19 Eylül 2020 00:02

Bir çığlıktır bu sızı

Y. Bekir Yurdakul, Şair Özge Sönmez'in "Suya Bırak Sızını" isimli yeni şiir kitabını yazdı.

Görsel: Suya Bırak Sızını kitabının ön ve arka kapağı

Paylaş

Y. Bekir YURDAKUL

Derine Gömdüler Sabahı” dedi ilkin. Sabahların geç kaldığı, hiç olmadığı yerlerden duyuldu şarkısı. Çocuklar söyledi, kadınlar söyledi, alnının terini silen söyledi, yerinden yurdundan olan söyledi...

Çok geçmedi; “Geceyi İlikler Gidersin”de de yine neyse yaşanan, umursamadığımız, ben değilim dediğimiz... duyduk ki/ baktık ki/ gördük ki onlar da bizimle, yanı başımızda dahası gölgemiz gibiler, varlar biz farkında olmasak da... Özge Sönmez’in seslenişi sabahı unutmamaya, güneşin yine de doğacağı umudunu/ gerçeğini diri tutmaya yeni bir çağrıydı.

O yazmaya, anlatmaya, ortaya sermeye, gözümüze sokmaya çabalarken çağın yakışmayanı ne varsa kötülüğün atı hepsini kapımıza yığar hepimizi çileden çıkarır oldu; şiiri, şiirle duyumsayanı, karşı koyanı... “Güle Batır Öfkeni”... dedi bu kez; aynı sakinlikle, hıncını örterek, enerjisini koruyarak... “Güle batıralım öfkemizi...” ki tükenmeyelim iyilik yolunda koşarken, iyiyi, doğruyu, güzeli herkes için ararken/ isterken.

Derken “Suya Bırak Sızını” deresi akmaya durdu bizim olan, bir bardak çaya aile olduğumuz o tanıdık, o yok edilmeye çalışılan sokaktan/ sokaklardan, yollardan/ yolaklardan...

***

Hep bir sızının izini sürüyor Özge Sönmez. Bağırmadan. Çağırmadan. Çığlığında bile o sızıyı, o nezaketi duyumsarsınız... Ne ki itirazı serttir, cephedendir, doğrudandır. O sızım sızım sızlayan yürekten yükselen ateşi kendine özgü sözcüklerden mürekkep bir körükle harlıyor işte.

Sahi, “büyük susuşların/ büyük gidişlerin/ büyük ölümlerin küçük kızı”na mıdır Özge Sönmez’in “suya bırak sızını” çağrısı, seslenişi, yakarısı...

Bir yandan da yaralarımızı kaşıyor Sönmez; bir ipek eldivenle dokunuyor, okşuyor sanki... ama kaldırınca elini fark ediyoruz ki gizli açık yaralarımızın kabuklarını söküp -evet, söküp- başka yerlerimize yapıştırıyor. Ne ki bırakıp gitmiyor bizi yeniden kanamış yaralarımızla... Kendinden önce söz vermiş gibi, acımızı acısı kılmış gibi duruyor yanı başımızda...

Demem o ki bir direnç adası gibi durmanın, yan yana gelmenin, farkında olmanın o kendine özgü şarkısına, ana motifi bozmadan/ değiştirmeden yeni notalar ekliyor...

Dizelerine, diyeceğine, derdine yaren kıldığı suyun dilini taşıyor gündelik hayatımıza; öyle sakin, kızgınlığı yüreğinde, usanmak nedir bilmeden, kararlı; duyalım, yetmez, ezber edelim, yok yok ilkokul birinci sınıf heyecanıyla bir güzel belleyelim istiyor. İstiyor çünkü suyun türküsüne dönüştürdüğü karanlığın iç çekişlerini fark edelim, oradan umutlar doğuralım istiyor.

Yalnız taş duvar, yalnız odun ateş olmazı almış yedeğine “yalnız insan, çoğalan yalnızlık...”tır, hazır bulunmuş yenilgidir, diyor.

Sonra Oktay Akbal’dan Erbil Tuşalp’e... önce diyenlerin/ kendisine de armağan çığlıkların sıkıca tutuyor ellerini, teşekkürü içten: “büyük amcalar ‘kirlendi’ diyor renkler/ bozuldu ekmekler/ kadınlar ve erkekler/ biliyorum, papatyalar plastik...

Hepimiz kadar bir hayat gazisinin yeni destanıdır üstüne kafa yorduğumuz. Yasaklanmış, unutturulmaya çalışılmış çocuk bayramlarına varacaksak yol boyunca çoğalan dikenleri de anımsatıyor. Bir güzel biliyor ancak bilinçle yürünen yolların umutlar doğuracağını...

Sonra secdedeki acımasız başların geçit resmine tanık kılıyor hepimizi.

Üşüyenin, aç kalanın son sığınağı bayrağı elden ele geçiren/ bazen hezeyanlara kapıldıkları yerde unutanların hepsi (en iyi ben, en çok ben makamında yürüyor; hepsi iddialı...) yakından tanıdıklarımız; hısım kimi, kim akraba/ arkadaş... “insan sakat, insana dikkat, insan ansızın uçurum...” diye de uyarıyor.Bir söğüt gölgesinden izliyoruz olup biteni...

Hepsi salya sümük, sokaklarımızı kendilerinin sanıp geçiyorlar önümüzden.

pos bıyıklı amcalar, sakallı dedeler/ filmlerde iyi niyetliydiler/ şimdi haz kuyusuna düşmüş/ alnı secdede zebaniler” en önde yürüyor.

Sırada, “gözlerin okşuyor davetkâr tetiği/ bir sıcak mermi, sonrası ılık boşluk/ nasıl söyleriz gittiğini annene” diye diye çocuklara kıyanlar...

Ve “şimdi siyah arabalar, siyah ceketli gölge adamlar/ uzayıp sünüyor yollarda...

Ötesi malumunuz...

En arkada mı?

Yazık ki elindekini gönüllü verenler... kimisinin gözünde “kırk yıllık toprağı ufaladılar sonunda başımıza/ öldük sandık, bilmeden öldürdük...” yaşları... Kimisi “...hiçbir çiçek gülmüyor artık/ tohumlar bize kırgın...” dese de beceremiyor itirazı; aynı ateşe odun taşımayı sürdürüyorlar...Yolun yarı yerinde bir büyük fotoğraf kesiyor yolu:“saksıda plastik bir bahar uzatıyorlar/ kasada bırakıp çıkıyorum/ market akıllı halkların aklından...”“pazaryerleri yorgun yoksulluktan...”“düşlerimi, akşam pazarında/ çürük meyve arayan ablaya sattım”“çocuklar eksiliyor bir bir evlerden/ odada yok, avluda yok, kaydırakta yok/ fotoğraf, çerçevede solgun bir yalan/ mezarlıkta suskun bir güvercin gölgesi

Fotoğrafın altında mı?

Şunlar okunuyor:

ne güzel müzikler dinliyorsunuz/ (...) benim müziğim sessizlik/ kulaklarını kestiler daha dün kör bir bebeğin/ ben sizi bunlarla rahatsız etmeyim

Ve nokta:

ayrı koyuyorum kendimi sizden

Ama kesmiyor da umudu, umuda sırtını dönenden; bir umut, hepsine sesleniyor yeniden:

berraktık biz eskiden/ lokmamız yarıya inecek mi diye korkmazdı anamız/ çalardık kaşığı tencereye/ küçücük soframız galaksiyi doyururdu/ kahkahamız yıldızlara uçar uçar yorulurdu/ ekmeğimiz buluttan ak/ çayımız güneşten sıcak/ yetişemezdi hiçbir ışık düşlerimize/ bahçemizde çember çevirirdi samanyolu...

Çıkışı da gösteriyor Özge Sönmez: “...boş ver sen bunları/ hemen bir şiiri kutsa/ yalnız bir menekşeyle dertleş/ kör bir kediyle uyu çocuğum...

***

Ne çok isterdim “insan sakat, insana dikkat, insan ansızın uçurum...” diyen Özge’yi haksız bulmayı.

Biliyorum/ görüyorum “insan sakat...” ama hayat yenilmez “insan”a!

ÖNCEKİ HABER

İstanbul Valisi Ali Yerlikaya, "kademeli mesai" uygulamasının detaylarını açıkladı

SONRAKİ HABER

Sağlık Bakanı Koca: Türkiye genelinde yoğun bakım doluluk oranı yüzde 66

Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa