‘Hukuki duruş’ ve savunmanın yürüme bilinci
Yard. Doç. Dr. Neval Oğan Balkız, Savunma Yürüyüşü'nü ve Avukatlık yasası ve baroların yapısına yönelik yapılmak istenen değişiklileri Evrensel'e yazdı.
Fotoğraf: Burcu Yıldırım/Evrensel
Yard. Doç. Dr. Neval Oğan BALKIZ
Hukukçu/Akademisyen
Ankara Barosu Üyesi Avukat
“Biz çocuklarımıza gerçekten yaşamak istedikleri bir ülke bırakacağız, terk etmek istedikleri değil!” Trabzon Baro Başkanı’nın bu sözleri, baroların, başkanlar düzeyinde Ankara’ya gerçekleştirdikleri ‘Savunma Yürüyüşünün’ amacını özetliyor.
HUKUK İKTİDARI ÖRGÜTLER, İKTİDAR HUKUKU DEĞİL!
Modern anayasal devlette, devlet organlarını ve erklerini belirleyen, onların birbirinden farklılaşmasını sağlayan hukuktur. İktidar hukukla, hukuka başvurarak örgütlenir. Server Tanilli’nin deyimiyle “hukuk; bir yandan iktidarı örgütler, kurumlaştırır, yönetilenler gözünde meşru da göstermeye yarar.” Dolayısıyla modern anayasal devlette iktidar, hukuku ve hukuk uygulamasından doğan yargı işlevini belirle(ye)mez ve denetle(ye)mez. Tam tersine, iktidarın işlevleri hukuk tarafından belirlenir ve esas olarak yargı tarafından denetlenir. Bu ilke; politikanın hukuku “Çelik ağların arasına alma” girişimlerine karşı şeffaf, meşru bir koruma zırhı oluşturma anlamı taşır ve demokrasi açısından bir gerekliliği vurgular. Zira bu gereklilik, iktidarın hem yürürlükteki pozitif hukuka uygun olma ölçüsünde kanuniliğini, hem de; toplumda belli bir zamanda yaygın olarak kabul gören ‘evrensel normlara’ uygun yönetim biçimi olma ölçüsünde “meşruluğunu” sağlar. Biri hukuksal (kanunsallık), diğeri sosyolojik (meşruiyet) olan iki koşulun bir arada gerçekleşmesine olanak yaratır. F. Pollock, iktidar açısından hukukun bu oluşturucu/kurucu ve sürdürücü özelliğini; ”vücut için kemikler neyse, siyasal kurumlar için de hukukun önemi odur.” şeklinde tanımlar. Pollock, hukukun siyasal, ekonomi-politik özelliğini açıklarken de; “Hukuk, bir bakıma toplumun egemen ideolojisini hem yansıtır; hem de bekçiliğini yapar. Birey, grup ve sınıflar arası ekonomik, sosyal ve siyasal çıkar çatışmalarının bir sonucu, daha doğrusu geçici dengesidir.” der. Marx’a göre de; “Hukuksal ilişki, kendisinde ekonomik ilişkilerin yansıdığı bir iradeler ilişkisinden başka bir şey değil”dir. Bu saptamalar çerçevesinde şu soruları sormak kaçınılmazdır: Hukuk, birey, grup ve sınıflar arası ekonomik, sosyal ve siyasal çıkar çatışmalarının bir sonucu, daha doğrusu geçici dengesi ise, bu denge bir kısım bireyler, gruplar veya sınıfların lehine veya aleyhine bozulursa ne olacaktır? Ya da; kendisinde ekonomik ilişkilerin yansıdığı bir iradeler ilişkisi olan hukuksal ilişkide, bu iradelerden biri diğerini tahakküm altına alırsa ne olacaktır?
BAĞIMSIZ TARAFSIZ, YARGI VE ‘ÖZGÜR SAVUNMA’NIN YAŞAMSAL İŞLEVİ
Bu koşullarda tahakküme karşı durmak ve kişi, grup ve toplum kesimlerinin her türlü hakkını, bireylerin onurunu oluşturan insansal olanaklarını (insan haklarını) ve temel özgürlüklerini korumak ve etkin güvence oluşturmak, toplumsal yaşamda farklı çıkarların çatışmasının ölçülülük temelinde çözümlenmesini /uzlaşmasını, dolayısıyla toplumun varlıksal ve özdeksel devamlılığını sağlamak üzere, tarafsız ve bağımsız adil bir yargı ve onun temel unsuru “Özgür avukat ve barolardan oluşan savunma” devreye girecektir. Bu nedenle, yargı erki ve temel unsuru savunma, “itaatsiz” olana ihtiyaç duyar”! Tıpkı bilim gibi...
AKP ise, iktidara geldiği 2003 yılından bu yana yargıyı, “Ele alınacak sorunları olan bir alan” değil, “Kendileri için sorun yaratacak bir alan” olarak gördü. Bağımsız, adil, tarafsız ve hızlı bir yargının oluşturulması ve kurumsallaştırılması için eksiklikleri gidermek, sorunları çözmek yerine; kendi amaç ve icraatları açısından bütünüyle sorunsuz ve “itaatli”(!) hale getirmek ve giderek de iktidar alanlarına “Şekil ve düzen vermek” için, sürekli müdahalede bulundu!
Siyasal gücü yasal hale getiren Anayasa hükümleri değiştirildi. Yeni rejimin anayasal görünümü inşa edildi. Bu gücün hukuki çerçevesini belirleyen ve meşruiyet sağlayan insan hak ve özgürlüklerini sınırladı. Kişilere, devletin her türlü eylem ve işlemine karşı hukuk yoluna başvurma hakkını tanıyan, hukuk güvenliği ve yargı güvencesi sağlayan hukuk devleti yapısı tırpanladı, değiştirildi. Hukukun üstünlüğü ilkesi askıya alındı. Hukukun geçerli olmadığı alanlar, cezası olmayan suç çeşitleri, yargılamalardan muaf fail kategorileri yaratıldı. Yargıtay ve Danıştay Kanunlarında değişiklik yapıldı, Yargıtay ve Danıştayın üyelikleri boşaltıldı ve belli ölçülere göre bu kadrolar yeniden oluşturuldu. Sulh ceza mahkemeleri yerine, sürekli verdiği tutuklama kararlarıyla gündeme gelen ve “tabii hakim” ilkesine aykırı olan Sulh Ceza Hakimliği ihdas edildi. Hakimler Savcılar (Yüksek) Kurulu (HSK) Kanunu’nda yapılan değişikliklerle, Genel Kurula ait önemli yetkiler adalet bakanına devredildi. Hakim ve savcılar hakkında denetleme, araştırma ve soruşturma yapılmasına izin verme yetkisi HSK Başkanı sıfatı taşıyan adalet bakanına verildi. Teftiş Kurulunun başkanı olan genel sekreteri atama yetkisi de bakanın oldu. Bu yapısal koşullar içinde, yargıç ve savcı atamalarında bütünüyle siyasal öncüllerle hareket edilmesinin önü açıldı. Çeşitli cemaatlerin yargıda kadrolaşmaları, verilen kararların yargısal değil, siyasal nitelikler taşıması ve kararların doğurduğu sonuçlar toplumsal alanda adalet duygusunu parçaladı, yargıya olan güveni oldukça sarstı, en az seviyelere indirdi. (SODEV’in 14.06.2019 tarihli “Yargı Bağımsızlığı ve Yargıya Güven Araştırma Raporu’na” göre: Yargıya güven duyanların oranı yüzde 38; yargıya duyulan kurumsal güven oranı yüzde 15.1! Çalışmaya katılanların yüzde 48.5’i Türkiye’de yargının bağımsız olmadığını dile getirirken, mahkemeler tarafsızdır diyenlerin oranı yüzde 37.7’ de kaldı!)
İçinde bulunduğumuz süreçte yargının bu yapısal ve işlevsel sorunları giderek büyüyor, liyakat esasına aykırı şekilde parti tabanlarından yetişen kişilerden hakim ve savcı atamaları yapılıyor, tüm kadrolar bu şekilde oluşturuluyor, verdikleri kararlar beğenilmeyen hakim ve savcıların yeri derhal değiştiriliyor, hakim güvencesi ilkesi, yargının tarafsızlık ve bağımsızlık özelliği giderek ortadan kalkıyor. Haksız ve sistematik tutuklamalar, delilsiz iddianamelerle, gizli tanık beyanlarıyla açılan davalar, avukatlardan saklanan dosyalar, bitmeyen yargılamalar, cezasız kalan uygulamalar, bulunamayan failler, toplum vicdanını, adalet duygusunu zedeleyen kararlar ile adil yargılanma hakkı yaygın ve sistematik olarak ihlal ediliyor.
AVUKATLIK YASASINI DEĞİŞTİREN TEKLİF
Hukuki güvenlik ilkesinin ihlal edildiği, herkesin fiilen ya da hukuken kendini güvende ve güvencede hissetme duygusunun zedelendiği bu koşullarda, avukatların ve onların meslek kuruluşu baroların bilgisi olmadan, düşünce ve görüşleri alınmadan baroların seçim şeklinin, yapısal ve işlevsel özelliklerinin değiştirilmesini içeren bir yasa teklifi hazırlanıyor! Bu teklif ile avukat sayısı beş binin üzerinde olan illerde en az iki bin üyenin kaydı ile birden fazla baro kurulması, özellikle en çok üyesi olan İstanbul, Ankara ve İzmir Barolarının Türkiye Barolar Birliğindeki temsil oranının azaltılması amacıyla, her üç yüz üyeye bir delege oranının, üç bin üyeye bir delege olacak şekilde düzenlenmesi ve Anadolu barolarının temsilini arttıracak şekilde delege sayısının 3+1’e çıkarılması amaçlanıyor! Böylece baroların, kamusal nitelikli meslek örgütü olma nitelikleri, mesleğin gerekleri ve öncelikleri ile hareket etme amaçsallığını ortadan kaldırma, siyasal düşünce, politik yaklaşım temelinde bölme, özerk bütünsel yapısını parçalama, “itaat eden” baro ihdas etme amaçlanıyor!
AVUKATLAR, BAROLAR HERKES İÇİN DİRENİYOR!
Barolar da buna karşılık olarak: Yaşanan tüm hukuksuzluklara karşı ses olmak için; demokratik anayasal bir düzen için,
Hukuk güvenliğini yeniden kurmak, devleti kendi çıkardığı yasalara yeniden bağlamak, hukukun üstünlüğü ilkesine dayalı hukuk devletini yeniden inşa etmek için;
Herkesin sınırsız ve etkin bir şekilde hak arama özgürlüğü ve adil yargılanma hakkı için;
Hakların ve özgürlüklerin koruyucusu olacak, idarenin her türlü eylem ve işlemini denetleyecek, bağımsız ve tarafsız bir yargı için;
Kendi bağımsız, özerk ve bütünsel yapısını, kamusal görev nitelikli alanlarını ve yetkilerini korumak için;
Tecavüze uğrayan çocukların, şiddet gören kadınların, madencilerin, işçilerin, işsizlerin, gençlerin, emeklilerin, toprağı zehirlenen köylülerin, KHK’li akademisyenlerin, haksız yere tutuklanan gazetecilerin, adil olmayan şekilde yargılananların savunma hakkı için;
Dağları, ormanları, ırmakları, gölleri, hayvanları, börtü, böceği , bir bütün olarak yaşamı sermayenin her türlü yağma ve talanına karşı koruyabilmek için;
Mesleğin var olma amacını ve tarihsel mirasını onurla sürdürmek için;
gerçekten “Yaşamak istediğimiz bir ülke bırakabilmek” için YÜRÜDÜLER!
Yürüyüşleri Ankara’da engellendi, tartaklandılar, güneşte, yağmurda barikatlar ardında bekletildiler, yılmadılar. Bu daha başlangıç! Yürünecek yol uzun!
Turgut Kazan’ın kendisine yönelttiği: “O başka alemlerde yaşarken, avukatların özgürlüğü kalmıyor. Hukuki duruş istiyoruz! Var mı buna cevap?” sorusu karşısında Metin Feyzioğlu da ‘durduğu yerden’ varsın yanıt bulmaya çabalasın!