23 Ocak 2021 21:36

Prof. Dr. Murat Türkeş: Türkiye’de iklim tüm alan ve zaman ölçeklerinde değişiyor

İklimde yaşanan değişiklikleri Emekli Öğretim Üyesi Prof. Dr. Murat Türkeş ile konuştuk. Türkeş değişikliklerin görülmemiş düzeyde olduğunu fakat tutarlı, kalıcı, ciddi bir şey yapılmadığını söylüyor.

Fotoğraf: Unsplash

Paylaş

Gözde TÜZER
İstanbul

İstanbul’a kar yağdı sonunda… Ama sadece 2 gün… Bundan sonra ne zaman görülür bilinmez. Ancak geçtiğimiz aralık ayında tişörtlerle gezdiğimiz zamanlar bile oldu sıcaklıklardan. Ağustos ayında ise dolu yağışlarını gördük, kabanlarla dolaştık birkaç gün. Peki iklimde ne oluyor da bu değişimler yaşanıyor? Küresel ısınma bilinen bir gerçek artık. Kuraklık da artıyor bir yandan. İklim de mi değişiyor peki? TEMA Vakfı Bilim Kurulu ve İDA Dayanışma Derneği Üyesi, Boğaziçi Üniversitesi İklim Değişikliği ve Politikaları Uygulama ve Araştırma Merkezinden Emekli Öğretim Üyesi Prof. Dr. Murat Türkeş ile Türkiye’nin ikliminin değişip değişmediğini konuştuk.

‘DEĞİŞİKLİK GÖRÜLMEMİŞ DÜZEYDE’

* Yazın ortasında hiç olmayacak zamanlarda hortumları gördük, kışın ortasında hiç olmayacak zamanlarda sıcakları hissettik. Peki neden? Neden biz kışın uzun uzun kar görmüyoruz ya da yazın ortasında kavrulmuyoruz?

Bu soruyu doğru yanıtlamak için küresel iklimdeki gözlenen ve öngörülen değişiklikleri kısaca anımsamakta yarar görüyorum. 1950’li yıllardan beri iklimde gözlenen değişikliklerin çoğu 10 yıllardan 1000 yıllık bir zaman dönemine kadar daha önce hiç görülmemiş düzeydedir. Bu dönemde, atmosfer ve okyanuslar ısınmış, kar ve buz tutarları azalmış, ortalama deniz düzeyi yükselmiş ve sera gazlarının atmosferdeki birikimleri artmıştır. Geçen 30 yılın her 10 yılı, yeryüzünde 1850’den beri kaydedilen küresel sıcaklık verileri için hesaplanan tüm on yıllık dönemlerden ardışık bir biçimde daha sıcak olmuştur. Örneğin sanayi devriminden günümüze değin küresel ortalama yüzey sıcaklıklarında geçen yüzyılın başına ya da sanayi devrimi öncesi döneme oranla yaklaşık 1 ile 1.2 oC kadar bir artış (küresel ısınma) gerçekleşmiştir. Yüzey ve alt atmosfer hava sıcaklıklarının artışı, kentsel ısı adasının da katkısıyla, kış mevsiminde bile -soğuk çekirdekli cephesel alçak basınç sistemlerinden kaynaklanan- kar yağışlarının azalmasına, kar yağsa bile karın yerde kalma süresinin kısalmasına yol açmaktadır.

Küresel okyanuslardaki ısınma iklim sisteminde biriken enerjideki artışı denetlemektedir. Bu kapsamda, 1971- 2010 döneminde okyanuslarda biriken enerjinin yüzde 90’dan fazlası küresel okyanus ısınmasıyla bağlantılıdır. Küresel ortalama kara ve okyanus sıcaklıklarındaki artış, buharlaşmayı ve atmosferin gerçek nem tutarlarını da artırmış, bu ise hidrolojik döngüyü kuvvetlendirerek şiddetli sağanak ve gökgürültülü sağanak yağışların daha şiddetli ve hortumların 30 yıl öncesine göre yeni coğrafyalarda ve daha geniş alanlarda daha sık-kuvvetli oluşmasına yol açmıştır. Bu son değerlendirmemiz Türkiye için de geçerlidir.

19’ncu yüzyıl ortasından beri gözlenmiş olan deniz düzeyi yükselmesinin hızı, önceki 2 bin yıllık dönemdeki ortalama yükselme oranından daha büyüktür. Küresel ortalama deniz düzeyi 1901- 2010 döneminde 20 cm kadar yükselmiştir. Karbondioksit (CO2), metan (CH4) ve diazotmonoksit (N2O) gazlarının atmosferik birikimleri son 800 bin yıllık dönemde hiç olmadığı kadar yüksek bir düzeye ulaşmıştır. Atmosferik CO2 birikimi 2020 yılı sonunda yeni bir aylık ve yıllık rekor kırarak sırasıyla yaklaşık 417 ve 414 ppmv’e (milyon hacimde bir kişim) ulaşmıştır.

İklim sistemi üzerindeki insan etkisi açıktır ve insanın iklim sistemine olan olumsuz etkisi büyük bir bilimsel uzlaşma ile kabul edilmiştir. Bu etki, atmosferdeki artmakta olan sera gazı birikimlerinden, pozitif ışınımsal zorlamadan, gözlenen ısınmadan ve iklim sisteminin anlaşılmasından bellidir. İklim modelleri gözlenen anakarasal ölçekli yüzey sıcaklığı desenlerini ve onlarca yıllık zaman ölçeklerindeki eğilimleri, 20’nci yüzyılın ortalarından beri gözlenmiş olan daha hızlı ısınma eğilimini yüksek bir doğrulukla öngörmektedir. Gözlenen ısınma, bu yüzyılın sonuna kadar ve olasılıkla sonrasında da sürecektir. Küresel yüzey sıcaklığındaki artışlar 21’nci yüzyılın sonuna kadar olasılıkla 2-4.5 °C arasında gerçekleşecektir.

‘TÜRKİYE’DE İKLİM DEĞİŞİYOR’

** Kuraklık zaten bilinen bir gerçek ama iklim değişiminden de yoğun bir şekilde bahsediyoruz. İklim değişiyor mu Türkiye’de, özel olarak Marmara Bölgesi’nde ve İstanbul’da?  

Evet, çok yüksek bir olasılıkla, Türkiye’de iklim tüm alan ve zaman ölçeklerinde değişiyor. Küresel ve Türkiye ölçeğinde, özetle, birçok aşırı hava ve iklim olayında 1950’den beri dikkat çeken değişmeler olmuştur. Örneğin, yüksek olasılıkla, küresel ve ülke ölçeğinde soğuk gün ve gecelerin sayıları azalmış, sıcak gün ve gecelerin sayısı artmıştır. Avrupa, Asya ve Avustralya’nın geniş bölgelerinde sıcak hava dalgalarının sıklığı olasılıkla artmıştır. Bu tür değişiklikler, genel olarak Doğu Akdeniz ve Türkiye’de, özellikle 1990’lı yıllarla birlikte donlu ve kar yağışlı günlerin belirgin bir şekilde azalması; önemli bir bölümü istatistiksel olarak anlamlı olmak üzere, sıcak günlerin ve gecelerin sayıları ile gece en düşük ve gündüz en yüksek hava sıcaklıklarının artması; gündüz en yüksek-gece en düşük sıcaklık farklarının azalması şeklinde kendisini hissettirmiştir. Sonuç olarak, hava sıcaklıklarındaki değişmeler açısından, Türkiye’de yaklaşık son 25 yıllık dönemde, hem sıcaklık rejimi belirgin olarak daha ılıman ve sıcak (çoğu bölgede tropikal) koşullara doğru değişmiş, hem de sıcak hava dalgalarının sıklığında ve şiddetinde önemli değişimler gerçekleşmiştir. Türkiye’de gözlenen mevsimlik ve yıllık yağış eğilimlerinin, hava sıcaklıklarında gözlenen eğilimler kadar kuvvetli olmadığı görülür. Yağışlardaki değişmeler uzun süreli eğilimlerden çok, çeşitli değişim ve dalgalanma biçimleriyle birlikte kurak ve nemli (yağışlı) dönemlerin sıklıklarında ve büyüklüklerinde belirlenen önemli değişiklikler biçiminde olmaktadır. Türkiye yağışlarındaki uzun süreli eğilimler ve değişimler incelendiğinde, genel olarak kış ve ilkbahar yağış toplamlarında Türkiye’nin Akdeniz yağış rejiminin egemen olduğu Marmara, Ege, Akdeniz ve Güneydoğu Anadolu bölgeleri ile İç ve Doğu Anadolu bölgelerinin iç ve güney bölümlerinde belirgin bir azalma eğiliminin (kuraklaşma) olduğu görülür. Kış mevsiminde Ege, Akdeniz ve Güneydoğu Anadolu bölgelerinde gözlenen kuraklaşma eğilimlerinin bazıları istatistiksel olarak önemlidir. Yazın hem artış hem de azalış eğilimleri egemendir. Sonbaharda ise, gözlenen artış eğilimlerinin kuvvetlendiği görülür.

Buraya kadarki kısa değerlendirmeden de anlaşılacağı gibi, iklim değişikliği yalnızca ortalama yüzey ve alt atmosfer hava sıcaklıklarındaki artışlar ya da yağışların Yerküre’nin bazı bölgelerinde azalması (ör. Akdeniz Havzası, Türkiye’nin özellikle Akdeniz iklimi ile nitelenen batı ve güney bölgeleri, vb.) bazı bölgelerindeyse artması (ör. KYK orta enlemleri, vb.) değildir. İklim değişikliği aynı zamanda iklim kendi değişkenliğinin ve aşırı (ekstrem) olaylarının da değişmesidir.

‘İSTANBUL’DA YAPILAN PROJELER İKLİMİ DEĞİŞTİRDİ’

Yine İstanbul’daki bu değişimin sebepleri arasında “çılgın projeler” olabilir mi? Devasa projelerle yok olan ormanlar gibi…

Evet. Son 30 yıllık dönemde, özellikle son 10 yılda, Türkiye’de gözlenen şiddetli hava olayları, taşkın ve seller ile kuraklıkları -yanlış arazi kullanımı, yanlış yerleşme yer seçimleri, doğanın bozulması, özellikle ormanların ve çalılıkların yok edilmesi, fiziki coğrafyasının (ör. yüzey özelliklerinin, bitki örtüsünün, havza jeomorfolojisinin ve üst toprağın, vb.) bozulması, dere, çay vb. akarsuların, sel ve selcik yarıntılarının azalması, zayıflaması ya da ortadan kaldırılması, kentsel alanların, asfalt ve beton gibi geçirimsiz yüzeylerin su havzalarında geniş yer tutması, vb. gibi- çeşitli doğrudan ve dolaylı insan etkilerinin de şiddetlendirdiğini unutmamak gerekir. Bir örnek vermek gerekirse, İstanbul’da yapılan (Yapılmak istenenler de var) küçük-büyük çeşitli projeler, abartılmış otoyollar, çeşitli çevre yolları ve bağlantıları, havaalanı, köprüler, toplu konut alanları, kalan son orman alanlarına saldıran tüm insan etkinlikleri ve yerleşmeler, vb. insan etkinlik ve yapıları, İstanbul’un iklimini değiştirmiş, yer altı ve yer üstü kaynaklarını azaltmıştır. Son yaşadığımız kuraklık ve su sıkıntısı nedeniyle önemini bir kez daha hatırlamak zorunda kaldığımız su toplama havzalarının kirletilmesi, organize sanayi bölgesi, toplu konut alanları, abartılmış oto ve duble yollar, havaalanı vb. gibi asfalt, beton, bina, çatı vb. gibi geçirimsiz yüzeylerle kaplanması sonucunda daralması ve parçalanması, düşen yağışların etkili yağışa dönüşerek barajları, yer altı ve yer üstü sularını besleme olanağı ve işlevini çok zayıflatmış ve bozmuştur. Özetle, su toplama havzalarının fiziki coğrafyasının bozulması ve buna bağlı olarak da etkili yağış oluşumu düzeneklerinin işlevini yitirmesi nedeniyle, İstanbul ya da benzer olumsuz koşulların egemen olduğu başka kentlerin su havzalarının üstünde yağış olsa bile havzada ve su yapısında (baraj, gölet ya da doğal göl, sulak alan, vb.) olması gerektiği kadar bir birikim olmayacaktır.     

‘TUTARLI, KALICI, CİDDİ BİR ŞEY YAPILMIYOR’

Peki bundan sonra ne yapılabilir? Çok fazla çalışma var elbette ama siyasi iktidarların ve yerel yönetimlerin bundan sonra ne yapması gerekiyor?

Ne yazık ki, ne hükümetler, ne iş dünyası ne de yerel yönetimlerce iklim değişikliği ile savaşım ve etkilerini azaltma konularında etkili ve tutarlı-kalıcı-ciddi bir şey yapılmıyor. Hükümetlerarası İklim Değişikliği Paneli’nin (IPCC) 1.5 °C Küresel Isınma Raporu bize, 2030 yılına kadar 2010 yılına göre insan kaynaklı CO2 salımlarının yüzde 45 oranında azaltılması ve 2050 yılına değin net sıfır salıma düşmesi gerektiğini gösteriyor. Bu ise ancak enerji, sanayi, tarım, konut, ulaştırmadan kaynaklanan CO2 salımlarının 2050 yılına gelindiğinde ise 2010 yılına göre yüzde 75-90 oranında azaltılmış olmasıyla olası. Özellikle gelişmiş (çoğu AB ve OECD üyesi) ve ileri gelişmekte olan (ÇHC, Güney Kore, Meksika, Arjantin, Türkiye, vb.) ülkelerin sera gazı salımlarını, Paris Antlaşması kapsamında kabul edilen ulusal olarak belirlenmiş niyet beyanları (NDC) aracığı ile azaltması ve iklim değişikliğini önlemesi bana göre tümüyle olanaksızdır.

Açıkçası, küresel iklim sistemi üzerindeki tehlikeli ve olasılıkla geri döndürülmesi 100 yıllarca olanaksız olabilecek olan afetsel boyuttaki insan etkilerini, örneğin arazi kullanımı değişiklikleri ve ormansızlaşma vb. gibi olumsuzlukları engellemeden, fosil yakıt tüketimini ve sera gazı salımlarını azaltmadan, tüm bu şiddetli hava ve iklim olaylarını doğrudan engellemek kısa, orta ve olasılıkla uzun erimde olanaklı görünmüyor bana göre.

Bu nedenle, bugünkü gözlenen iklimsel ve sera gazı birikimlerindeki değişim ve eğilimleri dikkate alındığında, gelecekte Yerküre’nin küresel ortalama yüzey sıcaklıklarındaki artışın, iklim değişikliğinin olumsuz etkilerinin yaşanmasını önleyecek bir düzey ya da daha açık olarak biyosferdeki tüm canlıların, genetik çeşitliliğin ve ekolojik sistemlerin varlıklarını sürdürmeleri ve değişen iklim koşullarına uyumları açısından gerekli ‘kritik eşik’ olarak kabul edilen, 1.5 °C’yi aşmaması ya da 2 °C’nin altında kalmasının sağlanması gibi eşik değerler gerçekçi değildir. Bu eşik değerleri tutturmak için çok geç kalınmıştır.

ÖNCEKİ HABER

Yüz yüze eğitime başlayacak olan 8 ve 12. sınıflar kısıtlamalardan muaf tutulacak

SONRAKİ HABER

Veliler, pandemide özel okullara ödenen 3 aylık ücretleri geri alabilir

Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa
Evrensel Ege Sayfaları
EVRENSEL EGE

Ege'den daha fazla haber, röportaj, mektup, analiz ve köşe yazısı...