28 Haziran 2020 00:30

‘Hukuki duruş’ ve savunmanın yürüme bilinci

Yard. Doç. Dr. Neval Oğan Balkız, Savunma Yürüyüşü'nü ve Avukatlık yasası ve baroların yapısına yönelik yapılmak istenen değişiklileri Evrensel'e yazdı.

Fotoğraf: Burcu Yıldırım/Evrensel

Paylaş

Yard. Doç. Dr. Neval Oğan BALKIZ
Hukukçu/Akademisyen
Ankara Barosu Üyesi Avukat

 

“Biz çocuklarımıza gerçekten yaşamak iste­dikleri bir ülke bırakacağız, terk etmek is­tedikleri değil!” Trabzon Baro Başkanı’nın bu sözleri, baroların, başkanlar düzeyinde Ankara’ya gerçekleştirdikleri ‘Savunma Yürüyüşünün’ amacını özetliyor.

HUKUK İKTİDARI ÖRGÜTLER, İKTİDAR HUKUKU DEĞİL!

Modern anayasal devlette, devlet organlarını ve erklerini belirleyen, onların birbirinden farklılaş­masını sağlayan hukuktur. İktidar hukukla, hukuka başvurarak örgütlenir. Server Tanilli’nin deyimiyle “hukuk; bir yandan iktidarı örgütler, kurumlaştırır, yönetilenler gözünde meşru da göstermeye yarar.” Dolayısıyla modern anayasal devlette iktidar, huku­ku ve hukuk uygulamasından doğan yargı işlevini belirle(ye)mez ve denetle(ye)mez. Tam tersine, ik­tidarın işlevleri hukuk tarafından belirlenir ve esas olarak yargı tarafından denetlenir. Bu ilke; politikanın hukuku “Çelik ağların arasına alma” girişimlerine karşı şeffaf, meşru bir koruma zırhı oluşturma anlamı taşır ve demokrasi açısından bir gerekliliği vurgular. Zira bu gereklilik, iktidarın hem yürürlükteki pozitif hukuka uygun olma ölçü­sünde kanuniliğini, hem de; toplumda belli bir za­manda yaygın olarak kabul gören ‘evrensel norm­lara’ uygun yönetim biçimi olma ölçüsünde “meş­ruluğunu” sağlar. Biri hukuksal (kanunsallık), di­ğeri sosyolojik (meşruiyet) olan iki koşulun bir arada gerçekleşmesine olanak yaratır. F. Pollock, iktidar açısından hukukun bu oluşturucu/kurucu ve sürdürücü özelliğini; ”vücut için kemikler neyse, siyasal kurumlar için de hukukun önemi odur.” şeklinde tanımlar. Pollock, hukukun siyasal, eko­nomi-politik özelliğini açıklarken de; “Hukuk, bir bakıma toplumun egemen ideolojisini hem yansı­tır; hem de bekçiliğini yapar. Birey, grup ve sınıflar arası ekonomik, sosyal ve siyasal çıkar çatışmaları­nın bir sonucu, daha doğrusu geçici dengesidir.”­ der. Marx’a göre de; “Hukuksal ilişki, kendisinde ekonomik ilişkilerin yansıdığı bir iradeler ilişkisin­den başka bir şey değil”dir. Bu saptamalar çerçe­vesinde şu soruları sormak kaçınılmazdır: Hukuk, birey, grup ve sınıflar arası ekonomik, sosyal ve si­yasal çıkar çatışmalarının bir sonucu, daha doğru­su geçici dengesi ise, bu denge bir kısım bireyler, gruplar veya sınıfların lehine veya aleyhine bozu­lursa ne olacaktır? Ya da; kendisinde ekonomik ilişkilerin yansıdığı bir iradeler ilişkisi olan hukuk­sal ilişkide, bu iradelerden biri diğerini tahakküm altına alırsa ne olacaktır?

BAĞIMSIZ TARAFSIZ, YARGI VE ‘ÖZGÜR SAVUNMA’NIN YAŞAMSAL İŞLEVİ

Bu koşullarda tahakküme karşı durmak ve ki­şi, grup ve toplum kesimlerinin her türlü hakkını, bireylerin onurunu oluşturan insansal olanaklarını (insan haklarını) ve temel özgürlüklerini korumak ve etkin güvence oluşturmak, toplumsal yaşamda farklı çıkarların çatışmasının ölçülülük temelinde çözümlenmesini /uzlaşmasını, dolayısıyla toplumun varlıksal ve özdeksel devamlılığını sağlamak üzere, tarafsız ve bağımsız adil bir yargı ve onun temel unsuru “Özgür avukat ve barolardan oluşan savun­ma” devreye girecektir. Bu nedenle, yargı erki ve temel unsuru savunma, “itaatsiz” olana ihtiyaç du­yar”! Tıpkı bilim gibi...

AKP ise, iktidara geldiği 2003 yılından bu yana yargıyı, “Ele alınacak sorunları olan bir alan” de­ğil, “Kendileri için sorun yaratacak bir alan” olarak gördü. Bağımsız, adil, tarafsız ve hızlı bir yargı­nın oluşturulması ve kurumsallaştırılması için ek­siklikleri gidermek, sorunları çözmek yerine; kendi amaç ve icraatları açısından bütünüyle sorunsuz ve “itaatli”(!) hale getirmek ve giderek de iktidar alanlarına “Şekil ve düzen vermek” için, sürekli müdahalede bulundu!

Siyasal gücü yasal hale getiren Anayasa hüküm­leri değiştirildi. Yeni rejimin anayasal görünümü inşa edildi. Bu gücün hukuki çerçevesini belirle­yen ve meşruiyet sağlayan insan hak ve özgürlükle­rini sınırladı. Kişilere, devletin her türlü eylem ve işlemine karşı hukuk yoluna başvurma hakkını ta­nıyan, hukuk güvenliği ve yargı güvencesi sağlayan hukuk devleti yapısı tırpanladı, değiştirildi. Huku­kun üstünlüğü ilkesi askıya alındı. Hukukun geçerli olmadığı alanlar, cezası olmayan suç çeşitleri, yar­gılamalardan muaf fail kategorileri yaratıldı. Yargı­tay ve Danıştay Kanunlarında değişiklik yapıldı, Yargıtay ve Danıştayın üyelikleri boşaltıldı ve belli ölçülere göre bu kadrolar yeniden oluşturuldu. Sulh ceza mahkemeleri yerine, sürekli verdiği tu­tuklama kararlarıyla gündeme gelen ve “tabii ha­kim” ilkesine aykırı olan Sulh Ceza Hakimliği ih­das edildi. Hakimler Savcılar (Yüksek) Kurulu (HSK) Kanunu’nda yapılan değişikliklerle, Genel Kurula ait önemli yetkiler adalet bakanına devre­dildi. Hakim ve savcılar hakkında denetleme, araş­tırma ve soruşturma yapılmasına izin verme yetkisi HSK Başkanı sıfatı taşıyan adalet bakanına verildi. Teftiş Kurulunun başkanı olan genel sekreteri ata­ma yetkisi de bakanın oldu. Bu yapısal koşullar içinde, yargıç ve savcı atamalarında bütünüyle siya­sal öncüllerle hareket edilmesinin önü açıldı. Çeşit­li cemaatlerin yargıda kadrolaşmaları, verilen ka­rarların yargısal değil, siyasal nitelikler taşıması ve kararların doğurduğu sonuçlar toplumsal alanda adalet duygusunu parçaladı, yargıya olan güveni ol­dukça sarstı, en az seviyelere indirdi. (SODEV’in 14.06.2019 tarihli “Yargı Bağımsızlığı ve Yargıya Güven Araştırma Raporu’na” göre: Yargıya güven duyanların oranı yüzde 38; yargıya duyulan kurum­sal güven oranı yüzde 15.1! Çalışmaya katılanların yüzde 48.5’i Türkiye’de yargının bağımsız olmadığı­nı dile getirirken, mahkemeler tarafsızdır diyenle­rin oranı yüzde 37.7’ de kaldı!)

İçinde bulunduğumuz süreçte yargının bu yapı­sal ve işlevsel sorunları giderek büyüyor, liyakat esasına aykırı şekilde parti tabanlarından yetişen kişilerden hakim ve savcı atamaları yapılıyor, tüm kadrolar bu şekilde oluşturuluyor, verdikleri karar­lar beğenilmeyen hakim ve savcıların yeri derhal değiştiriliyor, hakim güvencesi ilkesi, yargının taraf­sızlık ve bağımsızlık özelliği giderek ortadan kalkı­yor. Haksız ve sistematik tutuklamalar, delilsiz id­dianamelerle, gizli tanık beyanlarıyla açılan dava­lar, avukatlardan saklanan dosyalar, bitmeyen yar­gılamalar, cezasız kalan uygulamalar, bulunamayan failler, toplum vicdanını, adalet duygusunu zedele­yen kararlar ile adil yargılanma hakkı yaygın ve sis­tematik olarak ihlal ediliyor.

AVUKATLIK YASASINI DEĞİŞTİREN TEKLİF

Hukuki güvenlik ilkesinin ihlal edildiği, herkesin fiilen ya da hukuken kendini güvende ve güvence­de hissetme duygusunun zedelendiği bu koşullar­da, avukatların ve onların meslek kuruluşu barola­rın bilgisi olmadan, düşünce ve görüşleri alınma­dan baroların seçim şeklinin, yapısal ve işlevsel özelliklerinin değiştirilmesini içeren bir yasa teklifi hazırlanıyor! Bu teklif ile avukat sayısı beş binin üzerinde olan illerde en az iki bin üyenin kaydı ile birden fazla baro kurulması, özellikle en çok üyesi olan İstanbul, Ankara ve İzmir Barolarının Türki­ye Barolar Birliğindeki temsil oranının azaltılması amacıyla, her üç yüz üyeye bir delege oranının, üç bin üyeye bir delege olacak şekilde düzenlenmesi ve Anadolu barolarının temsilini arttıracak şekilde delege sayısının 3+1’e çıkarılması amaçlanıyor! Böylece baroların, kamusal nitelikli meslek örgütü olma nitelikleri, mesleğin gerekleri ve öncelikleri ile hareket etme amaçsallığını ortadan kaldırma, siyasal düşünce, politik yaklaşım temelinde bölme, özerk bütünsel yapısını parçalama, “itaat eden” baro ihdas etme amaçlanıyor!

AVUKATLAR, BAROLAR HERKES İÇİN DİRENİYOR!

Barolar da buna karşılık olarak: Yaşanan tüm hukuksuzluklara karşı ses olmak için; demokratik anayasal bir düzen için,

Hukuk güvenliğini yeniden kurmak, devleti kendi çıkardığı yasalara yeniden bağlamak, huku­kun üstünlüğü ilkesine dayalı hukuk devletini yeni­den inşa etmek için;

Herkesin sınırsız ve etkin bir şekilde hak arama özgürlüğü ve adil yargılanma hakkı için;

Hakların ve özgürlüklerin koruyucusu olacak, idarenin her türlü eylem ve işlemini denetleyecek, bağımsız ve tarafsız bir yargı için;

Kendi bağımsız, özerk ve bütünsel yapısını, ka­musal görev nitelikli alanlarını ve yetkilerini koru­mak için;

Tecavüze uğrayan çocukların, şiddet gören ka­dınların, madencilerin, işçilerin, işsizlerin, gençle­rin, emeklilerin, toprağı zehirlenen köylülerin, KHK’li akademisyenlerin, haksız yere tutuklanan gazetecilerin, adil olmayan şekilde yargılananların savunma hakkı için;

Dağları, ormanları, ırmakları, gölleri, hayvanla­rı, börtü, böceği , bir bütün olarak yaşamı serma­yenin her türlü yağma ve talanına karşı koruyabil­mek için;

Mesleğin var olma amacını ve tarihsel mirasını onurla sürdürmek için;

gerçekten “Yaşamak istediğimiz bir ülke bıraka­bilmek” için YÜRÜDÜLER!

Yürüyüşleri Ankara’da engellendi, tartaklandı­lar, güneşte, yağmurda barikatlar ardında bekletil­diler, yılmadılar. Bu daha başlangıç! Yürünecek yol uzun!

Turgut Kazan’ın kendisine yönelttiği: “O başka alemlerde yaşarken, avukatların özgürlüğü kalmı­yor. Hukuki duruş istiyoruz! Var mı buna cevap?” sorusu karşısında Metin Feyzioğlu da ‘durduğu yerden’ varsın yanıt bulmaya çabalasın!

ÖNCEKİ HABER

Türkiye'de koronavirüsten yaşamını yitirenlerin sayısı 5 bin 82'ye yükseldi

SONRAKİ HABER

Türkiye Yayıncılık Kurultayı sona erdi: "İfade özgürlüğünü savunmak görevimiz"

Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa
Evrensel Ege Sayfaları
EVRENSEL EGE

Ege'den daha fazla haber, röportaj, mektup, analiz ve köşe yazısı...