcan’ın “Mültecilerden 10 kat zamlı elektrik ve su faturası alacağız” açıklamasını da değerlendiren Macid, “Madem istemiyorsunuz buyurun çıkarın. Ama gönderemiyorlar. Gönderemezler, bu ülkenin zenginleri Suriyelilerin sırtından zengin oluyor artık. Bak Suriyeliler de yetmemiş şimdi Afganlar geliyor. Öyle basit değil toplayıp göndermesi. Bolu Belediye Başkanı kendi evindeki hizmetçiyi niye göndermiyor. Bu nasıl olsa benim yanımda hem fazla masrafı da yok kalsın diyor. Aykosan’da tanıdığım birçok arkadaşım var, Suriyeliler gelmeden önce sipariş almaya çekinen, işçi bulamam, yetiştiremem diyen patronlar şimdi senelik sipariş alıyor çünkü işçi çok. Hem ucuz hem her yer işçi kaynıyor. Suriyeli Afgan al, köle gibi çalıştır, gıkı çıkmaz” diyor.

DÜZEN KURULURSA DÖNMEYİ İSTERİM

Anne tarafı Türkiyeli olan Macid’in vatandaşlık alması pek de zor olmamış. O da vatandaşlığını alır almaz askere gitmiş. “Askerde kimse Suriyeli olduğumu bilmiyordu. Bilseler nelerle karşılaşacağımı tahmin ediyordum o yüzden hiç söylemedim. Zaten kimlikte Gaziantep’e kayıtlı görünüyorum. Hiç söylemedim, dilden anlamaları da mümkün değildi” diyor.

Suriye'de eski düzen kurulursa dönmek istediğini söyleyen Macid, “Şu an Halep’te sözde yeni bir hayat kuruluyor. Evleri kentsel dönüşüme soktular, eskilerini yıkıp bırakıyorlar. Zaten yeni yönetimlere göre yeni sınırlar çizildi. Savaş komple bittiğinde geri dönmeyi düşünüyorum. Burada da bir düzenimiz var ama orada eski düzen kurulursa oranın düzeni daha iyi. En azından herkesi tanıyorsun, rahat rahat çalışıyorsun, kim sana ne demiş diye uğraşmıyorsun” diyor.

BURADA HAYAT ŞARTLARI ZOR

Suriye’de koşullar nasıldı, Türkiye ile Suriye’yi karşılaştırdığınızda ne gibi farklar görüyorsunuz?

İnsanların durumu kişiden kişiye yaptığı işe göre değişiyordu ama bir işçinin 7-8 tane çocuğu olsun, tek başına çalışsın, yine de geçiniyordu. Suriye'de her şey ucuzdu, o çocuklara bakıp ev alabiliyordu, belli bir zaman sonra altına arabasını çekebiliyordu. Burada 3 çocuğun oldu mu yetiştir bakalım. Her şey pahalı, asgari ücrete zam gelecek diyorlar, 500 lira zam koyuyor ama evin masrafında 2 bin lira fark yaşıyorum. Yaptıkları zam daha cebime ulaşmadan pazarda bakkalda eriyor. Ne para toplayabiliyorsun ne geçinebiliyorsun. Yarı aç yarı tok, gün dolduruyorsun. Burada bile en ucuz kiralar 1500-2000 lira arası. Kirasını faturasını ödüyor, evin ihtiyaçlarını karşılıyor, zaten elinde bir şey kalmıyor. Bir yağ almaya kalksan 80 lira.

Suriyelilerin eğlenmesi, geceleri sokağa çıkması dahi sorun ediliyor. Suriyelilerin yaşantıları neden bu kadar sorun ediliyor?

Ne için çalışır insan, sadece para toplamak için mi? Bu parayı topladım, 50-60 yaşına geldim, sonra ne yapacağım parayı. Kefenin cebi yok diye biliyorum ama burada yaşayanlar kefenlere cep diktirmişler herhalde, bulduğunu yastığın altına atıyor. Ne olursa olsun yastığın altındakine dokunmuyor, borca giriyor yine o yastığın altına dokunmuyor. Suriyelilerde genelde böyle bir para toplama alışkanlığı yok. Bu ay bu kadar var, bunu yeriz, önümüzdeki aya Allah büyük.

Her nargile içene de Suriyeli diyorlar, nargilenin kültürünüzdeki yeri nedir?

Nargile keyiften gelen bir şey. Burada insanlar evin içerisinde sigara bile içmiyor. Neymiş perdeler kirlenecekmiş, elinde mi yıkıyorsun sanki. Makineye atıyorsun 15 dakika yıkanıyor. Nargile bizde, bütün Arap ülkelerinde yaygın bir şey. Mısır’da büyük küçük herkes içer. Sokakta adım başı nargile fokurdatanları görürsün. Buradaki çay gibi bir şey bizde nargile.

Peki ırkçıların argümanlarıyla soralım, Suriyeliler her ay devletten para alıyor mu?

Devletten değil Avrupa Birliği fonundan alıyor. Onu alabilmek için de en az üç çocuğun olmak zorunda. İki çocuğun varsa ya da evli değilsen yine alamıyorsun. Aylık 155 lira alıyor aileler çocuk başına. Türkiye’nin hiçbir özel maddi yardımı yok zaten. Kızılay kartı veriyorlar, o da uluslararası bir kart. Birçok yardım geliyor ama acaba o yardımın ne kadarını alabiliyor bu insanlar?

Peki ‘neden ülkenizde kalıp savaşmadınız?​’

Nasıl savaşayım, kime karşı savaşayım? 15 Temmuz darbe dediler halkın yüzde kaçı sokağa döküldü, kaçını ikna ettiler. Herkesin birleşmesi bu savaşı çıkaranların işine gelmiyor. Birine silah verip birinin silahını kesiyor. Esad’a güç verip öbürünü zayıflatıyor. Böyle böyle savaş da ticaret de devam ediyor. DAEŞ üç günde meydana çıktı, işini gördüler, fişini çektiler. Kiminle kimin için savaştığını bilmediğin bir ortam.

ÖNCEKİ HABER

TİHV: İklim krizi ve ekolojik tahribatın etkilerine karşı önlem almamak hak ihlalidir

SONRAKİ HABER

Hak arayan işçiyi tazminatsız attılar

Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa
Evrensel Ege Sayfaları
EVRENSEL EGE

Ege'den daha fazla haber, röportaj, mektup, analiz ve köşe yazısı...