Eğitimi ve gerçeği
Hayretler içinde, öfkeyle, reddederek okumuş olduğunuzu dilediğimiz bu ifadeler, aslında çok da eski olmayan bir döneme hakim olan düşünce şekliydi. Bilindiği gibi ne zaman ki Rönesans ve onu takip eden Aydınlanma Çağı’yla birlikte çocuk yeniden tanımlanabildi, işte o zaman “çocuğun edebiyattaki yeri” ve “çocuğa yönelik edebiyat” konuları da toplumun ve edebiyat otoritelerinin tartıştığı sorunlardan biri haline geldi. Batıda 17. yüzyılın sonunda ortaya çıktığı kabul edilen çocuk edebiyatının Türk çocuk edebiyatı olarak başlangıcı ancak Tanzimat sonrası 19. Yüzyılın ikinci yarısında olabildi. Türk çocuk edebiyatı, daha doğru bir kullanımla Türk çocuk ve gençlik edebiyatı Türk toplumunun yapısındaki değişimlere paralel olarak tarihin çeşitli dönemlerinde çeşitli açılardan dönüşümler geçirerek bugünlere geldi. Türk çocuk ve gençlik edebiyatının gelişim hızına bakıldığında Türk fikri yapısının, bakış açısının ve elbette edebiyatının gelişim hızına beklenenin aksine uygunluk göstermediği gözlemlenebilir. Bu sonucun ortaya çıkmasına gerekçe olarak pek çok neden dile getirilebilir, ancak gelinen yer neresi olursa olsun, oraya hangi adımlarla, hangi çalışmalarla ulaşılabildiğinin ve daha ileri gitmek için başka neler yapılabileceğinin konuşulması fikrimizce daha yerindedir.
ÖKSÜZ EVLAT!
Batıdan daha geç başladığını belirttiğimiz Türkiye’deki çocuk ve gençlik edebiyatının bilimsel bir uğraş alanı olarak üzerinde çalışılmaya başlanması da gelişmiş ülkelerdeki çocuk ve gençlik edebiyatı çalışmalarıyla karşılaştırıldığında henüz genel edebiyat yanında “öksüz evlat” olarak kaldığı söylenebilir. Tanzimat’la birlikte yüzünü Avrupa’ya çeviren Türk edebiyatının batıdaki aydınlanmayı kendi kültürüne taşımak, Türk modernleşmesine katkı sağlamak ve buna elbette geleceği inşa edecek olan çocuktan başlamak fikri yabancı dillerden çocuklara ve gençlere yönelik yapılan çevirilerin en önemli sebebidir. İşte bu çeviri eserler Türk çocuk ve gençlik edebiyatının ilk örnekleri olarak kabul edilir. Yeniliklerin en büyüğünün yaşandığı Cumhuriyet’in ilanı ile birlikte ise, öncelikli olarak yine çocuk ve gençler ele alınır ve onların eğitim ve öğretimlerine katkı sağlamak adına çocuk kitapları da yayınlanmaya başlanır. Türk çocuklarının ve gençlerinin Dünya çocuk klasikleriyle tanışması amacıyla Milli Eğitim Bakanlığı’nın öncülüğünde çok sayıda çeviri çalışması yapılır. Yine aynı dönemin hatırı sayılır araştırmacı, yazar ve yayınevi tarafından pek çok masal ve halk hikâyeleri çocuk ve gençler için yeniden ele alınıp düzenlenerek yayınlanır.
HÂLÂ BİR EKSİK VAR
Çocuk ve gençlere yönelik bu çeviri ve yeniden yazma çalışmalarının dışında, 60’lı yıllara kadar şekil verilebilecek bir nesne gibi görülen çocuğa bakışın değişmesiyle birlikte edebiyat yaratımında da çocuğun yerinin değiştiği, merkeze yerleştiği söylenebilir. Buna bağlı olarak ve yine bu yıllardan başlayıp 70’li yıllar boyunca da uzanarak Türk çocuk ve gençlik edebiyatı eğitimcilerin, yazarların ve yayıncıların sürekli tartıştıkları güncel bir alan haline gelir. 80’li yıllarda kısa adı İ.B.B.Y olan uluslar arası çocuk ve gençlik kitapları enstitüsünün Türkiye’deki bürosunun açılması, çocuk vakfının kurulması bu konudaki önemli gelişmelerdir. 90’lı yıllarda ise Kültür Bakanlığı’nın teşvikleri, devlet destekli çabalar, yayınevlerinin çocuk yayınlarına yönelik uğraşları, yayınevleri ile Çocuk Vakfı gibi vakıfların düzenlediği ödüllü yarışmalar, üniversitelerin ilgili bölümlerinin alana ilgi göstermeye başlaması, Türk çocuk ve gençlik edebiyatının gelişim sürecinin mihenk taşlarıdır denebilir. Ancak yine de 2000’li yılları birer birer tükettiğimiz günümüzde Türk çocuk ve gençlik edebiyatının niteliği ve geleceği için olmazsa olmaz diyebileceğimiz bir şeyin hâlâ eksik olduğu görülmektedir. Bu elbette söz konusu uğraş alanını bilimsel olarak ele alacak resmi bir kurum ve kuruluşun eksikliğidir.
HAFTADA ÜÇ SAAT
Türkiye’de eğitim fakültelerinin reform programı ile gündeme gelerek Türk yüksek eğitim sistemi içerisinde yer alan 168 üniversitede yılda yaklaşık 15000 saat/yıl olarak okutulan eğitim fakültelerindeki Sınıf Öğretmenliği, Okul Öncesi Öğretmenliği, Türkçe Öğretmenliği, Edebiyat Eğitimi Öğretmenliği ile İşitme Engelliler Öğretmenliği programlarında haftada üç saat olmak üzere yer verilen çocuk edebiyatı dersleri, elbette Türk çocuk ve gençlik edebiyatının gelişim hızı için gerekli olan yüksek eğitimi sağlayabilmek adına yeterli değildir. Bu derslere söz konusu programlarda yer verilmesinin amacı öğretmen adaylarının yetiştirdikleri yeni nesilleri Türk çocuk ve gençlik edebiyatı yazarları, bu yazarların eserleri, eserlerinin türleri hakkında bilgilendirmek ve onlara yaşamları boyunca kitap sevgisini ve okuma kültürünü kazandıracak bilgi birikimini sunmak olarak belirlenmiştir. Fakat yine de bu çocuk edebiyatı derslerini yürütecek öğretim elemanlarını yetiştiren bir eğitim programının kurulması gerekliliğinin maalesef gözden kaçırıldığı görülmektedir. Bu gerekliliğin bilincine sahip olan Eskişehir Osmangazi Üniversitesi Fen-Edebiyat Fakültesi Karşılaştırmalı Edebiyat Bölümü 2003-2004 eğitim öğretim yılından itibaren bünyesinde açılan Çocuk ve Gençlik Edebiyatı yan alan programı ile mevcut ihtiyacı bir nebze olsun karşılama gayretini göstermektedir.
(*) Prof. Dr. Eskişehir Osmangazi
Üniversitesi Fen-Edebiyat Fakültesi Karşılaştırmalı Edebiyat Bölümü
Öğretim Elemanı
(**) Arş. Gör. Eskişehir Osmangazi Üniversitesi Fen-Edebiyat Fakültesi Karşılaştırmalı Edebiyat Bölümü
Öğretim Elemanı
FAZLASI GEREKLİ DEĞİL Mİ?
Fakat yine de sormak gerekir: Türk kültürü ve edebiyatı içinde arz ettiği önem göz önünde bulundurularak; Türk çocuk ve gençlik edebiyatı konusunda uzmanlaşacak, çocuk kitaplarını inceleyecek, eleştirecek, yayına hazırlayacak, hatta bu konuda eser vermek isteyenleri eğitecek ve yönlendirecek nesilleri yaratmak için Türkiye’de eğitim programlarına yerleştirilmiş dersler ve yan alan programından daha fazlasının olması gerekli değil midir? Bunun için Türk yüksek öğretim sistemi içerisinde bir an önce bağımsız bir Çocuk ve Gençlik Edebiyatı bölümünün kurulması, Eğitim Fakültelerinde eğitim- öğretim gören, geleceğin öğretmenlerinin de bilgilenmeleri ve bilinçlenmeleri anlamına gelmeyecek midir?
Evrensel'i Takip Et