Doç. Dr. Adem Yavuz Elveren: Askeri harcamalar kapitalizmi ‘kurtarıcı’ rolde

Fitchburg State Üniversitesi Öğretim Üyesi Doç. Adem Y. Elveren: Askeri harcamalar eksik tüketimin giderilmesini ve ekonominin durgunluktan çabuk çıkmasını kapitalistlerin çıkarına dokunmadan yapıyor.

23 Nisan 2021 00:30
Son Güncellenme Tarihi: 23 Nisan 2021 11:47
Paylaş

Uğur ZENGİN
İstanbul

Dünyanın 7 kıtası üzerinde süren savaşların, iç savaşların ya da irili ufaklı çatışmaların arkasında duran büyük bir ekonomi var. Ve yaratılan bu ‘rant alanının’ tartışılmasının dahi önüne set çeken, yığınlara boca edilen bir propaganda bombardımanı. Bunun bir nedeni olmalı. Bu yüzden askeri harcamalara ilişkin çok sayıda soru sormak, ‘soruşturma’ yapmak gerekiyor.

Fitchburg State Üniversitesi Öğretim Üyesi Doç. Dr. Adem Yavuz Elveren, “Askerî Harcamalar ve Ekonomi” başlıklı çalışmasında tam da bunu yaparak; askeri harcamaların başta ekonomik büyüme, kâr ve artı değer ile olan ilişkisini sorguluyor.

Askeri harcamalar ile ekonomi ilişkisine dair sorularımızı yanıtlayan Elveren, “Sistemin bir krizi var. Sistemi aşmanın yolu üretken olmayan alanlarda üretim yapmanız. İrrasyonelitenin açıklaması maalesef bu. Sosyal harcamaları artırmanız kapitalist bakış açısıyla krizin derinleşmesine (Kâr hadlerinin azalmasına) neden oluyor. Tam da bu nedenle askeri harcamalar sistemin kendisini ‘kurtarıcı’ rolde” diyor.

Askeri harcamalardan kasıt sadece askeri teçhizat ya da silah değil. Bir askerîn giydiği üniformadan tutalım da askerîn yediği yemeğe kadar… Askeri harcamalar ekonomik alanda yaklaşık 210 farklı sektörü harekete geçiriyor. İnşaat sektörü için 70 farklı sektörü harekete geçirdiği biliniyor. Askeri harcamaları bu bağlamda kapitalist ekonomiler için önemli kılan nedir?

Silah harcamaları ülkelerin toplam askeri harcamalarının yüzde 10 ila yüzde 30’u arasında bir orana tekabül ediyor. Askeri harcamaları farklı kılan şey ne? Elbette her harcama kaleminin başka kalemlerle ilişkisi var. Ama askeri harcamaları diğer kamu harcamalarından ayırt eden iki çok temel özellik var. İki hayati özellik.

İlki, askeri harcamaların stratejik nedenlerle yapılıyor olması. Malum güvenlik ya da hegemonya mücadelesi. Dünya ekonomisi için düşündüğümüzde tabiri caizse ‘oyunun kurallarını’ sizin koyabilmeniz. Dolayısıyla enerjiye, hammaddeye daha ucuz ulaşabilmeniz. Bu diğer kamu harcamalarıyla yerine getirilemeyecek bir şey.

İkincisi ise iktisadi açıdan. Konuştuğumuz tüm sivil harcamalar aslında bir şekilde, kapitalistlerin çıkarlarına dokunabilir. Örneğin, sosyal harcamalarla geliri işçiler lehine yeniden dağıtmak… Askeri harcamalar tam da bu bağlamda sistemin ürettiği artı değerin soğurulmasına yardımcı olur ve bunu yaparken de kapitalistlerin çıkarını bozmadan yapar. Sistemin sürdürülebilirliğini artıran bir harcama kalemi.

Şunu demek istiyorum. Kapitalizmin bir çelişkisi var. Süreklilik arz eden, kronik bir eksik tüketim söz konusu. Bu kapitalizmin krizlere girmesine neden oluyor. Her biri daha uzun ve derin biçimde gerçekleşiyor. Askeri harcamaların tam da bu anlamda krizleri öteleyen ya da etkisini azaltan; göreli bir iyileştirici etkisi olduğu iddia ediliyor. Kitap da bunun ne kadar geçerli olduğu hem teorik hem ampirik olarak test etmeye çalışıyor.

“ASKERÎ HARCAMALARIN KALKINMAYI NASIL ETKİLEDİĞİNE BAKMAK LAZIM”

John Kenneth Galbraith, birden çok ABD başkanının kabinesinde görev yapmış bir İktisat Profesörü. Politikacıları ironik ifadelerle şöyle eleştiriyor: “Kıyamet bile söz konusu olsa silah harcaması yapılmalı.” Sanırım bu ABD’nin askeri harcamalarına yaklaşımı çok çarpıcı biçimde özetliyor.

İkinci Dünya Savaşı sırasında ve sonrasında biliyorsunuz bir savaş ekonomisi söz konusu. Neredeyse tam kapasite üretim var. Bu ekonomiyi canlı tutuyor. ABD’de 2. Dünya Savaşı sonrasında askeri harcamalar hiç hız kesmedi. Çok ciddi bir istihdam yarattı. Bu politika yapıcılar tarafından çok iyi kullanıldı. 1940, 1950 ve 1960’lardan söz ediyorum. İnsanlarda şu algı oluştu o dönemde: ‘Askeri harcamalar her anlamda çok iyi. Hem güvenliğimizi sağlıyor, hem istihdam yaratıyor’ Ve işçi sınıfının buna karşı gelmesi engelleniyor. Çünkü sendikaların önde gelenleri de bu algıda. ABD’de askeri harcamalara eleştirel yaklaş(a)mayan bir toplum var. Hem politikacılar hem akademisyenler hem de toplumun kendisi. Dolayısıyla ordu ABD açısından oldukça ilginç konu. Tam da bu dönemde John Kenneth Galbraith’in biyografisini okuyorum. Orada Kennedy’nin başkanlık döneminde kabinede çok ciddi bir çatışma var. Danışmanların çok büyük kısmı, Kennedy’e, “Askeri harcamalar kesinlikle çok yararlı ve gerekli , bunu artırarak biz ekonomik büyümeyi sağlayabiliriz” baskısında bulunuyor. Silah-ekmek ödünleşmesi söz konusu. Bu bir ödünleşme mi yoksa ikisini birlikte üretmemiz mümkün mü? Çok harcadığınızda acaba eğitim ve sağlığa daha az mı para kalıyor yoksa askeri harcamaları artırarak daha da büyüyebilir miyiz? Kabinede, “Askeri harcamalar artmalı çünkü Sovyetler var” deniyor. Buna karşı çıkan tek kişi Galbraith. Ama yeterli olmuyor. Harcamalar artıyor.

ABD’nin çok temel bir avantajı var. Tek süper güç olarak ABD’ye en yakın harcama yapan Çin’e göre 3 kat fazla bütçesi var. ABD’yi takip eden 9 ülkenin askeri harcamasının toplamı kadar ABD’nin askeri harcaması var.

Bunun doğrudan iktisadi etkilerine baktığımızda farklı teoriler var. Bir grup bunun hem büyümeyi hem istihdamı artırdığını iddia ediyor. Başka teoriler askeri harcamaların uzun vadede ekonominin üretkenlik kapasitesini düşürdüğü için, ekonomik büyümeye de olumsuz etkisi olduğunu iddia ediyor. Ama tartışmayı ekonomik büyümeye indirmek de bir hata. Ekonomik büyüme ile ekonomik kalkınma başka şeyler. Askeri harcamaların kalkınmayı nasıl etkilediğine bakmak lazım. Kalkınma dediğimiz zaman da bu işin içine siz de ben de giriyoruz. Eğitim düzeyimiz, sağlık hizmetlerine nasıl ulaştığımız, hayatımızdan memnun olup olmadığımız, gelir dağılımı gibi…

Sonda söylenecek şeyi başta söyleyeyim, konu askeri harcamalar olunca eleştirel yaklaşmak çok daha zor. Askeri harcamalar herkesi aynı şekilde etkilemiyor. Bu da sonuçta birilerinin ürettiği; tıpkı patates, elma, portakal gibi -maalesef insan öldürmek için- bir ürün. Trump, Suudi Arabistan’a 2 milyar dolarlık bir satış yaptığında bunu derste öğrencilerime sormuştum. ‘Bu 2 milyar dolar cebimize giriyor mu, zenginleştik mi’ diye. Kağıt üzerinde evet. Ama ortada çok ciddi bir yanılsama var. İnsanlar kendilerinin de zenginleştiğini düşünüyorlar.

Kitapta da “Militarizm için seferber edilmiş yoksullar üretildi” diyorsunuz. Sanırım askeri harcamaların şu sebeple yapıldığı yaygın şekilde düşünülüyor: “İç ve dış düşmanlar var; ordu bizi koruyacak ve kalkınmamızı sağlayacak.” Şirketler konusuna geldiğimiz için şunu sormak istiyorum. Askeri harcamaların kârla doğrudan ilişkisi var. Şirketlerle askeri harcamalar arasında nasıl bir simbiyotik ilişki var?

Kapitalizmin en büyük açmazı, en temel çelişkisi kronik yetersiz talep. Özellikle bir ürün satıldığında bunun iki parçası var, ücretler ve kârlar. Sistemin devam edebilmesi için işçilerin de kapitalistlerin de elde ettikleri tüm parayı tekrar üretime yansıtmaları gerekiyor. Yani üretilen ürünleri satın almaları gerekiyor. Belki bu biraz ayrıntı olacak ama önemli: İşçilerin kendi paralarıyla ürettikleri ürünleri almaları imkansız. Artı değer yaratıyorsunuz dolayısıyla bu mümkün değil. Kapitalistler ise paralarını iki şekilde harcayabilirler. İlki kişisel tüketim. Bir de paranın bir kısmını yeniden yatırıma dönüştürebilmeleri. Yeni yatırımda kârlılık olduğu sürece bu parayı yatırıma dönüştürecekler. Kapitalizmin itici gücü tüketim değil kâr. Burada da sorun şu; kapitalistlerin yeni teknolojilere, yeni pazarlara, ürünlere ihtiyacı var. Askeri harcamaların bunlara ulaşmanızı kolaylaştırıyor. Kapitalizmin ilk birikim dönemine baktığınızda, Rosa Luxemburg’un çok net biçimde tartıştığı gibi ordunun zora dayalı gücü ilk birikim sürecinin en temel aracı. Kapitalist sistem doğası gereği kapitalist olmayan alanlara doğru genişlemek zorunda. Bunu da askeri harcamalar yoluyla yapabiliyorsunuz. Tam da bu nedenle askeri harcamalar sürekli yeniden talep yaratabiliyor. Diğer kamu harcamalarından çok temel bir ayırt edici nokta bu. Bundan kasıt şu: Sizin ya da benim cebimde para yoksa ne üretildiği çok önemli değil. Çünkü alamayacağız. Çünkü talebin kendisi cebinizde para olmasıyla ilgili. Söz konusu askeri harcamalar olduğunda durum çok farklı. Çünkü müşteri artık devlet. Ve dolayısıyla silah ürettiğinizde müşteri her zaman hazır. Anlaşmayı yaptığınızda para cebinizde. Ekonominin daralma döneminde olması ya da canlanması hiçbir şekilde sizi ilgilendirmiyor. Bu büyük bir avantaj.

Tamamlayacağım, eksik tüketim diyoruz; burada iki temel şey var. Eksik tüketimi gidermek için sosyal harcamaları artırabilirsiniz. Eğitime, sağlığa yapılan harcamaları artırabilirsiniz. Ama bu kapitalistlerin pastayı paylaşma durumuna ters. Askeri harcamalar kapitalistlerin çıkarlarına dokunmuyor. Hem eksik tüketimin giderilmesini, ekonominin durgunluktan çabuk çıkmasını kapitalist kesimin çıkarlarına dokunmadan yapıyor. Tam da bu nedenle kitap buna odaklanıyor. En azından ABD’de şunu görüyoruz: ABD’de askeri harcamaların artması kâr hadlerinin düşmesini azaltıcı bir etkiye sahip.

“ASKERİ HARCAMALARIN HIZ KESMEYECEĞİNİ DÜŞÜNÜYORUM”

ABD’de Trump gitti, Biden geldi. Yeni bir paket de Biden tarafından açıklandı. Kapitalizmin krizi de derinleştiğini görüyoruz. ABD’den bu süreçte askeri harcamaları artırmasını mı beklemeliyiz? Bugün ABD’de Google bile artık askeri teçhizat üretiyor. Askeri tekeller ne planlıyor olabilir?

Bu güzel bir soru. Cevaplarken de biraz alanım dışına çıkacağım. Naçizane şöyle düşünüyorum. Biden kabinesinde tıpkı Kennedy’nin kabinesinde yaşadığı çatışmanın belki de devam ettiğini ve devam edeceğini düşünüyorum. Trump’ın sonrasında Biden geldiğinde askeri harcamalar bağlamında çok köklü bir değişiklik beklemiyorum. Aksine artış dahi olabilir. Hem Çin, hem Rusya’ya karşı çok gergin bir dönem başlıyor. Özelinde de şu var; ABD siyasetinde Obama, Biden ya da Trump’ın birbirinden çok da farkı yok, özellikle askeri harcamaları bağlamında. Askeri sanayi kompleks dediğimiz ABD başkanlarından Eisenhower’ın aslında çok da ironik şekilde askeri harcamaların inanılmaz arttığı bir dönem ama başkan görevini terk ederken ABD halkını uyarıyor. “Biz istesek de istemesek de böyle bir “canavar”[AYE1]  yarattık. (Silah üreticilerini kast ediyor)” Bu şirketlerin çok büyük bir güç elde ettiğini ve bunun halkın çıkarına olmadığını söylüyor. Askeri harcamaların temel belirleyicisi iktisadi ya da stratejik nedenlerden çok askeri sınai kompleksin gücü. Bu çok ciddi bir durum. Çünkü silah üreticisi dediğiniz firmalar 3-4 firma değil. Kapitalist sistemde bunlar oldukça iç içe geçmiş durumda. Finans kapitalin, bankaların silah şirketlerini satın aldıklarını ya da ciddi şekilde hisse senetlerine sahip olduklarını görüyoruz. Biden’ın açıkladığı paket nedeniyle azalmasını beklemiyorum. ‘Hem askeri harcamaları artırabiliriz hem de ekonomi büyüyebilir’ mantığıyla askeri harcamaların hız kesmeyeceğini düşünüyorum. Hegemonyayı sürdürmek için doların domine rolünün devam edebilmesi gerekiyor. Bu da askeri güçle ilgili. Maalesef çok zor ve ilginç zamanlar bizi bekliyor. Sizin söylediğinizle bağlamak gerekirse 1970’lerin sonunda başlayan her on yılda bir kendini tekrar eden krizlerden bahsediyoruz. Kapitalizm kendini yenilemekte zorlanmaya başladı. Ve pandemi bunu net gösterdi. Kapitalizm irrasyonel ve bunu her gün görüyoruz. Her bir insan öldüğünde bunun sorumlusu o sistem. Çok güzel bir noktaya değindiniz, tam da bu dönemde askeri harcamaların ne kadar irrasyonel olduğunu görmek lazım. ABD halkının kendilerine şunu sorması gerekiyor: 700 küsür milyar pentagon bütçesi, Türkiye’nin milli geliri kadar bir para. Bu sizin sağlık hizmetlerine erişiminizi kolaylaştırdı mı? Ben Massachusetts’deyim. Atadan dededen demokrat bir eyalet. Benbir an önce aşı olurum diye tahmin ediyordum. Maalesef olmadı. ABD’lilerin bunun farkına varması çok zor olacak. Füzeler, silahlar, nükleer silahlar sizi virüse karşı korumuyor. Suudi Arabistan bütçesinin yüzde 20’sini askeri harcamalara ayırıyor. Ama pandemiyle mücadelede oldukça başarısız oldular. Kapitalizmin ne kadar irrasyonel olduğunu anlamak için bundan daha ‘güzel’ bir dönem olamaz.

TÜRKİYE VE ASKERİ HARCAMALAR

2019 yılına gidelim. Cumhurbaşkanı Erdoğan Aydın’da bir mitingde konuşurken kendisini ekonomi eleştirisi yönelten Kılıçdaroğlu’na “Sen bir merminin bedeli ne kadar biliyor musun, F16 ne kadar yakıt yakıyor” diye sormuştu. Aynı günün sabahında Tuzla’daydı ve savaş gemisini suya indirme töreninde konuşmuştu. Türkiye’de silahlanma devasa boyutta. Dünyada 15. sırada. Bekçilere personel maaşı veriyor, 2002 ve 2012 yıllarında polis giderleri 2 kat arttı. Türkiye’ye ilişkin ne söylemek gerekiyor? Derinleşen bir kriz de var.

Evet; kurşun, silah bedava değil. Sorun da bu. Ekonomide en temel mesele şu: 1 liranız var, bunu nereye harcayacaksınız? Her iktisadi düşünce okulunun cevaplamaya çalıştığı soru bu. 1 liranızı askeri harcamaya ayırdığınızda sağlığa ve eğitime pay kalmayacak. Buna kim karar veriyor? Neden askeri harcamalara harcanıyor? Bu harcadığımız para ekonomik büyümeyi nasıl etkileyecek? Söz konusu sadece büyüme ise büyüme ve kalkınma arasında ayrım yapmaya gerek yok. Tüm teorik ve ampirik çalışmalar şunu gösteriyor, o parayı eğitime ve sağlığa yatırmak daha mantıklı. Sevmediğim bir kavram ama ‘beşeri sermaye’, eğitim ve sağlık düzeyi. Bizim gelişmemizi sağlıyor. Üretime olan katkı daha fazla oluyor.

Biraz konu dışı da olacak ama, şunu yadsımıyorum. Türkiye’nin stratejik konumu var. Elbette dünya sistemleri teorisi çerçevesinde Türkiye yarı-çevre ülke. Kendi bölgesinde “yarı-merkez” konumuna ‘yükselmeye’ çalışıyor. Bu bağlamda tartışılırsa çok daha uzun vadeli yatırım. Türkiye’yi de tıpkı ‘ABD gibi hammadde kaynaklarına ucuza ulaşabileceğiz’ diye düşünebiliriz ama bunların ötesinde daha geniş perspektif ile baktığınızda bence insani boyutu ile düşünmek gerekiyor. Neden insan öldürmeye para harcıyoruz? İnsanların refahını geliştirmeye neden para harcamıyoruz diye düşünmek lazım. Maalesef bu çok ciddi ülkedeki farklı ekonomik çıkarlar arasındaki çatışma. Bu yıllardır süregelen bir çatışma.

İkinci bir nokta yanlış bilinç. Marx’ın insanların kendi konumlarına ilişkin yanlış bilinç sahibi olmaları, kendi faydalarına olan şeyi bilmemeleri olarak tarif ettiği şey. Sosyal sınıflarından bir haber olmaları. Buradan Trump dönemine gidersek, bu benim için ilginç bir durumdu. Amerikalılar olarak “Yaşasın ABD” diye bağırmamız mı gerekiyor ABD silah sattığı için? O para bir ABD’li şirketin. CEO’nun cebine giren bir para. Elbette çarpan etkisiyle, diğer etkilerle kısmen etkiliyor. Ama çok çok çok küçük bir pay. Aslında burada en büyük yanılsama özel şirketlerin kaderiyle, kendi kaderimizi bir olarak görmek. ABD’de gençlerde maalesef çok yaygın. “Neden harçlar daha az olmasın? Neden siz harcınızı ödemek için iki-üç farklı işte çalışmak zorundasınız” diye soruyorum. Çünkü öğrencilerim iş arasında derslere gelip, daha sonra tekrar işe gidiyorlar. Ona rağmen bu sorularıma karşı çıkıyorlar. Bunun kendilerinin çıkarına olduğunun farkına varamıyorlar. “Asgari ücret artmalı mı” diye sorduğumda, “Artmamalı çünkü bu şirketlerin zararına olur” diyen öğrenciler var. Aslında bu bilinçsizlik. Çünkü neoliberal sistemin yarattığı bir kuşak. Türkiye’ye bağlarsak evet bunu sormamız gerekiyor. Acaba bu paraları refah için harcamak mümkün olur muydu? Basit cevap, evet olurdu.

Ampirik çalışmayı bitirdiğinizde 2016 yılıydı. Türkiye de bu çalışamaya dahildi. Türkiye ekonomisi çok bağımlı ve kırılgan bir ekonomi. 2016 yılından sonra pek çok şeyin kötüye gittiğini gördük. 2016’nın ardından gelen 5 yıllık döneme ilişkin ne söylemek gerekir?

Bu zor bir soru. Genel olarak şunu söylemek mümkün. Askeri harcamaların Türkiye’de ekonomik büyümeyi artırdığına ilişkin çok net bir delil yok. Bazı çalışmalar büyümeyi artırdığını gösterse de bazı çalışmalar böyle bir etkinin olmadığını ortaya koyuyor. Ya da genel olarak kâr hadlerine baktığımızda ABD ve İngiltere için şunu buldum: Evet, askeri harcamalar arttığında bu ülkelerde kâr hadlerinin düşme eğiliminde bir yavaşlama söz konusu. Ya da kâr oranları artıyor. Marksist çerçevede nasıl yorumladığınıza bağlı. Ama Türkiye’nin çok temel bir farkı var. Türkiye ABD değil. ABD’nin 700 milyar dolarlık askeri bütçesi var. Çok önemli miktar silah satışları. Birleşik Krallık için de bu söz konusu. Fransa ve Almanya için de böyle. Çok ciddi ölçüde silah ihraç eden ülkeler. Türkiye ithal ediyor, dolayısıyla sınırlı olan paranızı tamamen atıl alanda harcamanız anlamına geliyor. Askeri harcamalar neden sivil harcamalardan daha hayati diye sormak gerekiyor. Tam da bu bağlamda sürekli bir talep söz konusu. Kullansanız da kullanmasanız da silahlara  talep doğuyor. Kullanmadığınız sürede de yeni yatırımlar yapmanız gerekiyor. “Kapitalizm savaşlara, savaşlar düşmanlara ve düşmanlar hep daha üstün silahlara ihtiyaç duyarlar.” Kitabımın ilk cümlesi bu. Gönderme yapmak istediğim şey şu; silahlanma yarışı. Demek ki bir ‘düşman’ var. Daha çok silahlanıyorsunuz. Hep daha üstün teknolojilere yatırım yapmak. Kapitalizmi tam da irrasyonel yapan şey bu. Çünkü iki ülkenin de kendini daha güvenli hissetmesine neden olmuyor. Kapitalizmin böyle bir mantıksızlığı var. Genel anlamda, zaten gelir dağılımı 2011’lere gelene kadar düzelme eğilimindeydi daha sonra tekrar bozulmaya başladı. Pandemi ile daha da arttı.

Türkiye’de ve esasen bütün dünyada neoliberal politikalarla askeri harcamalar özelleşti. Şirketler bu işin içinde. Farklı sermaye klikleri askeri harcamaların bizzat merkezinde duruyor. Türkiye’de Koç Holding askerîyeye ciddi üretim yapıyor, BMC yapıyor, irili-ufaklı KOBİ’ler yapıyor. Türkiye ekonomik krizde olan bir ülke. Türkiye ithalatçı bir ülke olduğu için ABD’den farklı bir noktada duruyor. Türkiye sermayesi ne ister? En uzak ihtimal 2 sene sonra seçim var.

Uzmanlık alanımın dışında ama şunu söylemek mümkün. Askeri Sınai Kompleks, Türkiye’de ‘yerli ve milli’ sınai kompleksimiz büyüyor. Anlaşılan büyümeye de devam edecek çünkü bu kapitalizmin iktisadi aklının kaçınılmaz sonucu. Sistem tıkandığında kâr olanaklarınız azaldığında yeni araçlar arıyorsunuz. İlki malum -bir ölçüde devam eden- inşaat sektörüydü. Orada tıkanmışken sermaye kendine yeni kapılar açtı. Oldukça kârlı bir sektör. Silah sanayi çok çok kârlı bir sektör. Ekonominin daralma döneminde derdiniz yok. Sermaye kâr nerede varsa orada.

ASKERİ HARCAMALARIN ARTMASI DAHA ADALETSİZ GELİR DAĞILIMI DEMEK

Gelir eşitsizliğe de Türkiye için büyük bir problem. Askeri harcamalar bağlamında gelir eşitsizliğine ilişkin ne demek gerekir?

Şu ayrımı çok net yapmaya çalıştım. Kalkınma ve büyüme farklı şeyler dedim. 1 liranın nasıl harcandığı çok önemli. O paranın ekonomide nasıl dolaşıp kimin cebine girdiğini tespit etmek çok önemli. Makro anlamda baktığımızda şöyle özetleyebilirim. Genel olarak bakıldığında askeri harcamalar arttığında o ülkede gelir dağılımı daha da bozuluyor. Ama zengin Avrupa ülkelerinde böyle bir ilişkinin olmadığını tespit eden çalışmalar var. Bu ülkeler askeri harcamalarını artırıyor ama bunların aslında gelişkin bir refah rejimi olduğu için aynı zamanda sosyal harcamaları da artırabiliyorlar.. Refah rejiminin gelişmediği ülkelerde askeri harcamaların çok net bir maliyeti var, gelir dağılımının bozulması. Bu konudaki ilk çalışmam buydu. Türkiye için kesinlikle arada negatif bir ilişki var. Askeri harcamaların artması Türkiye’de gelir dağılımını daha da bozan bir neden.

Askeri harcamalar ve artı değer üretimine ilişkin ne söylenebilir?

Önemli olan sistemde yaratılan artı değerin kârlara dönüşüp dönüşmediği, buna bakmak gerekir. Mantıken artı değer yaratıldığında bir şekilde satışın gerçekleştirilmesi ve kâr olarak açığa çıkması gerekiyor. Bu bağlamda kapitalizmin en temel sıkıntısı şu, her zaman için talep söz konusu değil. Üretim her zaman tüketimin önünde. Kronik bir eksik tüketim söz konusu. Bu açığı kapamanın bir yolu sosyal harcamaların artması. Ama sermaye buna izin vermiyor, sosyal harcamaların artması gelirin yeniden dağıtılması anlamına geliyor. Askeri harcamaların artı değer üretimine olumlu etkisi olduğunu söylemek mümkün. İki nedenle. Birincisi şu, sivil kesimde yapılabilecek yatırımları çekmiş oluyorsunuz. Sermayeyi sivil sektörden aldığınız için değişemeyen sermayenin (makine ve teçhizatın) miktarının azalmasına, bu anlamda da kâr hadlerinin yükselmesine neden oluyorsunuz. İkinci etken de askeri harcamaların stratejik gücü nedeniyle hammadde fiyatlarının düşmesi, hammaddeye daha ucuz ulaşmanızı sağladığı için de olumlu. Bir başka etken de -ki çok tartışmalı bir konu- askeri harcamalarla oluşan yeni teknoloji aslında bir şekilde sivil sektöre yayılıyor. Sivil sektördeki sermayenin artmasına, ücretlerin azalmasına neden oluyor. Genel olarak olumlu bir etkisi olduğu söylenebilir. Tabi bu ABD gibi ülkeler için geçerli. Türkiye gibi silah ithal eden ülkeler için geçerli değil. Şunu da göz ardı etmemek lazım. Türkiye de bir oranda silah ihracatçısı bir ülke. İHA’lar, SİHA’lar, helikopterler vs. Ancak Türkiye en büyük 6. silah ithalatçısı dünyada. Dönüp dolaşıp şuna geliyoruz, 1966’da Paul Baran ve Paul Sweezy’nin ‘Tekelci Sermaye’ kitaplarına net biçimde ortaya koydukları gibi. Sistemin bir krizi var. Sistemi aşmanın yolu üretken olmayan alanlarda üretim yapmanız. İrrasyonelitenin açıklaması maalesef bu. Sosyal harcamaları artırmanız kapitalist bakış açısıyla krizin derinleşmesine (kâr hadlerinin azalmasına) neden oluyor. Tam da bu nedenle askeri harcamalar sistemin kendisini ‘kurtarıcı’ rolde.

Reklam
ÖNCEKİ HABER

Anayasa Mahkemesi, Cizre bodrumları ile ilgili başvuruyu reddetti

SONRAKİ HABER

Twitter paylaşımları gündem olan yeni Bakan Derya Yanık hesabını kapattı

Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa
Evrensel Ege Sayfaları
EVRENSEL EGE

Ege'den daha fazla haber, röportaj, mektup, analiz ve köşe yazısı...