18 Nisan 2011 06:51

Sendikal hareket nereden geldi nereye gidiyor

Emek Partisi tarafından düzenlenen “Sendikal hareket nereden geldi nereye  gidiyor” başlıklı konferans hafta sonu düzenlendi. Öğretim üyeleri, sendika genel başkanları, şube başkanları, işyeri temsilcileri ve sanayi havzalarından örgütsüz işçilerin katıldığı konferans üç oturumdan oluştu. “İşç

Sendikal hareket nereden geldi nereye gidiyor
Paylaş
Ercüment Akdeniz

ÇALIŞMA KOŞULLARI KARŞISINDA SENDİKAL DÖNÜŞÜM ŞART

Emek Partisi (EMEP) öncülüğünde, sanayi havzaları ve işçi bölgelerinde yapılan İşçi Kurultaylarına binlerce işçi katıldı. EMEP İstanbul İl Örgütü’nün çağrısıyla bu kez de “Sendikal hareket nereden geldi nereden gidiyor” başlıklı bir konferans  düzenlendi.  Mecidiyeköy Kültür Merkezi’nde cumartesi günü yapılan konferansa, sendika genel başkanları, merkez ve şube yöneticilerinin yanı sıra çok sayıda akademisyen de katıldı.

İstanbul’un 5 ayrı havzasında gerçekleşen kurultaylardan seçilen işçi komitelerinin ve sözcülerinin de hazır bulunduğu konferansta,  Emek, Demokrasi ve Özgürlük Bloğu İstanbul 3’üncü Bölge Bağımsız Milletvekili Adayı Abdullah Levent Tüzel de bir konuşma yaptı.

İşçi kurultaylarını ilgiyle izledikleri görülen sendikacıların ve akademisyenlerin ve sanayi havzalarından işçilerin hem görüşlerini paylaşmak hem de EMEP’in sendikal harekete dair saptamalarını dinlemek için yapılan konferansın açılış konuşmasını EMEP İstanbul İl Başkanı Güven Gerçek yaptı.

‘DÖNÜŞÜM KAÇINILMAZ’

Türkiye’de sendikalarda örgütlü işçilerin oranının her geçen gün geriye gittiğini ifade eden Gerçek, sendikasız yığınların örgütlenmesinin önemine dikkat çekerken, bunun önünde sendikal bürokrasinin ciddi bir engel oluşturduğunu belirtti.

23 Mayıs 2010 tarihinde, mücadeleci işçi önderlerinden Memet Kılınçaslan anısına yaptıkları ve sendikal hareketin sorunlarını tartıştıkları konferansla birlikte önemli bir çalışma başlattıklarına değinen Gerçek, 1 yıldır yerellerde yapılan işçi kurultaylarına binlerce işçinin katıldığını söyledi. Gelinen yerde sendikalarda dönüşümün kaçınılmaz bir görev haline geldiğini söyleyen Gerçek, kurultay çalışmalarının sonlanmadığını, tersine bunun bir başlangıç olduğunu belirtti.

“Sendikacıların bu maaşıyla örgütsüz OSB’lere gitmesi beklenemez” diyen Gerçek, sendikaların demokrasi meselelerine ve Kürt sorununa ilgisiz kalmasını da eleştirdi. “Kürt sorunu gündeme gelince birçok sendikacı saklanacak delik arıyor” diye sözlerine devam eden Gerçek, Yeni anayasa tartışmalarında da sendikaların sınıftan yana taraf olmaları gerektiğine vurgu yaptı. Yaklaşan 1 Mayıs ve 12 Haziran’da  yapılacak seçimler öncesinde bu konferansın kritik bir öneme sahip olduğunu ifade eden Gerçek, konferansın bir kitapçık haline getirilebileceğini söyledi.

Gıda-İş Genel Sekreteri Seyit Aslan ve akademisyen Günseli Bayram’ın oluşturduğu divanın belirlenmesiyle devam eden Sendikal Konferans üç oturum halinde gerçekleşti. İlk oturumda “İşçi sınıfının durumu ve çalışma sorunları” tartışıldı.  

MEMLEKETİMDEN İŞÇİ MANZARALARI

İlk oturumu açan divan başkanı Seyit Aslan, 21. yüzyılda işçi sınıfının 1800’lü yılların vahşi çalışma koşullarına geri döndüğüne vurgu yaparak; taşeronlaştırma, esnek çalışma, düşük ücret ve kuralsızlığın adeta bir kural haline geldiğini söyledi. Bursa’da üzerlerine kapı kilitlendiği için yanan işçi kadınları ve Güneşli’de servis aracında boğularak can veren kadın işçileri hatırlatan Aslan, artık sendikal hareketin yeniden sınıf temeline oturması gerektiğine işaret etti. Bu bölümde konuşan işçiler yaşam koşulları ve çalışma şartları üzerine örnekler vererek sendikaları ve sendikal hareketi tartıştılar. İşçilerin yaptıkları konuşmalar, açılış konuşmalarında ve EMEP’in yayınladığı sendikal konferans broşüründe dile geldiği gibi, vahşi kapitalizme dönüşü bütün çıplaklığıyla gözler önüne serdi.

BİZ BÖYLE SENDİKA İSTEMİYORUZ

Tuzla tersane işçisi Keramettin Özden, krizden önce Tuzla tersanelerinde 60 bin işçi çalışırken bugün bu sayının 6 bine indiğini söyledi. “Tersanede alanlar boşaldı ama iş cinayetleri devam ediyor” diyen Özden, işçi sayısının düştüğünü ama yapılan işin daha da ağırlaştığını belirtti. Akademisyenleri, sendikacıları, aydınları ve medya temsilcilerini tersanelere davet eden Özden, geçen sürede ücretlerin düşürüldüğünü ve ücretli izin uygulamasının kaldırıldığını ifade etti.

Dokgemi-İş ve Limter-İş’in sınıftan uzak olduğunu söyleyen Özden, “biz böyle sendika istemiyoruz” diyerek sendikaların değişmesi gerektiğini belirtti.  Günlük yaşamdan da örnekler veren Özden sözlerine şöyle devam etti; “Başbakan asgari ücretle geçinemeyen bize oy vermesin diyor, ben geçinemiyorum. Biz de AKP’ye oy vermeyeceğiz. Asgari ücreti bankadan, üstünü de işverenden alıyoruz, bu hırsızlık, dolancılık değilse nedir? Müfettiş denetimleri rezalet, adamlar 5 bin lira maaş alıyorlar, işçiyi mi koruyacaklar? Bizim iş yerine yeni bir işçi arkadaş geldi. Geldiği güz çapak bir gözünü kör etti. Kalan gözü de yüzde 50 görüyor. 4 çocuğu vardı, şimdi ne olacak bu işçinin hali?​”

Tuzla’da tekstil işçisi olarak çalışan Fikriye Akgül de kriz dönemlerinde, önce kadınların işten atıldığını söyledi. “Ama üretim artınca hemen kadınları çağırıyorlar” diyen Akgül, Başbakanın 3 çocuk doğurma açıklamasına tepki göstererek kadınların üretimden çekilmek istendiğini söyledi. Eşit işe eşit ücret talebinin kadınlar için yakıcı bir talep olduğunu söyleyen Akgül, çoğunluğu hizmet sektöründe ve sigortasız çalıştırılan kadınların görünmez işçiler olduğunu ifade etti. Diğer taleplerle birlikte bu 1 Mayıs’ta kreş talebinin de olacağını söyleyen Akgül, “Erkek egemenliği kadını daha çok sömürürken, erkek işçiyi de yalnız bırakıyor” dedi. İşyerinde, ustabaşlarının hepsinin AKP’li olduğunu söyleyen Akgül, “Başbakan ne söylüyorsa ustabaşılar aşağıda işçiye onu anlatıyorlar, AKP’nin seçim çalışmalarını da fabrikada bunlar örgütlüyor” diyerek, kadrolaşmaya dikkat çekti. Aynı ustabaşların “AKP’ye oy ver mesaiye kalma” dediklerini de salondakiler Akgül’ün sözlerinden öğrenmiş oldular.

‘KAFES ATAR KUŞ YAKALAR’ MİSALİ WC’LER

Çağlayan’da tekstil işkolunda çalışan Kürt işçilerden biri olan Bekir Albayrak, çalışma koşullarını anlatırken hem güldürdü hem düşündürdü. Çağlayan’da 8 yıldır çalışan Albayrak, yıllarca sigortasız ve asgari ücretle çalışmış. “Sigortayı kabul etsem aç kalacağım” diyen Albayrak, çünkü 750 TL ile geçinmenin hele evlenmenin mümkün olmadığını söyledi. İşyerlerine kamera konulduğunu, tuvaletlere ise turnike yerleştirildiğini söyleyen Albayrak “5 dakika aşılırsa maaştan kesiliyor, bu da yetmedi süre aşımında otomatik kilitlenen WC kapıları koydular. Kafes atar kuş yakalar misali WC’lerde kilitli kalan çok arkadaş oldu” diye sözlerine devam etti. Makinelere rekabeti kışkırtan sayaçlar konduğunu da söyleyen Albayrak, çalışanların çoğunluğunun çocuk ve Kürt olduğunu söyleyerek patronların, “Ben bu işyerini Kürtler sayesinde kurdum“ dediğini anlattı. İşyeri denetimlerinin göstermelik yapıldığına dikkat çeken Albayrak “Neden sendikacılar Çağlayan’da görünmüyor?​” diye sitem etti. Sendikaların Çağlayan’a bir işçi evi açmasını istediklerini söyleyen Albayrak, “Köyden kırdan gelen işçilerin, haklarını bilmeyen işçilerin başını koyabileceği bir işçi evi olsun” diyerek sözlerini bitirdi.

Öncesinde yapılan işçi kurultaylarını mümkün mertebe izlemeye çalıştığını söyleyen Yrd. Doç. Özgür Müftüoğlu da bir konuşma yaptı. Katıldığı işçi kurultaylarına atıfta bulunarak “İşçilerden öğreneceğim şeyler olduğunu daha net gördüm” diyen Müftüoğlu, kendi yaşamı ve eylemi içinde bilinç edinen bir işçi sınıfının var olduğunun görüldüğünü ifade etti. Böylesi bir konferansla, sınıf cephesindeki gelişmelerin akademisyenlerle paylaşılmasının çok değerli olduğunu söylenen Müftüoğlu, 2008 krizi sonrası iş kazaları ve meslek hastalıklarında artış yaşandığını belirti. Ten ve emek sömürüsüne, kan sömürüsünün de eklendiğini söyleyen Müftüoğlu, işçilerin öleceğini bilerek ekmek içi çalışmak durumunda bırakıldığına dikkat çekti. Medeniyet ve çağdaşlıkla anılan 21. yüzyılın aslında 18. yüzyıl koşullarına dönüş olduğunu belitten Müftüoğlu sözlerine şöyle devam etti: “Türkiye ekonomisi büyüyor, zenginler türüyor, kârlar artıyor ama bütün bu kârları elde edenler çalışma koşullarının esnekleşmesini ve maliyetlerin düşürülmesini savunuyor. Seçimlerden sonra ulusal istihdam stratejisi geliyor. Patronlar asgari ücret ve kıdem tazminatına yöneliyorlar. 18. yüzyılın çalışma koşulları zaten esnek ve kuralsızdı. Şimdi yeniden oraya dönülüyor. Kapitalizmin rüyası işte budur. Bu geriye dönüşte 2’inci enternasyonalin önemli bir rol oynadığını söyleyen Müftüoğlu 2’inci enternasyonalle türeyen sosyal demokrat sendika ve partilerin bu gerilemeye hizmet ettiğini belirtti. Bilimsel sosyalizme sarılmak gerektiğine vurgu yapan Müftüoğlu, ‘200 sene önceki teorilerle mi uğraşacağız’ yönünde bir teori türetildiğini belirterek aydın ve akademisyenlerin sınıftan uzaklaştığına ve bürokratlaştığına dikkat çekti. Kapitalist sistemin temel mantığının hiç değişmediğini söyleyen Müftüoğlu, umut veren gelişmelerin de olduğuna değindi. Müftüoğu konuşması şu sözlerle bitirdi: “Sınıf içindeki suni ayrılıklar giderek çözülüyor. Fordist üretim ulusal sınırlara çekilmeyi zorlamıştı, bugün bu durum ortadan kalktı. Mısır Bağımsız Sendikalar Konfederasyonu başkanı, ABD’nin Wisconsin eyaletindeki bir işçi direnişine mesaj gönderebiliyor. Batı Karadeniz’de artık Çinli işçileri görmeye başlıyoruz. Mısır, Tunus emekçiler tarihi değiştiriyor, TEKEL de böyle bir direniş sürecidir. Gerçek güç, değeri yaratan emekçidedir. Bin TEKEL işçisi karşısında dengesi bozulan bir Başbakan bunun örneğidir.”

’20 BİRİMLİK İŞ 139 BİRİME ÇIKTI’

Tuzla teranelerinde yüksek lisans tezini yazdığını belirterek konuşmasına başlayan Mimar Sinan Üniversitesi’nden Devra Akdemir, esnek çalışma ve güvencesizliğin iş kazalarına yol açtığını söyledi. Bu durumun bedenen de işçiyi bitirdiğine dikkat çeken Akdemir, Tuzla’da  40, projelerle birlikte Türkiye’de 128 tersane olduğunu belirtti. Tuzla’da 8 bin işçi olduğunu belirten Akdemir, “Üretim düşmüyor ama istihdam düşüyor” dedi.

Daha önce bir işçinin 20 birim iş çıkardığını söyleyen Akdemir, 2008 krizi sonrasında bu oranın 60 birime, şimdi ise 139 birime çıktığını belirtti. İşçinin makineleştiğine, teknolojinin gelişmesiyle birlikte 8 saatin tamamen denetim altına alındığını söyleyen Akdemir, “Bir işçi 6 işçinin yerine çalışır hale getirildi” dedi. Sekiz saatlik iş talebinin dönemi karşılamadığını söyleyen Akdemir çalışma saatleri içindeki vahşi sömürü denetimi üzerine yoğunlaşılması gerektiğine dikkat çekti. Akdemir konuşması şöyle sürdürdü: “Sağlık raporları için işverenler işçileri özel sağlık sektörüne yönlendiriyor. Tuzla’da patronların kendi hastanesi GİSBİR var. Sertifika zorunluluğunun getirilmesiyle işçi hem evdeki 2 saatlik zamanını vermiş oluyor hem de ev işi tamamen kadının sırtına kalıyor. Sertifikalar için kredi kartına 5 taksit de yapılıyor. İşçinin ailesinin üzerinde de sermaye denetimi artıyor. Asgari ücretler bankalar üzerinden yatırılınca bankalar kredi kartlarına yöneliyor, işçi borç batağına girdikçe ‘gönül evleri’ ve cemaat örgütlenmeleri artıyor.” (İstanbul/EVRENSEL)


MEVSİM DEĞİŞMİŞ, İŞÇİNİN HABERİ YOK

Sabri Özkaya Migros İşyeri işçi temsilcisi: Bizim Esenyurt’taki işçi kurultayındaki bir konuşmayı unutamıyorum. Kadın işçinin biri mevsimin değiştiğini ama bunu fark etmediklerini söylemişti. Yapraklar sararmış yere düşmüş, mevsim değişmiş ama işçiler çalışmaktan bunu bile göremiyorlar. İşyeri temsilcileri çalışmalara katılıyor ama sendikalar ve şubeler engelleyici bir tutum içerisinde. Bizim evde iki aile 9 kişi yaşıyoruz, bu durumu nasıl değiştireceğiz, işte kurultaylar bu sorunun cevabını bulmalı.


KADINLAR SENDİKALARA

Yard. Doç Berna Müftüoğlu: Çalışan kadınların yüzde 66’sı kayıt dışı, yüzde 32’si ise eşitsiz ücretle çalışıyor. Zonguldak maden yürüyüşü, Seka ve Novamed’de kadınlar en önde yürüdüler. Sendikalar erkeklerin dünyası olarak tanımlanıyor, bu yaklaşımı yıkmak gerekir.

Güvenceli iş talebi herkes için gereklidir. Eşdeğer işe eşit ücret ve tam gün iş ücreti üzerinden iş saatlerinin kısaltılması gerekmektedir. Çocuk bakımını erkeklerin de üstleneceği düzenlemelere ihtiyaç var. Hasta bakımı da ‘kadın ve erkeğe göre’ biçiminde düzenlenmelidir. 50 işçi çalıştıran işyerlerinde kreş olmalı, altında çalışan yerler için ise kreş parası işverenlerce karşılanmalıdır.


KAPİTALİZMİ YIKMALIYIZ

Prof. Dr. Onur Hamzaoğlu: Benim söyleyeceğimi aslında işçiler söyledi. Kapitalizm 4-0 önde ve bu yenilgi hiç bitmeyecekmiş gibi teoriler yazıyorlar. Bunu yıkmanın yolarını aramalıyız artık.

Sağlık, işçi için çok gerilerde gelen bir mesele olarak algılanıyor. Aşı, içme suyu, barınım gibi temel ihtiyaçlar paralı olursa, o zaman satın alma özgürlüğü devreye giriyor. Oysa insan üç gün su içmezse yaşamsal sorun başlar. İş ise, insan olmanın, bir şeyleri yaratabilme yetisinin ve dolayısıyla sağlıklı insan olmanın bir unsurudur. Patronlar kentte yaşamıyor, kent dışına kaçıyor. Diloavası metal havzasıdır ve burada her 100 kişiden 33’ü kanserden ölüyor. Mevcut kamu verileri işçi sağlığı gerçekliğini yansıtmıyor. İş kazalarına bağlı ölümler yüzde 100 önlenebilir kazalardır. Madenlerde ölümler AKP dönemi sürekli artış gösterdi. İş kazalarında ölümlerin önlenmesi sadece bir niyettir. Bakın, 99 depreminde her şey yıkıldı, binlerce insan öldü ama fabrikalar ve Kocaeli Sanayi Odası binası yıkılmadı. Sosyalist partiler ve sendikalarla ortak çalışmalar bekliyoruz.

 

Yarın: Sendikal hareketin dönüşümü ve sendikaların yeniden inşası

ÖNCEKİ HABER

Bu ülkede çocuklar öldürülüyor!

SONRAKİ HABER

Sendikal hareket nereden geldi nereye gidiyor (1)

Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa
Evrensel Ege Sayfaları
EVRENSEL EGE

Ege'den daha fazla haber, röportaj, mektup, analiz ve köşe yazısı...