24 Kasım 2020 22:20

Eğitim hakkının savunulması ortak mücadele konusudur

Öğretmenleri psikolojik olarak kuşatan hükümet ve bakanlık öğretmenlerin mücadeleci geleneğini ve örgütlü mücadelesini de tasfiyeye yönelik adımlar attı.

Fotoğraf: Taylor Wilcox/Unsplash

Paylaş

Dünyada ve ülkemizde pandemi hızla yayılıyor. 2019 yılı Aralık ayında Çin’de başlayan salgın kısa süre sonra tüm dünyaya yayıldı. İstenseydi bu salgın çok yayılmadan önlenebilirdi. Ancak dünyayı yöneten kapitalist tekeller ve onların devletleri “ölen ölür, kalan sağlar üretime devam eder” diyerek salgına karşı önlemleri en alt seviyede tuttular. Gelinen aşamada dünyada koronavirüs vaka sayısı ve ölümler hızla artmaktadır.

Dünyaya egemen olan kapitalist tekeller ve hükümetleri pandemiyi fırsata dönüştürmek için yıllardır ellerinde tuttukları planları hayata geçirmeye başladılar. Esnek, güvencesiz, uzaktan çalışma, işten atmalar salgına paralel olarak yaygınlaştı. Milyonlarca işçi, emekçi, küçük esnaf işsizler ordusuna katıldı. Merkez kapitalist devletler pandemiyle mücadele için çeşitli ekonomik paketler açıkladılar. Bu paketler ile esas olarak sermayeye yeni kaynak aktarımı sağlanırken, küçük esnaf ve işsizlere ise ölmeyecek kadar bir destek verildi.

Türkiye’de ise açıklanan “ekonomik kalkan paketleri ”ile büyük sermayeye kaynak transferi sağlanırken işçiler günde 39 TL ile ücretsiz izne gönderildiler. Pandeminin ve krizin bütün yükü işçiler, emekçiler ve yoksulların omuzlarına bindirildi. Yetmez gibi hükümet tarafından verilen İBAN numaraları ile halktan 10 TL vermeleri istendi.

Eğitim felsefesi “dindar ve kindar nesiller yetiştirmek” olan AKP saray rejimi, 4+4+4 ile başlayan eğitimi gericileştirme hedefine, İmam Hatipleştirmeyle devam etmiş, özelleştirmeler yoluyla eğitim giderek parası olanın yararlandığı bir ayrıcalık haline getirilmiştir. İşçi, emekçi ve yoksul halk çocukları için İmam Hatip Okulu ve çıraklık dışında bir seçenek bırakılmamıştır.

Pandemiyle birlikte gelinen aşamada eğitim yükünden tamamen kurtulmak isteyen iktidar; kaç zamandır aklında olan planları hayata geçirmeye başladı. “Uzaktan eğitim” denen ve yalnızca belli sayıda ailenin ve çocuğun ulaşabildiği “öğretim” modeli hayata geçirildi. Uzaktan eğitim süreci özünde bir eğitim olmayıp geçici, ara bir zorunluluk olarak görülebilir. 31 Ağustos 2020 tarihinde başlayan uzaktan eğitim eksik, eşitsiz, altyapısız bir şekilde başladı. Öğretmenler, öğrenciler ve veliler bu süreçte birçok sorunla karşılaştı.

UZAKTAN EĞİTİMİN YÜKÜ ÖĞRENCİ VE ÖĞRETMENLERDE

Öğretmenler hizmet içi eğitim süreçlerinden geçmeden, teknik donanım ve altyapı oluşturulmadan süreci tartışıp planlamalara katılmadan yukarıdan direktiflerle kendilerini sürecin içinde buldular. Bilgisayar, tablet, internet ve diğer uzaktan erişim araçlarının sağlanması, kullanımı öğretmenlere, öğrencilere ve velilere bırakıldı.

Pandemi koşullarında geçim sıkıntısı yaşayan emekçi aileler, çocuklarının dersleri uzaktan da olsa takip edebilmesi için tablet, cep telefonu, bilgisayar, internet sağlamak için mücadeleye geçtiler. Henüz bir işi olup da çalışan aileler işe giderken çocuklarını ne yapacaklarını, nereye bırakacaklarını bilemediler. Birçok yoksul aile çocuklarının derse bağlanması için komşularına gittiler, onların telefon ve internetini kullanarak derslere bağlanmaya çalıştılar. Özellikle birden çok çocuğu olan ailelerde çocuklar sırayla bir telefondan derslere bağlanmaya çalıştı. Tablet, bilgisayar, internet almak için birçok emekçi ailesi borçlanmak durumunda kaldı. Bu olanaklara sahip olsalar bile birçok çocuk EBA’nın yetersiz altyapısı nedeniyle derslere bağlanamadı.

31 Ağustos’ta başlayan uzaktan eğitim sürecinden bugüne benim derslerime bağlanan öğrenci sayısı katılımın en yüksek olduğu sınıflarda bile %60’ı geçmemiştir. Egenin en batı ucunda bulunan bir ortaokulda çalışıyorum. Bizim okulda bile derslere katılım oranı en iyi sınıfta bu düzeyde ise Güneydoğu, Doğu Anadolu, İç Anadolu ve diğer bölgelerde uzaktan eğitime katılım oranını tahmin etmek zor olmasa gerek.

PANDEMİ SÜRECİNDE ÖĞRETMEN

Bu süreçte öğretmenlerin büyük bir çaresizlik içinde olduğunu söylemek gerekir. Okulların kapalı olmasının sorumlusu öğretmenler gibi oluşturulan algı öğretmenler üzerinde büyük bir baskı oluşturdu. Okulların kapalı kaldığı dönemde oturdukları yerden maaş almakla itham edilen öğretmenler kendilerini değersiz ve işe yaramaz hissettiler. Uzaktan eğitim sürecinin başlamasıyla birçok öğretmen bu psikolojik baskı altında iktidarın, bakanlığın ve idarecilerin keyfi dayatmalarına boyun eğer bir duruma gelmiş ya da getirilmiş gibidir. Filyasyon ekiplerinde görev almaktan tutun da camiden çıkan cemaate kolonya tutmaya varan uygulamalar öğretmenlerin itibarını zedelemek için bizzat yönetenler tarafından dayatıldı. Pandemi koşullarını sermaye için fırsata dönüştüren iktidar esnek, kuralsız, güvencesiz çalışma modellerini hayata geçirmeye çalıştı. İktidara göre öğretmenler hükümetin memurlarıdır ve hükümet ne isterse onu yapmalıdır. Öğretmenleri psikolojik olarak kuşatan hükümet ve bakanlık öğretmenlerin mücadeleci geleneğini ve örgütlü mücadelesini de tasfiyeye yönelik adımlar attı. Eğitim sendikalarının, eğitim ve bilim çevrelerinin uyarı ve eleştirilerini dikkate almayan iktidarın tek derdi “çarkların dönmesi” oldu.

Başta Eğitim-Sen olmak üzere sendikaların ve bilim insanlarının “salgınla mücadele koşulları oluşturularak okullar yüz yüze açılsın” talebi duymazdan, görmezden gelindi. Eğitime yatırım bütçesini her yıl azaltan ve özel eğitimi teşvik eden iktidar, okulların ihtiyacı olan bütçeyi okullara ayırmak istemiyordu. Öyle ki Milli Eğitim Bakanı Ziya Selçuk: “eğitimde en büyük yük öğretmen maaşlarıdır” diyebiliyordu. Bakanın bu söylemi iki şeyi açığa çıkarıyordu:

  1. Devlet ve MEB öğretmenlerin aldığı yoksulluk sınırının yarısı kadar olan sefalet ücretini çok görüyordu. Devlet için okullar ve eğitim kurtulunması gereken bir yüktü.
  2. Bırakın okulların salgın koşullarına uygun hale getirilmesi için bütçe ayrılmasını iktidar kamusal eğitimi tasfiye edip, bitirmek istiyordu.

PANDEMİ VE EĞİTİM SENDİKALARI

Bu süreçte eğitim sendikaları basına demeç vermek dışında bir mücadele yürütmediler. Eğitim emekçileri içinde örgütlü olan sendikalardan Eğitim-Bir-Sen ve Türk Eğitim-Sen hükümetin politikalarına yedeklenerek, hükümetin ve bakanlığın kampanyalarının aracı oldular. Bu sendikalar için eğitimin ve eğitim emekçilerinin içinde bulunduğu durum gündemlerinde bile değildir. Bir diğer sendika Eğitim-İş ise kurulduğu günden itibaren eğitim emekçileri içinde bölücü bir rol oynamıştır. Bu sendika görünüşte “emek ve sol” kavramlarını kullanmakta; ancak özü itibariyle mücadele eden kamu emekçilerini milliyetçi bir temelde ayrıştırmakta ve iktidara dolaylı bir hizmette bulunmaktadır. Bu anlamıyla mücadeleci kamu emekçilerini arkadan hançerleyen şoven-ırkçı bir politika izlemektedir.

Kamu emekçilerinin kitlesel mücadelesi üzerine kurulan KESK’e bağlı Eğitim-Sen ise zamanla emekçilerden ve işyerlerinden koparak, emek örgütü olmaktan uzaklaşarak, marjinal bir konuma sürüklenmiştir.

Eğitim-Sen; eğitim emekçilerinin ekonomik, demokratik, özlük hak ve taleplerinden ve işyerlerinden uzaklaştıkça kan kaybetmiş, fiili ve meşru mücadele çizgisinden uzaklaşmış, üstten yüksek siyaset yapan bürokratik bir yapıya dönüşmüştür. Öyle ki artık sendikanın çağrılarına “bir avuç aktivist” bile itibar etmemektedir.

Sendikaların emekçilerden, işyerlerinden kopması, emekçilerin giderek sendikalardan umudunu kaybetmesine ve sendikalardan uzaklaşmalarına yol açmıştır. Bu bağlamda kamu emekçileri ve özelde eğitim emekçileri hükümetin ve sermayenin baskı ve hak gasplarına karşı yalnız bırakılmışlardır.

NE YAPMALI?

Sermaye iktidarının salgını fırsata çevirerek eğitim emekçileri üzerindeki artan baskılarına, angaryaya, esnek çalışma, uzaktan çalışma dayatmalarına, iş güvencesinin fiilen ortadan kaldırılmasına, kamusal eğitimin tasfiyesine, enflasyon karşısında eriyen ücretlere karşı kamu emekçileri ne yapmalıdır?

İş güvencesi için, kamusal, bilimsel, demokratik, laik, anadilinde eğitim için hangi sendikaya üye olursa olsun, sendika üyesi olsun ya da olmasın işyerindeki bütün emekçileri ortak talepleri etrafında birleşmeye ve mücadeleye seferber etmek gerekiyor. Böyle bir örgütlenme işyerlerinden başlayacaktır. Acil taleplerimiz için işyerinde kuracağımız işyeri komiteleri ile işe başlayabiliriz. Bugün emekçilere gereken işyerine dayanan bütün emekçileri kapsayan mücadeleci bir sınıf sendikacılığıdır.

Öncelikle pandemi koşullarında kamusal, bilimsel, parasız, anadilinde eğitim hakkı yok sayılan emekçi, yoksul ailelerle mücadeleci eğitim emekçileri, emekten, demokrasiden yana güçlerle birlikte “Eğitim Hakkı Platformu” vb. adlar altında birleşen bir mücadele hattı kurulmalıdır.

Sermayenin pandemiyi fırsat bilerek, işçi sınıfı ve emekçilerin onlarca yıllık mücadele sonucu kazandığı kamusal eğitim hakkını gasp etmesinin önüne geçmek gerekir. Bunun için;

  • Eğitimde artan eşitsizliğe karşı eşitlik için
  • Uzaktan eğitim değil salgınla mücadele koşulları sağlanarak okulların yüz yüze eğitime açılması için
  • Bütün çocuklarımıza tablet, bilgisayar, internet sağlanması için
  • Öğretmen açığının giderilmesi ve ataması yapılmayan yüzbinlerce öğretmenin belli bir plan dâhilinde görevlerine başlatılması için
  • Hukuksuz bir şekilde KHK ile ihraç edilen kamu emekçilerinin derhal görevlerine iade edilmesi için
  • Her okula sağlık uzmanı görevlendirilmesi için
  • Eğitim bütçesi arttırılarak okulların fiziki olarak pandemi koşullarına uygun hale getirilmesi için
  • Eğitim emekçilerinin maaşlarının insanca yaşayacak düzeye çıkarılması için
  • Bütün kamu emekçilerine söz verilen 3600 ek göstergenin verilmesi için
  • Bütün eğitim emekçilerine ve öğrencilere ücretsiz test, maske ve hijyen malzemelerinin sağlanması için,
  • Salgının kontrol altına alınabilmesi için; TTB başta olmak üzere emek ve meslek örgütlerinin, yerel yönetimlerin, bilim insanlarının içinde yer alacağı salgınla mücadele kurullarının oluşturulması ve bu kurulların karar ve önerilerinin dikkate alınması için birleşik bir mücadele gereklidir.

Yukarıda bir kısmını saydığımız salgınla mücadele koşulları sağlanarak okullar açılmalı ve eğitim yüz yüze yapılmalıdır. Ancak biliyoruz ki bu taleplerin gerçekleşmesi bir mücadele konusudur.

Bu bağlamda yalnızca eğitim emekçileri değil başta işçi sınıfı olmak üzere emek ve demokrasiden yana güçler ile ortak ve acil talepler etrafında birleşmek ve mücadele etmekten başka bir yol bulunmamaktadır.

Bilinmelidir ki eşit, parasız, bilimsel, demokratik, laik, anadilinde eğitim hakkı; bağımsız ve demokratik bir Türkiye mücadelesinden ayrı olarak ele alınamaz. Bu bağlamda işçi sınıfının iktidar mücadelesine, emekçiler ve ezilen halklarların kurtuluşu mücadelesine bağlanmayan bir eğitim hakkı mücadelesinin kazanma şansı yoktur.

ÖNCEKİ HABER

AKP Government's tactic to get people to accept the ‘the lesser of two evils’ will not succeed

SONRAKİ HABER

Kadına şiddete sanatla “dur” demek

Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa
Evrensel Ege Sayfaları
EVRENSEL EGE

Ege'den daha fazla haber, röportaj, mektup, analiz ve köşe yazısı...