16 Temmuz 2021 00:09

Sağlık hizmeti ekip işidir, emek mücadelemiz de ortaktır

"Ayrımcılıklar ve adaletsizliklere karşı yürütülen ortak mücadele, sağlık işçilerinin tüm diğer çalışan memur ve akademisyen kadrosuyla “sağlık emekçileri”nin birlik ve dayanışmasını oluşturmuştur."

Fotoğraf: Evrensel

Paylaş

Günseli UĞUR
DEÜ Hastanesi SES İşyeri Temsilcisi
İzmir

“Sendikalı olursak işten kovuluruz” diyerek başlayan; öne eğik, sessiz, tepkisiz, hak aramaktan korkarak çalışan; döner sermaye kesintilerine karşı yapılan eylemlere “Bu memurların eylemi bizim ne işimiz var” diyen, 1 Mayıs’lara temsili katılımı geçemeyen sağlık işçilerinin mücadele içinde geçirdiği devinimin hikayesidir bu. Tırnaklarla kazınarak sürdürülen mücadelenin “Sağlık hizmeti ekip işidir, emek mücadelemiz de ortaktır” dendiği aşamaya gelmesinin uzun süreli hafızasıdır.

Hatta önceleri “taşeron işçi”dir adları, personeldir, temizlikçidir, mutfakçıdır ya da sekreterdir. “Sağlık işçisi” olma süreci sadece hukuki kazanımlarla özetlenemez. Özellikle 2010’larda sağlıkta dönüşüm politikalarına ve son bir buçuk yılda pandemi sürecindeki ekip içi ayrımcılıklar ve adaletsizliklere karşı yürütülen ortak mücadele, sağlık işçilerinin tüm diğer çalışan memur ve akademisyen kadrosuyla “sağlık emekçileri”nin birlik ve dayanışmasını oluşturmuştur.

Mahmut Yiğit ve Cem Bozbalak, bu sürecin en yakın tanıklarından olan iki sağlık işçisi arkadaşımız. O kadar çok emek harcamışlar ki sendikal örgütlülüğü sağlamak için, tek tek her aşamayı anlatmak istiyorlar. “Biz yılmadan mücadele ettik ve devam ediyoruz, sizler de bizim tecrübelerimizden öğrenmelisiniz” diyerek anlatmaktan da yılmıyorlar. Anlatılan en küçük bir deneyimin dahi işçi sınıfının mücadele tarihine katkı olacağının farkında olarak.

İŞ GÜVENCESİ VAHİM DURUMDAYDI

Diyorlar ki; “2006’daki işçi çıkarmaları sonrası, atılan işçilerin yerine alındığımızda yani, giriş evrakları hazırlarken o dönemki bazı yöneticiler “Sakın sendikayla uğraşmayın ve sendikalarla hiçbir şekilde iletişime geçmeyin” diye uyarmıştı. O zamanlar işyerinde 12 ayı dolan bütün işçiler nöbete gelir gelmez bodrum kattaki panoda asılan iş feshi listesine bakardı. Şirketin bir kuralı da 3 adet tutanağı olanı işten çıkarmaktı. Her yıl aralık ayının sonunda kıdem tazminatımız yatırılır ve 1 haftalık iş arama iznimiz verilirdi. Yıllık izin kullanmamış olsak bile o izin iş arama izni olarak geçer yerimize joker eleman alınırdı. İş güvencesi açısından şimdikinden çok daha vahim durumdaydık. Çalışma şartları ağır, sosyal haklar azdı.

İşten çıkarılan işçi arkadaşlarımız için bir şeyler yapmalıydık. Bir çalışma başlattık; önce bağlı bulunduğumuz (DEÜ hocalarına ait olan) Güzel İzmir isimli şirketi değişti, sonra da işçi arkadaşlarımız geri işe alındı. Tekrar sendikal çalışmaya başladık. DİSK’e bağlı Genel-İş Sendikası ile 4 No’lu Şube yanımızda olmasına rağmen, genel merkezleri onaylamıyordu; hatta bizi bazı gazetelerde karalamaya başladılar. Evrensel gazetesi de tam kendine yakışanı yaptı; muhabirlerini göndererek bizleri pür dikkat dinleyip gazetede yazdılar ve sonra da bizi hiç yalnız bırakmadılar.

Resmen sendikamız yoktu ama kendi aramızda toplantılar yapıyorduk, seçilen temsilcilerimiz vardı. Adem ve Özgür arkadaşlarımız Türk-İş’e bağlı Sağlık-İş Sendikasıyla iletişime geçmişlerdi ve sendikanın da onayından sonra bizler Sağlık-İş’e üye çalışmasına başladık. Sancılı bir süreçti; sonunda işçi kazandı, yetki için yeterli çoğunluk sağlandı. Artık hepimiz sendikalıydık. Bu defa da meydana Hak-İş çıktı ve bizi sağlık işçisi olmadığımız gerekçesiyle mahkemeye verdi. İki buçuk yıl da bunun için mahkeme koridorlarındaydık; sabrettik, vazgeçmedik, kazandık; hepimiz artık ‘sağlık çalışanıydık’.

"DAVA MI KADRO MU?"

Ancak taşerona bağlı çalışanlar olduğumuz için hâlâ kurumla TİS masasına oturamıyorduk. Tam yasal süreçleri hallettik, hak ettik derken; KHK ile 4D işçi kadrosu gündeme geldi, kurumumuz ise “Kamuya karşı mahkemeleriniz varken sizi kadroya almam” dedi. Her ne kadar “Kamuya karşı davamız yok; alacak davalarımız var” dedikse de para etmedi. Tercih yapmamız gerekiyordu; işçinin oylamasında “Mahkemelerden vazgeçelim, kadro işimizi tehlikeye atmayalım” kararı çıktı. Kadroya geçtik. KHK’da 30 ay boyunca da TİS yapılamaz denildiği için yine bekletildik. Yetkili sendika var, arada taşeron yok, ama TİS yine yapılamıyordu.

Bizim TİS bu defa da pandemiye denk geldi. Biliyorsunuz, pandemi sürecinde sağlık emekçilerinin karşılaştığı sorunlar ve hak alma, emek mücadeleleri için çok yazıldı, çok söylendi. Bizim DEÜ Hastanesinde yaşadığımız birlik ve dayanışma ise çok özeldi. Sağlık işçileri olarak tabip odasından, hemşire derneğine ve farklı birçok sendikanın bir araya geldiği 11 kurumun oluşturduğu platformda alandaydık. Sarı zarflarla gelen uyarılar, kınamalar, para cezaları, yevmiye kesme cezaları bizi yıldırmadı.

TİS öncesi hazırlıklarımızı yaptığımız bu dönemde, işe alımlar yapılırken rektörlük binası içinde Hak-İş’e masa kurulması da cabası oldu, “İşe alım evrakları alınırken önce sendika kaydı yaptırılıyor” haberini aldık. Sendika şube yönetimi olarak yapılan girişimlerle işçilere yapılan bu dayatma da engellendi.

Sendikal örgütlenme sürecinde sadece işverenle, KHK’larla, sağlık politikaları ve çalışma koşullarının getirdiği zorluklar ve engellerle değil diğer sendikalarla da (birlik olmak yerine karşımızda oldukları için) mücadele etmek zorunda kalıyorduk.

Ve kadro aldıktan sonra yapılan ilk TİS gerçekleşti. Tabi ki aksaklıklar, eksiklikler, eklenecekler vardı. Ama bunlar için, daha iyi kazanımlar için yine mücadele ve birlik, beraberlik şart. Memur, işçi, büro elemanı, mutfak çalışanı hepimizin ortak sorunu; sınıf sorunu.

Niye mi bu kadar anlattık; yıllar süren mücadelemizin sonucunda Sağlık-İş Sendikasındaki örgütlenmemizle işçi ile daha çok zaman geçiren, işçinin fikirlerine önem veren, yönünü işçiye çeviren bir sendika olarak örgütlenmeyi başardık. Ülkemizde var olan olumsuz durumlar bizi de kısıtladı, sınıf sendikacılığı yerine aidat sendikacılığı yapılıyor. Milyonlarca emekçinin sendikalara güveni yok, kanunlar işçiden değil işverenden yana, sendikalar siyasi örgütler değil ancak tamamen siyasi örgüt gibi davranıyorlar. Oysa sağcı-solcu, Alevi-Sünni vb. ayrıştırılanları bir araya getirip aynı mücadele için ses çıkarabiliyorsan işte o zaman sınıftan yana sendika oldun demektir. Mücadelede cesaret ve örgütlü olmak şart. Bizler sınıf sendikacılığı yapmak için mücadelemize devam ediyoruz.”

ÖNCEKİ HABER

AKP'den Osman Öcalan yorumu: TRT'ye çıkmadı, TRT Kurdî'ye çıktı

SONRAKİ HABER

Rafineride işçinin sigorta primi neden düşük?

Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa
Evrensel Ege Sayfaları
EVRENSEL EGE

Ege'den daha fazla haber, röportaj, mektup, analiz ve köşe yazısı...