14 Mart 2020 20:32

Umut hep ‘suyun öte yanı’nda

İskender Özsoy Evrensel'e yazdı: "Kimileri savaş meydanlarında, kimileri -bugün olduğu gibi- göç yollarında, sınırlarda öldüler/öldürüldüler."

Fotoğraf: DHA

Paylaş

İskender ÖZSOY

Mübadiller ve mülteciler... Son yüzyılda insanlığın yaşadığı dramın tanıkları. 30 Ocak 1923 tarihinde Yunanistan’la imzalanan mübadele sözleşmesiyle iki ülkeden iki milyon insan -kendilerine sorulmadan- zorunlu göçe tabi tutuldu. Bu insanlar limanlarda, tren istasyonlarında kurulan çadırlarda haftalarca, aylarca beklediler. Yolcu taşımaya elverişsiz gemilerle iki ülke arasında günler, haftalar süren yolcuklar yaptılar.

Bugün benzer dram Edirne’de Meriç boyundaki sınır köylerinde yaşanıyor. Binlerce mülteci ‘suyun öte yanı’na geçebilmek için umut taşıyor. Çoluk çocuk, genç ihtiyar, sınırda “Yunan”a oradan da Avrupa’ya adım atabilmek için günlerdir açlık, soğuk ve hastalıklarla; Yunan güvenlik güçlerinin zaman zaman insanlık dışı sert müdahalesiyle mücadele ediyor, ölümlere, öldürülmelere direniyor.

***

Geçmişte kalan yüzyıllar içinde çok fırtınalar koptu, adına savaş dediler; binler, on binler, yüz binler ve milyonlar öldü/öldürüldü.

Kimileri savaş meydanlarında, kimileri -bugün olduğu gibi- göç yollarında, sınırlarda öldüler/öldürüldüler.

Çok uzak yıllara gitmeye gerek yok.

Yakınımızda, çok yakınımızda binler, on binler, yüz binler, milyonlar dramın kucağına itildiler.

Ortadoğu’da on yıllardır süren kargaşa ve savaşlar da kendi mağdurların yarattı.

Son örnek Suriye.

 “Komşu” Suriye’de on binler yaşamını yitirdi.

Milyonlarca Suriyeli ülkesini terk etti, etmeye devam ediyor.

Birleşmiş Milletlerin 2019 yılı verilerine göre Türkiye’de 5 milyon 679 bin mülteci yaşıyor.

Sadece Suriye’den Türkiye’ye sığınanların sayısı 3 milyon 687 bin 224 kişiye ulaştı.  

Türkiye’deki mülteciler bugün başka bir dramı yaşıyor.

Kapılar açılınca, mülteciler akın akın sınıra hücum etti.

Sahil sınırları -yeniden kapatılıncaya kadar dek- Yunan adalarına geçmek isteyen mültecilerle doldu; Edirne’de Meriç Nehri boyunca on binlerce mülteci “suyun öte yanı”na geçebilmek için umutlandı.

Çoluk çocuk, genç ihtiyar, sınırda “Yunan”a oradan da Avrupa’ya adım atabilmek için günlerdir açlık, soğuk ve hastalıklarla; Yunan güvenlik güçlerinin zaman zaman insanlık dışı sert müdahalesiyle mücadele ediyor, ölümlere/öldürülmelere direniyor.

Göçmenlerin yığıldığı köylerin önemli bir kısmı, mübadelede “suyun öte yakası”dan gelen mübadillerin yaşadığı köyler.

Bu köylerin ahalisi, başta Seremköy ve Doyran olmak üzere mültecilere yardım ediyor.

GÖÇÜN ZORUNLUSU MÜBADELE

Bugün mültecilerin “suyun öte yanı”na geçebilmek için verdikleri mücadelenin benzerini, 97 yıl önce mübadiller “suyun bu yanı”na geçebilmek için veriyordu.

Son yüzyılın en büyük göç dalgalarından biri de mübadeledir.

Türkiye ile Yunanistan arasında 30 Ocak 1923 tarihinde Lozan’da imzalanan sözleşme ve protokolle, Türkiye’de yerleşik Ortodoks Rumlarla Yunanistan’da yerleşik Müslümanların zorunlu göçü öngörüldü.

Sözleşmenin birinci maddesi, “Türk topraklarında yerleşmiş Rum Ortodoks dininden Türk uyruklarıyla, Yunan topraklarında yerleşmiş Müslüman dininden Yunan uyruklarının, 1 Mayıs 1923 tarihinden başlayarak zorunlu mübadelesine girişilecektir” hükmünü getirmişti.

Yunanistan’ın Balkan Savaşı’na katıldığı 18 Ekim 1912 tarihinden itibaren yurtlarını terk etmiş olanları da kapsamına alan bu sözleşmeyle yaklaşık iki milyon insan zorunlu göçe tabi tutuldu.

Bu insanlar limanlarda, tren istasyonlarında kurulan çadırlarda haftalarca, aylarca beklediler. Çoğu yolcu taşımaya elverişli olmayan gemilerle iki ülke arasında günler, haftalar süren yolcuklar yaptılar.

KÜÇÜK ASYA FELAKETİ

Sözleşmenin imza tarihinden biraz önceye gidelim.

1918’de sona eren Birinci Dünya Savaşı’nda İttihat ve Terakki yönetimi Almanya’nın safında yer aldı ve bu savaştan yenik çıktı. Galip devletlerin kararı ve savaş gemilerinin koruması altında Yunan ordusu İzmir’den başlayarak bütün Ege Bölgesi’ni işgal etti.

Yunan ordusu işgal ettiği bölgelerde sistematik bir baskı uygulayarak Müslüman halkı göçe zorladı. Yunan ordusunun bu baskılarına karşı yerel silahlı direniş grupları oluştu. Milis kuvvetleri bir çeşit gerilla savaşı başlattı. Mustafa Kemal önderliğinde örgütlenen Kuvayı Milliyeci’ler Sevr Antlaşması’nı tanımadıklarını ilan ettiler ve direnme kararı aldılar. Erzurum ve Sivas kongrelerinin ardından TBMM ve düzenli ordu kuruldu. TBMM, Mustafa Kemal’i başkomutanlığa getirdi. Ardından, 1922 yılının eylül ayına kadar sürecek olan Kurtuluş Savaşa başladı. Savaşı kaybeden Yunan ordusu bozgun halinde Anadolu’yu terk etti. Türklerin zulüm yapacağından korkan Rum Ortodoks dininden sivil halk da ordunun peşi sıra yollara düştü, İzmir ve İstanbul gibi liman kentlerine yığıldı ve bulabildiği gemilerle adalara ve karşı kıyıya sığındı. Çoğunluğu 9 Eylül 1922 tarihiyle Mudanya Mütarekesi’nin imzalandığı 11 Ekim 1922 tarihi arasında olmak üzere, 850 bin kişi ülkeyi terk etti. Yunan ordusunun “Küçük Asya” macerası büyük bir dramla sonuçlandı. Bu bozgun, Yunanistan’da moral çöküntüsüne ve iç karışıklıklara yol açtı, toplumun belleğinde “Küçük Asya Felaketi” olarak derin izler bıraktı.  Ege, Marmara, Trakya Karadeniz’den kaçan Rum mülteciler Yunanistan’ın nüfusunu dörtte bir oranında artırdı.

30 Ocak 1923 tarihinden yani mübadele sözleşmesinin imzalanmasından önce Yunanistan’ın durumu böyle.

SELİMİYE KIŞLASI’NDA KARANTİNA

Şimdi aile büyükleri “Küçük Asya Felaketi”ni yaşamış ikinci kuşak Bafra mübadili İliadis Efstathios’un anlattıklarına paragraf açmanın zamanıdır. (*)

İşte Efstathios’un anlattıkları: “Dedem, kardeşleri, babam ve amcalarım Bafra’da çok zor günler yaşamışlar savaş yıllarında. Dedem Tosya’ya amele taburuna gönderilmiş. Altı ay sonra dönerken arkadaşlarıyla birlikte öldürüp dere yatağına atmışlar. Dedemin kardeş uşaklarından eczacı Aleksandros’u da Amasya’da asmışlar. Nenem ve eltileri de çok acı çekmiş. 15 yaşından büyük olanları amele taburuna almışlar hep. Babamlar beş kardeşti. En büyükleriyle ondan sonra geleni dağa çıkmış. Üçüncüsünü amele taburuna almışlar. Adı Aleksandros’tu. Babam Flaretos da 15 yaşındayken dağa çıkmış. Türkler savaşı kazanınca dağa çıkanlar gruplar halinde indirilmiş. Önce kadınlarla çocukları indirmişler dağdan. Sonra erkekler. Gitmek için hazırlanmaları söylenmiş. ‘Sadece aranızdan Müslümanlığı seçenler burada kalabilir’ denilmiş. Ama bu teklifi kabul eden çok az kişi olmuş Karadeniz’de. Parmaklarla sayılabilir. Şurada burada bir iki kişi. 1922’nin eylül ayından itibaren parti parti çıkarmışlar Rumları Bafra’dan. Bizimkiler son partideymiş galiba. Bafra’dan yola çıkan babamlar önce Samsun’a gitmiş. Günlerce gemi beklemişler. Nihayetinde bir Yunan gemisi gelmiş ve onları önce İstanbul’a götürmüş. İstanbul’da Selimiye Kışlası’nda karantinaya girmişler. Sonra gemiler Bafralıları Selanik, Kavala ve Pire’ye götürmüş. Bizimkiler 1922’in aralık ayında Kavala’ya ulaşmış.”

* Mübadelenin Yas Kardeşleri. İskender Özsoy. Bağlam Yayınları. İstanbul, Ocak 2014.

SELANİK LİMANINDA AÇ BİİLAÇ BEKLEYEN KILKIŞLI MÜBADİLLER

Selanik limanındayız, bugünlerden 97 yıl önce; bir kış günü.

Limanda “eski ve köhne vapuru” bekleyen mübadiller.

Hava ayaz mı, ayaz.

Kar fırtınasından göz gözü görmüyor.

Dönemin gazetelerinden Vakit’te bir haber, mübadillerle ilgili olarak:

“Muhacirler, ‘Biz artık bir yere gitmeyiz. Gemiye bineceğiz. Bırakırsanız sabaha kadar burada bekleriz.’ diye sızlanıyorlardı. Aynı zamanda dehşetli bir kar tipisi de vardı. Biçareler bu şiddetli soğuğa göğüs gererek sabaha kadar rıhtım üzerinde beklediler. Sabahleyin memurlar tarafından gemiye nakledilmeye başlandı. Onlar gemiye bindirilirken ben geride kalanların dışarıda yattıkları meskenleri görmeğe gittim. Biçareler yatacak yerlerinde hasır çadırlar içinde yatıyorlar. İlk tesadüf ettiğim yatacak yerinde bir set üzerinde kaba hasırdan çadır değil hasır yığını gibi görünen çadırların önünde bulutların arasından çıkan güneşten istifade etme için sekiz o erkek dizilmişler duruyorlardı. Kılkış muhacirleri imişler. ‘Ah efendi!..’ dediler. Sonra genç ihtiyar başlarından geçen faciaları nakle başladılar:  ‘Biz Kılkış ahalisindeniz. Bundan dört ay evvel Rum muhacirleri geldi. Jandarmaları bize evlerimizden çıkarıp evvela samanlıklara doldurdular. Rum muhacirleri evlere yerleştirdiler. Bütün evlerdeki eşyalarımız, mal ve mülklerimiz hep Rum muhacirlerine teslim edildi. Bir iki gün aç biilaç samanlıklarda kaldık. Samanlık kapılarında bulunan süngüleri kapılara kapatarak bizleri dışarı çıkarmıyorlardı. Üç gün sonra Yunan süngüleri etrafımız çevirdiler. Bize birer birer ‘Paralarınızı nereye koyduysanız çıkarın.’ diye dayak atmağa başladılar. Üstlerinde para olanlar verdiler. Olmayanlar dayak yemeğe devam ettiler. Arımazda dayaktan ölenler oldu. Burada da yatmağa bir yerimiz olmadığı gibi şiddetli soğukta ne yakacak bir avuç kömür, ya da parmak kadar bir odun bulmak kabil değil. Çalışıp birkaç para almamıza da müsaade etmiyorlar. Şu karşıdaki çadırların içinden üç ay zarfında 11 cenaze çıktı. Şu kapalı gördüğünüz çadırda da altı kişi öldü. Bir kadın kalmıştı o da dün gece öldü. Çadırın kapısını kapadılar.”

•••

* Vakit gazetesi. 8 Kânunisani (ocak) 1924. Aktaran: Baki Sarısakal. Belge ve Tanıklarla Samsun’da Mübadele.  Samsun Büyükşehir Belediyesi Kültür Yayınları, 2007.

ÖNCEKİ HABER

Akademisyen Burak Bilgehan Özpek: İdlib’de gerilim tekrar yükselebilir

SONRAKİ HABER

Çocuk Esirgeme Kurumuna bağlı sitede yangın: 30 çocuk dumandan etkilendi

Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa
Evrensel Ege Sayfaları
EVRENSEL EGE

Ege'den daha fazla haber, röportaj, mektup, analiz ve köşe yazısı...