25 Mayıs 2020 23:15

Kapitalizmin kölesi olmayacaksak...

“Yoksullar için kışın gelmesi yakacak odun, giyilecek sağlam ayakkabı, sıcak bir giysi daha dahası yoksulluğun ve dertlerin tavan yapmasıydı.”

Fotoğraf: Evrensel

Reklam

Sinan Cem KAYA
Yatağan

“Yağmurun herkese eşit yağdığını söyleyip sosyalist olduğunu söylerler, ben buna da inanmıyorum usta” diyor, “Salgın sınıf fark etmiyor” diyenlere tepkisini dile getiriyor ve çok kızıyordu. Bunu diyen 35 yıllık enerji işçisi.

Bu konuşma aklıma çocukluk yıllarımı getirdi. Annem her sabah kalktığında ilk iş olarak havada yağış var mı yok mu diye dışarı bakar, akşamdan sabaha gelen merakı ortadan kalkar, yağmur varsa üzülür bir sıkıntı sarardı onu. Buna neden, babamın yaptığı işti. Gençliğinde fabrikada tekstil işçisi olan babam işten ayrıldıktan sonra şoförlük yapmış, daha sonra da nakliye komisyoncusu olmuştu. Yağmur demek tarlaların çamur içinde kalması, kamyonların yüklenmemesi demekti. Geliri bu işte olan babam yağmurlu günde iş yapamaz eve para bırakmazdı, annemin de ne yapacağı telaşı başlardı. Bunlar bizim her gün yaşadığımız rutinimiz olmuştu.

Bu durum bizim eğitimimize ve sağlığımıza da yansırdı. Örneğin evdeki gerilim nedeniyle ben kimi arkadaşların bir günde okuduğu kitabı haftalarca bitiremez, okuduğumu da kavrayamazdım. Kafamı kitaba veremediğim için defalarca okuduğum sayfalar da olurdu. Tabi bundan ötürü not aldığım ve hayatım boyunca unutamadığım yazarların kitaplarından alıntılar kafamda hep kaldı.

Örneğin daha ilk kitaplarla yakınlaştığımda Engels’in şu sözünü defalarca okudum ve not olarak yazdım: “Zenginlerin ve özgürlerin seçme şansı var, işçilerin ve yoksulların değil çünkü onlar sömürü ve yoksulluğun kölesidirler.”

Bizim aile komşularımız mahalle ve okuldan arkadaşlarımız da aynı kaderi paylaşıyor, yağmura ve soğuğa kara kışa isyan ediyorlardı. Kışın gelmesi yakacak odun, giyilecek sağlam ayakkabı, sıcak bir giysi daha dahası yoksulluğun ve dertlerin tavan yapmasıydı. Zenginler için öyle miydi, elbette hayır onlar için her mevsimin güzelliği ayrı. Sıcak evleri, sağlam ayakkabıları, fiyakalı arabaları, özel doktorları, kışlıkları… Yani apayrı dünyaları olan iki sınıf idik.

Günümüz Türkiye’sinde yaşanagelen ve her bir işçi ve emekçinin, küçük esnafın, köylülerin ve gelecek kaygısı yaşayan gençlerin kalbinde yaşadığı bu toplumsal düzen, dünyayı etkisi altına alan koranavirüs salgını nedeniyle yeniden ve maalesef yeniden turnusol kağıdı gibi fark etmeyi sağladı.

Maalesef yeniden; çünkü dünyada kapitalizmin yol açtığı yerküre üzerindeki yıkımı ve insanlığın yaşayabileceği felaketleri görerek, halkları önceden uyaran sınıf partilerinin çağrıları kapitalizmi kutsayan partilerin karşısında en azından bugün üstün gelememekte, dünya işçi sınıfı ve emekçileri bedelleri hayatlarıyla ödemeye devam etmekteydiler. Daha ilk günden Kovid-19 sınıf, dil, din, mezhep ayrımı yapmıyor, eşitiz diyen kapitalist parti temsilcileri ve ona inanan ya da aynı nakaratı diline pelesenk edip arkasında duran sınıf işbirlikçileri, sendika ağaları, attıkları ve atacak oldukları her adımda salgında canlarını verenlerin işçi ve emekçiler olduğunu gördüler. Ölüme sürülen, toplu bulaşla baş başa bırakılan, can güvenlikleri için iş durdurdukları için üretim baskısıyla, kalaslarla saldırıya uğrayanlar, TİS’leri rafa kaldırılan, birikimleri yağmalanan, ücretsiz izne çıkarılan, işten atılan işçiler oldu. Sermaye iktidarı tüm koruyucu tedbir ve devlet kaynaklarını ise patronlar lehine kullandı, sınıf tutumunu alarak patronlara kol kanat gerdi.

Bir örnek de İstanbul’da hastane inşaatı şantiyesinde yaşandı. İşçiler Cumhurbaşkanının karşısına dikildi. Evde kalamayan, koruyucu tedbir ve önlemlerin devletin kendisi tarafından alınmayan işçilere bizzat devletin en tepesi ve Sağlık Bakanı bu koşullarda seslendi. Ilısu Barajı’nın açılışı sırasında bakanlarına ve bürokratlarına defalarca sosyal mesafe uyarıları yapanlar işçileri açılışın karesine bile almadılar.

Dünyanın her bir karesinde emekçilerin hayatı, bugünleri ve gelecekleriyle doğası ve onun bütün canlıları ellerinden akıp giderken bütün bu yaşananları izlemenin yetmediği de bir gerçektir. Örgütlü, kesintisiz araç ve imkanları etkin kullanarak ve daha açıktan emekçilerin dünyasına seslenerek ve girerek birlikte değişimin hazzını yaşadığımız ve yaşattığımız planlı ve politik mücadele bizlerin ellerindedir.

Reklam