09 Nisan 2020 23:45

Mu kıtası ve Tahsin Mayatepek raporu

Bırakın yazının daha ortaya çıkmamış olmasını, hangi dili konuşan insanların buraya geçtiğinin bilinememesini, daha o dönemlerle ilgili olarak ırksal, etnik bir ayrım bile yapılmış değildir.

Fotoğraf: Kaynak Yayınları

Ahmet Uhri
Ahmet Uhri

Üç haftadır devam eden bu konu çok uzadı. Eskiden gazetelerde pehlivan tefrikaları vardı neredeyse ona döndü. Şimdi iki yiğit çıksın meydana ve başlasınlar atıp tutmaya. James Churchward ve Tahsin Mayatepek bu haftaki pehlivan tefrikasının başrol oyuncuları. Önce Mayatepek’in raporu, Mu kıtası, Atatürk’ün konuyla ilişkisi, Güneş-Dil Teorisi ve diğer saçmalıklarla başlayalım. Bilebildiğimiz kadarıyla Tahsin Mayatepek raporlarında temel olarak, dilsel ve etnografik niteliklerden yola çıkarak başta Mayalar olmak üzere, Amerika Kıtası’nın kadim kültürlerinin Türklerle bağlantısını ortaya koymaya çalışmaktadır. Evet, neden olmasın Orta Asya’dan Bering Boğazı yoluyla birileri çok eski çağlarda Amerika’ya geçmiş ve burada eski geleneklerinin bir kısmını kaybetmeden yaşamış olabilir. Bu son derece doğal bir süreç olarak kabul edilebilir. Burada anakronik olan, bu göçü gerçekleştirenlerin Türkler olarak adlandırılıyor oluşu.

Sözü edilen göç daha yazının olmadığı dolayısıyla tarih çağlarının başlamadığı prehistorik dönemlerde olmuş olabilir. Üstelik bırakın yazının daha ortaya çıkmamış olmasını ve dolayısıyla hangi dili konuşan insanların buraya geçtiğinin bilinememesini, daha o dönemlerle ilgili olarak ırksal, etnik bir ayrım bile yapılmış değildir. Yani, kısacası, Paleolitik Çağ’dan söz etmekteyiz ve bu çağ için kullanabileceğimiz doğruya en yakın tanım da “avcılık ve toplayıcılıkla geçimlerini sürdüren bir grubun Bering Boğazı yoluyla Asya’dan Amerika’ya geçmiş olabileceği” şeklinde belirtilmesi gereken olmalıdır. Yoksa anakronizmin bataklığından kurtulamayız. Aynı coğrafyada yani Asya’da daha sonra Türk adı verilen insanların ortaya çıkmış olması da bu sonucu değiştirmez. Ayrıca bu konuda bir Kızılderili reisin ağzından söylendiği varsayılan espri de konuya cuk diye oturmaktadır. Kızılderili reise Kızılderililerin Türklerden geldiği söylendiğinde, reis sükûnetini bozmadan şöyle demiştir: Ya Türkler Kızılderililerin soyundan geliyorsa? Bu nedenle arkeolojik bulgular olmadan sadece dilsel kanıtlara dayanarak bir iddia ortaya atmak en azından eksik bir bilimsel çalışma yapmaktır.

Mu kıtası konusu ise daha da büyük bir yanlıştır. James Churchward’ın yirminci yüzyılın başlarında yazdığı ve Atatürk tarafından Türkçeye de çevirtilen kitabı ise; o dönemin yükselmekte olan milliyetçi ideolojileri ile çakışmakta ve Atatürk tarafından oluşturulmak istenen kana dayalı değil toprağa dayalı bir milliyetçilik anlayışının geliştirilmesi için yapılan çalışmalar içindeki naif bir çaba olarak alınmalıdır.

Zaten ister Güneş-Dil Teorisi olsun isterse de buna benzer çalışmalar, özellikle III. Türk Tarih Kongresi’nden sonra (1943) yavaş yavaş terk edilmeye başlanmış ve yerini ciddi arkeolojik çalışmalara bırakmıştır. Bu konuda dikkati çeken bir diğer husus da 1937 yılında yapılan II. Türk Tarih Kongresi’nde sunulan bildiriler ile 1943 yılındaki III. Türk Tarih Kongresi’ne sunulan bildiriler arasındaki ciddi bilimsel farktır.

Bu kongreden itibaren konunun uzmanı arkeologlar daha çok devreye girmiş ve sadece Atatürk’ün o dönemki aydınlardan oluşturduğu ve arkeoloji dışındaki bilim dallarında uzman kişilerin sunduğu bildirilerin yerini arkeologların yaptığı çalışmalar almıştır. Üstelik belki biraz kaba kaçacak ama Atatürk çevrilmesini emretti diye bir kitabın bilimsel olması da gerekmiyor. Eğer iyi bir devlet adamı, yönetici, politikacı ve asker olan Atatürk’ü her konuda uzman kabul edip onun dediklerinin ya da yaptıklarının doğruluğunu sorgulamayacaksak, o zaman geçen haftalardaki örnekte belirttiğim gibi kolumuz kırıldığında ortopediste değil çıkıkçıya da gidebiliriz ya da üfürükçülerden medet ummaya devam edebiliriz. Zaten Atatürk’ün bu kitabı veya benzerlerini çevirttirdikten sonra bunların üzerine çokça düştüğü de söylenemez. Eğer öyle olsaydı, herhalde o günkü koşullar ve elindeki yönetici erk sayesinde ve yaptığı devrimleri de göz önüne alarak bu kitapları okullarda ders kitabı olarak okutmak için girişimde bulunabileceği öngörüsünü yapmak yanlış olmaz.

Reklam
YAZARIN DİĞER YAZILARI