09 Temmuz 2020 05:18

İçimdeki yangın

Onlardan öğrendiğim ve hala öğreneceğim her sözle, her notayla, her fotoğraf karesi ile, her karikatürle içimdeki yangın büyümeye devam ediyor.

Fotoğraf:  Battal Pehlivan 

Halis Ulaş
Halis Ulaş

'Tekinsizim size göre,

İbret için yakılması gereken.'

                        Metin Altıok

2 Temmuz 1993 günlerden Cuma, 17 yaşındayım, tıp fakültesine kayıt yaptıracağım günün gelmesini heyecanla bekliyorum. Yaşamımın önemli bir dönüm noktasındayım.

2 Temmuz 1993 günlerden Cuma televizyon ekranında öfkeli bir kalabalık, Madımak Oteli’nin önünde toplanmışlar “Sivas Aziz’e mezar olacak” diye bağırıyorlar. Otelin camları kırılmış, otelin asma katına tırmanan insanlar, sonra tutuşturulan arabalar, perdeler. Alevler, alevler büyüyor; dumanlar, dumanlar koyulaşıyor. Öfkenin sesi ile yangın gittikçe büyüyor, büyüyor, büyüyor…

2 Temmuz 1993 günlerden Cuma, Pir Sultan Abdal Şenliklerine davet edilen misafirlerden 33’ünün eti, kemiği, yüzü, gözü, sesi zihinlerimizde o gün sonsuza kadar dondu. Yıllar geçse de zihinlerimizde hep aynı kaldılar.

2 Temmuz 1993 günlerden Cuma, bir fotoğraf. Belki de katliamı en iyi anlatan fotoğraf. Otelin merdivenlerine oturmuş 3 adam. Biri elinde sapı kırık bir fırça tutuyor. Bakışlarında dünyadaki tüm kötülükleri elindeki sapı kırık fırça ile süpürecek olmanın kararlılığı var. Ama dünyada bu kadar kötülük olmasına biraz da şaşkın. Diğer adamın sol eli çenesinde, endişeli bir bekleyişin tam ortasında. Merdivenin daha alt basamaklarında oturan üçüncü adam ellerini yüzü hizasında birleştirmiş, gözleri kapalı. Önünde bir yangın söndürme tüpü. Sanki birazdan çıkacak yangını söndürme sorumluluğunu sırtına almış gibi yorgun.

1993 yılının Eylül ayında Anadolu Üniversitesi Tıp Fakültesine kaydımı yaptırdım. Üniversite yıllarında bir taraftan hekim bir taraftan da insan olma çabasına girdikçe; yani kitaplarla, şiirlerle, türkülerle, insanlarla zenginleştikçe Madımak Oteli’nin dumanları arasından yüzleri seçmeye, tanımaya başladım. İşte o fotoğraftaki üç adamın şair olduklarını ve adlarının Metin Altıok, Uğur Kaynar ve Behçet Aysan olduğunu böylece öğrendim. Aziz Nesin’i itfaiye merdiveninden inerken tanıdım. Asım Bezirci’yi, Nesimi Çimen’i, Muhlis Akarsu’yu, Hasret Gültekin’in yüzlerini de böyle gördüm. Hatta 12 yaşındaki Koray Kaya’yı görmemek için gözümü kapattım.

Aradan yıllar geçti. Tıp fakültesini bitirdim ve psikiyatri asistanlığına başladım. Psikiyatri uzmanı olduktan sonrada devletimin 30. yaş günü hediyesi olarak askerlik görevime başladım. Görev yerim Sivas Asker Hastanesiydi. İnsan olma çabasında yaşamıma çentik atan insanlara mezar olmuş kent.

Sivas’taki ilk günümde girdiğim dar bir sokakta karşılaştım Madımak Oteliyle. Sanki ateşe ve dumana kurban verilen canlar yetmezmiş gibi, sanki buradaki ateş hiç sönmeyecek gibi, sanki gerekirse yeniden harlarız ateşi der gibi otelin altına iskender döner dükkanı açılmıştı. Bir daha o sokaktan geçmedim.

Yaklaşık bir yılım geçti Sivas’ta. Bu bir yılıma sanırım en çok Metin Altıok’un “Öndeyiş” ya da diğer deyişle “Ah Kavaklar” şiiri eşlik etmiştir. Kimbilir belki de Bingöl’de kaldığı yıllarda kızı Zeynep’e duyduğu özlemi, ismi Ermenilerden emanet kalmış, Çapakçur Deresinin kıyısına dizilmiş kavaklara anlatışı gelip benim içimde çöreklenmiş özlemlere denk düşmüştür.

Uğur Kaynar’ı çok daha geç gördüm dumanların arasında. Oysa o fotoğraftaki üç kişiden biriydi ama ben görmemiştim. Dolayısı ile 1980 öncesi yıllarda gözünü budaktan sakınmadığını, bu nedenle de darbe sonrası mahpusluk yılları olduğunu, mahpusluk yıllarında kızının doğum haberi ile babasının ölüm haberini aynı anda aldığını, şiirini sevdası ile harmanlarken en çok hüznü yakıştırdığını sonradan öğrenecektim. Uğur Kaynar Madımak Otelinde öldürüldüğünde cebinden üç beş kuruşa eşlik eden öksüz bir Bafra sigarası paketi çıkmış. Bir de peçeteye karalanmış son şiiri. Belki de o merdivenlerdeki endişeli bekleyişin tam ortasında karalanmış bir şiir.  

“Bir de ölümü sıkça kullanan bir şairin son yengisi:

Öldüğümde

doğduğum yere gidiyorum

yıllarca süren bir hasret ve bilinmezliği

işte böylesine yeniyorum.”

Fotoğraftaki son kişi olan Behçet Aysan’ın bir hekim ve bir psikiyatrist olduğunu asistanlığım döneminde şaşırarak öğrenmiştim. Çünkü ben onu şair biliyordum. Şiirlerini okuyor, şiirlerinden bestelenmiş olan şarkıları dinliyordum. Her ne kadar meslektaşım olmasının onurunu kuşandımsa da; bir toplantıda tanışıp “Behçet Abi” diyememenin eksikliğini de hep içimde taşıyacağım.

Yitik adreslere benzettiği ölüm Behçet Aysan’ı da bu fotoğrafta yakaladı. Belki de şair kehaneti “Beyaz Bir Gemidir Ölüm” şiirinin son dizeleri ile Madımak Otelinde gerçekleşti.

“sen bu şiiri okurken

ben belki başka bir şehirde

ölürüm…” 

2 Temmuz 2020 daha yeni geçti.Üzerinden 27 yıl geçmiş olsa da Sivas Katliamının ateşi daha dün yakılmış kadar sıcak. Üç şairin olduğu bu fotoğrafın arabını ve o güne dair tüm fotoğraf karelerini sinir hücrelerime hapsettim. Artık hiç büyümeyecekler. Onlar tarihin o gününde donmuşken ben büyüyebiliyor muyum bilmiyorum. Ama onlardan öğrendiğim ve hala öğreneceğim her sözle, her notayla, her fotoğraf karesi ile, her karikatürle içimdeki yangın büyümeye devam ediyor.

Evet 44 yaşındayım. Behçet Abi’nin öldüğü yaştayım…

Reklam
YAZARIN DİĞER YAZILARI