02 Haziran 2020 01:30

Akademisyen Ömer Turan: Demokrasi dışı olan, hükümetin protesto hakkını yok sayması

Gezi Direnişi ile ilgili çalışmalar yapan Akademisyen Ömer Turan, OHAL söylemi kurgulanırken Gezi’nin sürekli günah keçisi ilan edildiğine vurgu yaptı.

Polisin Taksim Meydanı ve Gezi Parkı'ndan çekilmesi sonrasında vatandaşlar Taksim Meydanı ve Gezi Parkı'nı doldurdu - 1 Haziran 2013 (Fotoğraf: AA)

Paylaş

Gezi direnişinin üzerinden 7 yıl geçti. Gezi ile ilgili çalışmalar yapan Akademisyen Ömer Turan, iktidarın OHAL kurgusunda Gezi’deki direnişin önemli bir yeri olduğunu belirtti. OHAL söylemi kurgulanırken Gezi’nin sürekli günah keçisi ilan edildiğine vurgu yapan Turan, “Hükümet sürekli olarak Gezi’nin demokrasi dışı olduğunu iddia ediyor. Bu tam bir riyakarlık örneği. Esas demokrasi dışı olan Gezi direnişini tetikleyen polis şiddeti ve hükümetin protesto hakkını hiçe saymasıdır. Sonrasındaki Gezi’ye ilişkin yargılamalar da hukukun birtakım talimatlarla, araçsallaştırılması örneği” dedi.

İstanbul Bilgi Üniversitesi Sosyal ve Beşeri Bilimler Fakültesi, Öğretim Üyesi ve Lund Üniversitesi, Ortadoğu Çalışmaları Merkezi, Misafir Araştırmacı olan Ömer Turan Evrensel'in sorularını yanıtladı.

Siz çalışmalarınızda Gezi direnişini armağan ilişkileri üzerinden okuyorsunuz. Armağan ilişkilerine bakmak bize Gezi hakkında neler söylüyor?
Gezi’deki temel talepleri hatırlayarak başlamak gerek. İki belirgin talep söz konusu: Gezi, park olarak kalsın ve polis şiddeti son bulsun. Ayrıca Gezi’deki protestocular için iktidarın yaşam tarzlarına müdahaleleri de önemli bir gündemdi. Ama temel talepler bunlar. Tam da kendiliğinden gelişen, lidersiz bir hareketten bekleneceği üzere, bunların dışında politik hedefler, geleceğe dair planlar yok. Gezi direnişi o anda ve oradaki pratikler, deneyimler üzerinden var oldu. Yani Gezi direnişi mevcut politik sözlere sığmayan bir süreçti. Marx 19. yüzyıldaki toplumsal devrimler için “Eskiden laf içeriğin üzerindeydi, şimdi içerik lafı aşıyor” der. Belki de Gezi’de de içerik lafı, sözleri aşıyordu. İşte tam da bu noktada Gezi bağlamında gelişen armağan ilişkileri son derece önemli. Bu armağan ilişkileri, Gezi’de karşımıza çıkan alternatifin somutlaşması durumu. Piyasa odaklı, bireyin çıkarını öne çıkaran zihniyete karşı Gezi’de karşımıza çıkan şeyi görmek için Gezi Parkı’ndaki armağan ilişkilerini hatırlamanın yararlı olacağını düşünüyorum.

Direniş başladığı andan itibaren oradaki insanlar sorunlarını ortaklaşa çözmek durumundaydılar. Protestocuların parka girdikleri ilk Cumartesi’den itibaren Gezi’de bir mutfak kurulmuş, oradaki insanlara sıcak yemek dağıtılmaya başlanmıştı. Gezi’deki mutfağa pek çok insan malzeme götürüyordu. Farklı örgüt ve gruplar da açtıkları stantlara “ihtiyaç listesi”ni asıyordu. “İhtiyaç listesi” mutfakta da vardı ve insanlar bu listeleri sosyal medyada paylaşarak etraflarındaki insanları yönlendirmeye çalışıyorlardı. Armağan ilişkileri parkta bir nedenle bulunamayanların oradaki direnişle ilişki kurma biçimiydi aynı zamanda. Orada olamayanlar armağanlarıyla direnişe, ama küçük, ama büyük, bir tür katkı sunuyorlardı. Sadece stantlar ve mutfak değil, 15 gün boyunca parktaki kütüphane, revir ve itfaiyenin nasıl işlediğine baktığımızda da armağan ilişkilerini görüyoruz. Kütüphane insanların kitaplarını armağan etmeye başlamalarıyla oluşturuldu. Kütüphaneden kitap almak için bırakmış olma şartı yoktu. Revirde de armağan ilişkileri geçerliydi. Öncelikli olarak hekimler ve diğer sağlık personeli revire zamanlarını vermekteydiler. Revirdeki malzemeler armağan ağlarıyla toplanmıştı. Toparlayacak olursak, Gezi direnişinin temel çıkış noktası herkesin kullanımına açık bir yeşil alanın AVM’ye dönüştürülmesine karşı çıkmaktı. AVM’ye karşı çıkışta piyasa mantığını sorgulamak da var. Park işgal edildikten sonraki iki haftalık sürede gözlediğimiz armağan ilişkileri sorgulanan piyasa mantığı dışında bir deneyim olarak karşımıza çıkıyor.

“GEZİ AKP’NİN KAYBETTİĞİ BİR MOMENT”

Gezi Parkı direnişi üzerinden 7 yıl geçmesine karşın hükümet ve hükümete yakın basın Gezi üzerinden muhalefete yönelik tehditlerini sürüyor. Hükümet bununla neyi amaçlıyor olabilir?
Mevcut iktidarın amacı, resmi olmayan OHAL durumunu sürdürmek. İçeride muhalefeti düşmanlaştırarak ve dış politikadaki dengeyi içeriye ölüm kalım savaşı olarak yansıtarak bu OHAL’i sürdürmeyi hedefliyorlar. Ülke savunmasının Libya’dan başladığını iddia eden iktidar, ana muhalefet partisi CHP’yi sapkınlıkla suçluyor. CHP’ye “Kesinlikle milli değilsiniz, yerliliğiniz de tartışılır” diyor. Bu doğrudan düşmanlaştırmaktır. Kılıçdaroğlu 2019’da linç girişimine maruz kaldı. İktidarın sapkın olarak yaftaladığı CHP, son seçimde dört büyük şehrin dördünde yerel yönetimi kazanmış parti. İktidarın OHAL kurgusunda Gezi’deki direnişin önemli bir yeri var. OHAL söylemi kurgulanırken Gezi günah keçisi ilan ediliyor sürekli olarak. Hükümet sürekli olarak Gezi’nin demokrasi dışı olduğunu iddia ediyor. Bu tam bir riyakarlık örneği. Esas demokrasi dışı olan Gezi direnişini tetikleyen polis şiddeti ve hükümetin protesto hakkını hiçe saymasıdır. Sonrasındaki Gezi’ye ilişkin yargılamalar da hukukun birtakım talimatlarla, araçsallaştırılması örneği. Çarşı’nın yargılandığı davadan, son olarak Osman Kavala’nın ve diğer sanıkların beraat ettikleri davalara kadar hepsi için geçerli bu. Aslına bakarsanız, tüm yargılamalardaki sanıklar Gezi’nin kitleselliği ve çok sayıda kente yayılmışlığını düşündüğümüzde bir avuç kişi. Yargılayanlar da onların böylesine bir direnişi örgütlemiş olmadıklarını biliyorlardır sanırım. Ama belki de lidersiz, belirgin öncüleri olmayan bir hareket olması Gezi’yi daha da korkulacak bir hareket haline getirdi AKP için. Bir de şu var: Üzerinden 7 yıl geçti ve iktidar hâlâ Gezi’yi gündemde tutuyor, çünkü Gezi AKP’nin kaybettiği bir moment. Gezi’yi gayrimeşru göstermek, dış güçlere, Gülen Cemaatine bağlamak bu nedenle hâlâ önemli AKP için. Gezi’deki protestocular için ise en önemli kazanım Gezi’nin hâlâ park olarak kalmasıdır. AKP Taksim’i şekillendirmekten vazgeçmedi. Refah Partisi döneminden beri İstanbul’un o bölgesini fethedilecek bir bölge olarak görüyorlar. Karşı çıkılan şey Taksim ve Beyoğlu’nun, önemli ölçüde gerilemiş olmasına karşın, kozmopolitliği ve sekülerliği. Meydanın bir yanında yıkılmış AKM’nin yerine yapılan opera binası, diğer yanında Taksim Camii. İkisi de “Yeni Türkiye”nin mekansal sembolleri. Ama şunu unutmamak lazım, Taksim Meydanı iki önemli müdahale ile, yani cami ve opera inşaatlarıyla, “Yeni Türkiye’nin” mekansal sembolü olsa da, halen Gezi Parkı’na dokunulmamıştır. Ama elbette henüz Gezi Parkı’nın yerinde durması AKP iktidarının yeni hamleler yapmayacağı anlamı taşımıyor, bunu yaşayıp göreceğiz.  

“ÖRGÜTLÜ MUHALEFET HAZIRLIKSIZ YAKALANDI”

Otoriterliğin giderek arttığı bir dönemden geçiyoruz. Gezi’de alanlara çıkan milyonları sokaklara döken taleplerle bugün açısından bir bağ kuracak olursanız neler dersiniz?
Gezi ile bugün arasındaki bağı düşünürken, ilk olarak şunu hatırlamak gerek: Sosyal hareketler literatürünün bize öğrettiği temel şeylerden biri, her sosyal hareketin çıkış anında fırsat ve tehditlere göre karar verdiğidir. Yani fırsat ve tehditler hem hareketin ortaya çıkmasına engel olabilir, hem de seçilen eylem biçimlerine, eylem repertuvarına etki eder. Devletin müdahalesinin sertlik derecesi sosyal hareketin oluşmasını bütünüyle engelleyebilir. Hatırlarsanız, geçen ay yaptığımız söyleşide, “Çözüm Süreci’nde yakalanmış olan çatışmasızlık hali, Gezi direnişini mümkün kılmıştır.” demiştim. Oradan devamla şunu da söyleyebiliriz: Bugünkü iktidar koalisyonu 2013 ile kıyaslanamayacak ölçüde sert müdahaleden yana. Bu nedenle Gezi ölçeğinde kitlesel bir direnişin olası olduğunu düşünmüyorum. 2013 ile 2020 arasındaki bağı düşünürken şunu da hesaba katmak lazım: Gezi’yi 2011-2012 dönemindeki “işgal toplumsal hareketleri” protesto dalgasıyla birlikte düşünebiliriz. Mesela Arap Baharı, Tahrir direnişi de aynı şekilde düşünülebilir. İspanya, Portekiz, İtalya ve Yunanistan’daki protestolar ve toplumsal hareketler de bu küresel protesto dalgasının içinde yer alıyor. Farklı ülkelerdeki protesto ve işgallere baktığımızda, önceden politik deneyimi olamayanların, bir nevi amatörlerin belirgin katılımını görüyoruz bu küresel dalgada. Sol siyasal partilerin ve sendikaların güçlü oldukları ülkelerde, örneğin İspanya’da ve Yunanistan’da, protestolar başka türlü şekilleniyor. Mısır ve Türkiye’de Tahrir ve Gezi süreçlerine baktığımızda ise bunların aslında örgütlü muhalefetin de hazırlıksız yakalandığı süreçler olduğunu görüyoruz. Sol parti ve örgütler ile sendikalar protestoları şekillendiremediği ölçüde hem Gezi’de hem de Tahrir’de belirgin bir ideolojik-politik çerçeveye yaslanmayan grupların rolü öne çıktı. Gezi’den günümüze doğru gelen hattı düşünürken 2015 haziran seçimlerinde HDP’nin aldığı oyu da not etmek lazım. Gezi yerel taleplerin öne çıkmasıydı. Ama ilk yerel seçimlerde Gezi etkisi belirgin değildi. Buna karşın 2015 genel seçimlerinde gerek HDP’nin kampanya dilinde gerekse aldığı yüzde 13’lük oyda, Gezi’nin etkisini görmek mümkün.

“PANDEMİ GÜNLERİ BİZE, KENT HAKKININ ÖNEMİNİ HATIRLATTI”

Pandemi süreci, bir kez daha kentlerin yapılaşmasını da gündeme getirdi. Bu bağlamda Gezi Parkı direnişini değerlendirecek olursanız ne diyebilirsiniz?
Kapitalizmin mantığı her zaman kârı özelleştirmek ve maliyeti toplumsallaştırmak üzerine. Bir kâr etme fırsatı varsa bu hep az sayıda kişiye veriliyor. Bir kayıp, bir maliyet söz konusu ise bunun toplumun tüm kesimlerine fatura edilmesi söz konusu. Gezi’ye AVM yapılsaydı bu durum o mekandan bir şirketin kâr etmesi anlamına gelecekti ve toplum ortak kullanımdaki parkı kaybetmiş olacaktı. Zaten insanlar Gezi’de bu kayba da karşı çıktılar. Pandemi günleri bize, kent hakkının ne kadar önemli olduğunu, ekolojik dengeye daha fazla zarar vermemenin ne derece hayati olduğunu hatırlattı. Mesafelenme günleri bitmiş değil, devam ediyor ve İstanbul gibi bir kentte kişi başına düşen yeşil alan çok çok az. Sonuçta deprem toplanma alanlarına bile AVM’ler inşa edildi. Deprem riski bile kapitalist mantığın kârı özelleştirmesinin ve maliyetin toplumsallaştırmasının önüne geçemedi. Böyle bakınca pandemi günlerinde iyimser olmak zorlaşıyor. (İstanbul/EVRENSEL)

ÖNCEKİ HABER

Senegal'de öğretmenler Kovid-19'a yakalandı, eğitime başlanması kararı iptal edildi

SONRAKİ HABER

MEB: Okul öncesi kurumlar 19 Haziran'a kadar hizmet verebilecek

Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa
Evrensel Ege Sayfaları
EVRENSEL EGE

Ege'den daha fazla haber, röportaj, mektup, analiz ve köşe yazısı...