22 Mayıs 2020 23:35
Son Güncellenme Tarihi: 23 Mayıs 2020 10:16

Şair ve Yönetmen Orhan Alkaya: Hiçbir zaman yenilmek üzerine kurmam hikayemi

Balkon Söyleşileri’ne konuk olan Orhan Alkaya “Ben devrimci gelenekten geliyorum, her devrimci gibi yenilmeyi peşinen kabul ettim elbette ama hiçbir zaman yenilmek üzerine kurmam hikayemi” diyor.

Orhan Alkaya | Fotoğraf: Jacqueline Roditi

Paylaş

C. Hakkı ZARİÇ

Sonunda diyor şiirin: “gül yanlış kokarsa tuz yakaya takılır”. Başında da diyor ki, “bize yapılanları gördüm, hepsini”. Tuz Günleri’nden bu dizeler, kitaba da adını veren şiiridir Orhan Alkaya’nın. Evinin çatı katında Sinan’ı ve Hrant’ı özleyerek kucaklaşma biriktiriyor şair. Uyanacağımız yeni sabaha dair bir çağrısı var, evet. Ama günlerin ve kapitalizmin çıkmazında sokağı ve gökyüzünü özlemenin adımlarını düşünüyor. Bir heyecan büyütüyor içinde ve kötülüklerimizi hesaplıyor. Bir kucaklaşma seyriyle, aşk olsun!

"BENİM KENDİME SORULARIM BİTİP TÜKENMEZ"

Eve kapandığımız pandemi günlerinde ne gibi sorular soruyorsunuz kendinize? Evden bakınca işe gitmek veya dışarıda olmak zorunda olanları görebiliyor musunuz, bu durumun sizdeki karşılığı nedir?
Benim kendime sorularım bitip tükenmez. Bu süreç, epeydir savunduğum “kapitalizmin çıkışsızlığı” önermesini doğrular yönde gelişiyor. Transnational (ulus ötesi) kapitalizm, kendi parodisine (Çin’e) karşı tahkim olmayı beceremedi. Dünyanın en zengin 26 kişisi, dünya nüfusunun yarısından daha zengin ise, sürdürülebilir bir dünyada yaşamadığımız da apaçık. Bugün, neoliberalist prokapitalistlerin, çoğunlukla prekaryalaştırılmış emekçileri ahlaksızca üretim bandına bağladığı bir döneme tanıklık ediyoruz. Sınıf mücadelesinin örgüt içi mücadeleden arındırılması gerektiğini bir kez daha karantinamda görüyorum. Ucuz işçi istihdamına yelken açılan bir kirli savaş döneminin bakiyesi Adana’da kalbinden vurulan 18 yaşındaki Suriyeli Ali Hemdan’da gövde buluyor. 20 yaş altına sokağa çıkma yasağı getirip, “Hoşuna gitti mi Rifat Bey” mottosunda, çalışan gençlere/çocuklara masuniyet getiren genelgenin sahiplerinin kalpsizliğinden bir toplum projesi çıkmayacağını bir kez daha gözümün ferine sokuyor. Netice itibariyle, epideminin başlangıcında İtalya’ya tıbbi yardım göndermeyen Avrupa Birliği’ne, bilhassa Almanya’ya cevap gibi Milano’ya inen Kübalı doktorlar, dayanışma bilgisinin eksikliğini giderecek gibi göründüğü için keyfim fazla da kaçık sayılmaz.

Vaktim olsa da okuyup yazsam, diye içinizden geçirdiğiniz işler için evden zaman ayırabiliyor musunuz? İstilasına maruz kaldığımız zamanı kendiniz için kullanabiliyor musunuz?
Evet ya’u, yapabiliyorum. Ama en ağırı, kitap çalışmalarına bakarken, ne kadar çok işin ucunu açık bıraktığımı fark etmem oldu. Bir Vedâ Divanı yapmak için çok çalışmam gerektiğini fark ettim ve ürktüm biraz. Sonra, bırak canım, dedim, yarın ölecek değilsin ya. Ne var, Ayhan’ı, Hatice’yi, Halil İbrahim’i, Sinan’ı daha nicelerini gördüm gözümün aynasında; fazladan yaşıyorsun, zamanı nasıl böyle bonkör kullanabilirsin, dedim kendime. Ardışık gelen, zaman mefhumunu giderek yitirmeye başladığımı fark etmemdi. Tıpkı hapishane zamanı. Bu zaman kullanımının epey süreceğini, dahası kalıcılaşabileceğini düşündüm. Masamda kafamı sağ tarafa çevirdiğimde gülümsememiz birbirine değen Hrant’ı da çokça düşündüm ama bunun özel bir nedeni var; o da benim gibi dokunarak, sarılarak değerdi sevdiklerine. Faşizan bulduğum “mesafe kuralı”nı da böyle önemsizleştirdim işte, madem Hrant’a sarılamıyorum...

Dünya büyük ve korkunç deneyim yaşıyor, bunu nasıl, hangi araçlarla takip ediyorsunuz? Nerelere bakıyor kimlerin düşüncesini merak edip okuyorsunuz?
Kahramanlık menkıbe parodileri yazan iktidar medyası dışında her mecraya bakıyorum, süzmeye çalışıyorum. Bir de Covid-19 adı verilen arkadaşı anlamaya çalışıyorum. Onu anlayamazsam, tarım toplumundan bu yana gitgide artan ihtikarla yeryüzüne yaptığımız kötülükleri de anlayamam gibi geliyor açıkçası. Brecht, 1938’de Danimarka’da Galile’yi yazarken masasına bir tahtadan eşek maketi koymuş, boynuna da “Ben onu da anlamalıyım” yazmış. Dünyayı kırıp geçmekte olan bu güçlü virüs-çocukların cümleten epi topu beş gram. Merak etmemek mümkün mü?

Evde bir gün nasıl geçiyor? Pencereden baktığınızda dışarıda ne görüyorsunuz?
Çalıştığım yer çatı katı ve sokağı değil gökyüzünü merak etmeyi va’zediyor. Daima açık tuttuğum çatı pencerelerinden arada bir göz mesafesine bakıp dalıp, daha önce hissetmediğim bir huzur hali görür gibi oluyorum. Yanılsama olabilir elbette.

"ESKİSİNİ OTURUP ENİNE BOYUNA KONUŞSAK"

Hiçbir şey eskisi gibi olmayacak, diye yazılıyor sürekli. Sizce nasıl olacak?
Ben de çok merak ediyorum. Distopya önermeleri çokça çıkıyor karşımıza, Hariri’ninki gibi. Ben devrimci gelenekten geliyorum, her devrimci gibi yenilmeyi peşinen kabul ettim elbette ama hiçbir zaman yenilmek üzerine kurmam hikayemi. Madımak Katliamı sonrası, şair arkadaşım Ali Cengizkan çok etkileyici bir şiir risalesi yayımlamıştı, adı Hiçbir Şey Eskisi Gibi Olmayacak idi. Çok güzeldi, iyi şiirdi, dopdolu isyandı. Ali’nin o şiirini okuduğumdan beri düşünürüm, “eskisi”ni oturup enine boyuna konuşsak diye.

Eve sürgün edildiğimiz günlerde edebiyat ve sanatı takip ediyor musunuz? Ediyorsanız korku veren zamanla nasıl bir bağ kurarak etkileniyorsunuz?
Her zaman ne kadarsa şimdi de o kadar.  Her zaman “şimdi ve burada” yazanlara ne kadar yakınsam şimdi de o kadar.

Sosyal medya kullanımı ve paylaşımları fena halde arttı, bu durum sizin için de geçerli mi? Orada geçirdiğiniz zamanı endişeden arındırıp üretken kılabiliyor musunuz?
Sosyal medya ve online iletişim kaçınılmaz enstrümanlar. Zoom, WhatsApp gibi aracılarla toplantılar yapıyoruz ve fena da gitmiyor. Bu yolla da işlerimizi yapabildiğimizi görmek, doğrusu bana iyi geldi. Üretken kılabilmek ayrı bir mevzu.

En çok neyi özlediniz ya da özlemediğiniz şeyler neler?
O gün? Anladım canım, sevdiğim insanlarla kucaklaşmak isterim elbette.

"LÛTFEN ZEKİ MÜREN’İ DE İHMAL ETMEYELİM"

Son günlerde yazdığınız ya da çizdiğiniz herhangi bir şeyin bir kısmını bizimle paylaşır mısınız?
Salağın devletlûsu homofobik bir diskur yayınca, Twitter hesabımdan şunu yazmıştım: “Bir gün yepyeni bir Türkiye’ye uyanmak istiyorsak, lûtfen Zeki Müren’i de ihmal etmeyelim.” Adamın Türkçe bilgisine, kelime haznesine bak da hizaya gel, mâkam bilgisi, usulü, ses rengi, repertuvarı cabası.

ÖNCEKİ HABER

HDP'li Kemal Peköz, tarım işçilerinin barınma koşullarını Fuat Oktay’a sordu

SONRAKİ HABER

Diyarbakır'da pazar durgun, esnaf şikayetçi

Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa