03 Temmuz 2020 00:27

Avcılığın antropolojisi - III

Avcılık açıklanmaktan çok anlaşılmaya çalışılması gereken bir olgudur.

Fotoğraf: PxHere

Ahmet Uhri
Ahmet Uhri

Geçen hafta cinsiyet rollerinden ve dilin oluşumunda erkeğin rolünden söz ederken tehlikeli sularda yüzdüğümü biliyordum. Bugün biraz daha açılacağım hatta derinlere dalma hevesindeyim.

Bülent Somay’ın ezginlerin ya da kendi deyişiyle madunların toplumsal cinsiyet içindeki yerini de irdelediği Çok Bilmiş Özne adlı çalışmasında belirttiği gibi; erkeğin icadı/keşfi olan ve kadının sonradan edindiği, sınırları erkekler tarafından önceden çizilen bir araç olduğu iddia edebilecek dil, kültürün de yaratıcısı olarak erkeğin dünyasına aittir. Bu konuda Judith Butler da Cinsiyet Belası adlı kitabında kadınlık ve erkekliğin biyolojik ölçütlerle değil, bu ölçütleri esas olarak kabul eden, ancak bunların üzerine dilsel/kültürel bir yapı olarak yükselen çalışmalarla oluştuğunu belirtir.

Bu nedenle erkeğe ait bir dünya olan dil/kültür dünyası çağlar boyunca kadın tarafından sonradan edinilmektedir. Bülent Somay’ın deyişiyle ‘Kadın’, erkeğin ‘sen kadınsın’ dediği şeydir, zaten ‘erkek’ de bu cümleyi kurma, bu ifadeyi dile getirme sürecinde ortaya çıkar. Dolayısıyla, erillik ve dişilik biyolojik parametrelerdir, ama kadın ve erkek ancak dil ile, üretim ile ‘insan’ dediğimiz türün oluşma sürecinde ortaya çıkar. Bu öneriye gelecek itirazları şimdiden duyar gibiyim. İtiraz edenler kendi açılarından sonuna kadar haklıdırlar. Ancak itiraz edenler içindeki kadın bireyler ya da onları temsilen feministler bir konuda yanılmaktalar. Bu yanıldıkları konu itiraz için kullanacakları dilin de yine aynı temel varsayım içinde erkeğe ait olduğu gerçeğidir. Simgesel bir düzen olan dilin dışında anne-çocuk arasında geliştiği düşünülebilecek, empatik/imgesel iletişim ise elbette kadına aittir; ancak bu durumda da yine Bülent Somay’ın belirttiği gibi, kadın, üretim ve dil kullanımı temelinde oluşan toplumsal hiyerarşide alt/ast konumunda kalmakta ve erkekler tarafından adlandırılmaktadır.

Kısacası dili avcı erkekten öğrendiği ya da avcı erkeğe ait dili sonradan öğrendiği saptamasını yapabileceğimiz kadın, öğrendiği avcı erkeğe/kültüre ait dilin gerçek sahibi değildir. Bu nedenle de aynen ana dili dışında bir dili sonradan öğrenen ve bu nedenle dilin inceliklerine çoğu zaman vakıf olmayıp yaşamının sonuna kadar o ikinci dili öğrenmekle meşgul olan birine benzemektedir.

Buraya kadar dişlerini sıkıp sabreden kadın okuyucudan da özür dilerim. Görüldüğü gibi konu cinsiyet olunca cinsiyete dayalı iş bölümünden yola çıkıp dilbilimin dünyasına kadar gelindi. Tarımsal üretimi başlatarak günümüz uygarlığının temellerini atan kadınsa günümüz uygarlığına giden yolda bilgi birikiminin aktarımını sağlayacak aracı ortaya çıkaran da aynı tarihöncesi toplulukların avcı erkek bireyleri olmalıdır.

Görüldüğü gibi av ve avcılık üzerine antropolojik bir yaklaşım bizi bambaşka mecralara götürebilmektedir. Konuya geri dönecek olursak av ve avcılığın yerleşik yaşamdan sonra da devam ediyor olması daha farklı belki de psikolojik bir olguyla karşı karşıya olduğumuz izlenimini yaratmaktadır. Ancak bu konuda söylenebilecekler için öncelikle Neolitik Çağ’dan başlayarak eldeki maddi verileri incelemek şarttır. İşte bu maddi veriler de kazılarda ortaya çıkarılan hayvan kemikleri ve diğer buluntulardır. Yapılacak olansa bu verileri sağlıklı ve tutarlı bir biçimde yorumlamaktır. Yerleşik yaşam ve tarıma geçip bugünkü uygarlığı yaratan insanın/erkeğin neden halen avlanma isteği duyduğu konusu da yanıt bekleyen sorulardandır. Ancak unutulmamalıdır ki ifade edilen her yanıt mutlak doğru yanıt olmayabilir. Bu nedenle avcılık açıklanmaktan çok anlaşılmaya çalışılması gereken bir olgudur. Bu konuya gelecek tepkilere göre devam edip etmeyeceğime karar vereceğim. Belki dördüncü beşinci yazılar da olabilir ya da korkup kabuğuma çekilebilirim. Elbette erkekler yerini bilsin, ben dahil…

Reklam
YAZARIN DİĞER YAZILARI