23 Şubat 2020 23:25

Eli neye değse öyküleşen yazarların yol arkadaşlığı

1950 kuşağının önemli edebiyatçıları Adnan Özyalçıner, Erdal Öz ve Kemal Özer'in birbirlerine yazdığı mektuplar "Arkadaş Mektupları" başlığı altında toplandı.

Fotoğraf: Kitap Kapağı 

Paylaş

Kyra MENGEŞ

1950 kuşağının önemli edebiyatçıları Adnan Özyalçıner, Erdal Öz ve Kemal Özer yıllar evvel birbirlerine mektuplar yazarken bu mektupların hem dostluklarını hem de edebiyatlarını bugüne taşıyacak birer ürün olduklarını biliyorlar mıydı? Bu sorunun yanıtını bilmiyoruz ancak Can Yayınları tarafından basılan “Arkadaş Mektupları”nın bugün büyük bir saygıyla anılan 50 kuşağını daha yakından tanımak için önümüzde bir kapı araladığını biliyoruz.

Bir kuşağın derin dostluğu 1955-1973 yılları arasında kendisine mektuplarla karşılık buluyor. Bu arkadaş mektuplarının arasında edebi kaygılar, geçim dertleri, toplumsal bir isyanla birlikte koca bir edebiyat tarihi yer alıyor. Üç yazarın yıllar sonra geriye dönüp mektuplarına eklediği küçük notlarla ve belleklerinde kalanlarla birlikte bu kitap bize dönemin yaşayışını, direnişini ve dostluğunu anlatıyor.

BİR VARAMAYIŞ HİKÂYESİ

Bu kitabın serüveni, aslında Erdal Öz’ün İstanbul’dan Ankara’ya taşınması ile başlıyor. Mektuplar edebiyat dergileri, şiirler ve öyküler üzerine kurulu gibi gözükse de arka planda üç yazarın kişisel hayatlarına dokunmak mümkün. Bu dostluğu okumak sadece okurlara değil bu üçlüye de bir içe bakış ve kendisiyle yüzleşme imkânı tanıyor olmalı.

Mektupların hikayelerini de “a Dergisi” besliyor desek yeri. “a Dergisi”nin kapanışının ardından sessizleşen mektuplaşma süreci derginin “Yeni a Dergisi” adıyla 70’lerin başında tekrar çıkması ile kısmen de olsa yeniden canlanıyor. “Yeni a” Dergisi Erdal Öz’ün hapishanede tuvalet kağıdına yazdığı öykülerini yayımlandığı yuva da oluyor. Ancak bu mektuplaşmalar çok uzun sürmüyor. Erdal Öz’ün İstanbul’a geri taşınması ile mektuplaşmalar sona eriyor. Aslında mektupları bir bakıma bir varamayış hikâyesi olarak nitelendirmek mümkün. Özyalçıner Ankara’ya gelmeye çalışırken, Erdal Öz de İstanbul’a gelmeye çalışıyor. Ancak kavuşma anlarını biz okurlar göremiyoruz.

HER BİR MEKTUP YENİ BİR ÖYKÜ

Bu üçlü, mektuplaşmaya karar verdiğinde mektupların özellikle “edebi” olmasını istiyor. Adnan Özyalçıner her ne kadar bazı mektuplarını iş mektubu olarak tanımlasa da okuduğumuz metinler hep bir edebiyat mücadelesi betimlemesi içeriyor. “Mektuba başlar gibi değil, öyküye başlar gibi giriyor mektuplarına” diyor Erdal Öz. Ya da Kemal Özer “Adnan’ın eli neye değse öyküleştiriyor” diyor. Özyalçıner’in şu cümlesi de durumu özetler nitelikte oluyor: “Mektuplarımıza özen gösterirdik. Tıpkı şiirimize, öykümüze gösterdiğimiz özenin aynısını.” Hal böyle olunca mektupların büyük çoğunda abonelik ücretlerinin zarf içerisine konulmasına ve daha çok dergi aboneliği için neler yapılabileceğinin konuşulmasına şahitlik ederken arka planda bir hikâyeye de eşlik ediyor okur.

Bu hikâyelerin arasında edebiyat tarihinde iz bırakan isimler çalınıyor kulaklarda. Gülten Akın, Onat Kutlar, Doğan Hızlan, Turgut Uyar, İlhan Berk, Ülkü Tamer, Edip Cansever ve niceleri… Bazı fikirler ediniyoruz haklarında. Örneğin Özyalçıner sevmiyor Yaşar Nabi’yi. Ya da Erdal Öz aşırma kralı diyor İlhan Berk’e… Bu konudaki detayları ise kitaba bırakalım…

‘İYİ ÖZLER İYİ BİÇİMLER DOST’

Birbirine esprileriyle takılan dostlar aynı zamanda sert edebi tartışmalara da giriyor. Örneğin Erdal Öz, Adnan Özyalçıner’in soy ismine takılıyor. Neden gerçek soyadı Çelik’i bırakıp “özentili, otobüs firmalarının adlarını andıran bir soyadı” seçtiğini anlayamadığını söylüyor. Belki de bu Çelik soy ismi tutkusundan hep not düşüyor banka hesap numarasının sonuna Özyalçıner: “Yanılıp Adnan Özyalçıner yazmayasın.” Erdal Öz, Edip Cansever konusunda bir not düşüyor mektupların arasına: “Adnan beni seviyor ama Edip Cansever’i hiç sevmiyor.” Ara ara Özyalçıner “Erdalcık” diyerek başlıyor mektuplara. Öz ise Kemal Özer’e, “İkinizden birine yazarken ikinize birden yazıyor gibiyim” diyor. Ancak mektubun içinde ne kadar hararetli konuşulursa konuşulsun Öz hep güzel ve özgün dileklerle bitiriyor mektubu: “İyi özler iyi biçimler dost…”

Bu dostluğu izlemenin en güzel yanlarından birisi de bir mektupta abone bulma telaşıyla dergi gönderirken diğer bir mektupta ayakkabı gönderimi rica etmeleri oluyor.

ONLARCA YIL BİR HASHTAG’E SIĞAR MI?

Adnan Özyalçıner’in dergiye abone arayışını, Erdal Öz’ün vefasızlara olan öfkesini, Kemal Özer’in toplumsal gerçekçiliğini birbirlerine ne cevap verdiklerini bilmeden karışık bir sırada okuyoruz ve anlıyoruz. Mektuplar kronolojik bir sıralamayla okurla buluşsa daha çok mu zevk alırdık, yoksa daha mı kolay olurdu, bilemiyorum. Belki de diyalogdan öte monolog üzerine kurgulanmış bir dünyadır bu. Yazarların gündelik hayatına şahitlik edip aslında bu eserlerin aksiyon dolu bir film sahnesinden değil, hepimizin hayatına benzer ölçüde gündelik ve sıradan şeylerle beslendiklerini görerek bir kere daha hayret ediyoruz. Kitabın son sayfasına gelip arka kapağa baktığımda ise koca bir kitabın birkaç hashtage sığdırılma çabasını görüyorum: #50kuşağı, #mektup #arkadaşlık #yazarmaktupları ve türevleri olan hastagler… Peki onlarca yıl bir hashtag’e sığar mı? Sanmıyorum…

ÖNCEKİ HABER

Hacettepe'de konferans: Hekimlerin istismara karşı farkındalığı artmalı

SONRAKİ HABER

Japonya’daki “koronavirüs gemisi” çalışanlarına ne oldu?

Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa
Evrensel Ege Sayfaları
EVRENSEL EGE

Ege'den daha fazla haber, röportaj, mektup, analiz ve köşe yazısı...