20 Şubat 2020 00:30

Özlerimize kıymayın efendiler!

Emile Durkheim’dan beri, yüz yılı aşkın bir süredir ekonomik krizin, yoksulluğun ve işsizliğin insanları öldürebildiği bilimsel çalışmalarla ispatlanmıştır.

Fotoğraf: DHA

Halis Ulaş
Halis Ulaş

Michael Haneke’nin “7. Kıta” filmini izleyeli neredeyse 15 yıl olmuş. Ancak filmi izledikten sonra yaşadığım şaşkınlık, dehşet ve inanamama hali sanki dün izlemişim gibi taze. Film, mühendis Georg Schrober, karısı Anna ve kızları Evi’nin sıradan görünen ama hiç de sıradan olmayan hikayelerini anlatır. Film 1989 yılının 11 Ocak’ını 12’sine bağlayan gece ailenin toplu özkıyımına odaklanır. Haneke 7. Kıta’nın senaryosunu gazetede okuduğu bir haberden yola çıkarak yazmış ve ilk uzun metrajlı filmini yönetmiştir. 

Evet bir anne ve bir baba hem kendi hayatlarını hem de kızlarının yaşamını gerçekten sonlandırır. Yönetmen toplu özkıyım nedeni konusunda bizlere elle tutulur bir neden de vermeyerek dehşete düşürür. 

Filmi izlememin ardından 15 yıl geçtikten sonra 2019 yılının sonunda Türkiye peş peşe gelen siyanürlü aile özkıyımları ile “7. Kıta” metaforunun ete kemiğe büründüğü bir ülkeye döndü. Önce İstanbul Fatih’te dört kardeşin dairelerinde yaşamlarına son verdiğini öğrendik. Bu haberden bir hafta sonra, Antalya’da bir apartman dairesinde 4 kişinin daha cesedi bulundu. Anne, baba ve iki çocuklarının da siyanürle özlerine kıydıklarını öğrendik. Ardından da İstanbul Bakırköy’deki bir evde bir anne bir baba ile 7 yaşındaki çocuklarının cesetleri bulundu. Ölümler kadar içimizi burkan diğer bir konu da; kendilerini öldükten sonra bulacak kişilere karşı uyarı notu bırakma inceliğini göstermiş olmalarıydı. Oysa Gülten Akın’ın da dediği gibi kimselerin durup ince şeyleri anlamaya vakti yoktu. 

Üç ailenin özkıyımında da ekonomik nedenlerin ortak olmasına karşın, ölümlerin faili siyanür ilan edildi. Madem fail siyanürdü; Çevre ve Şehircilik Bakanlığı hemen bir yönetmelik değişikliğiyle halka, piyasa ve internet ortamında siyanür bileşiklerini içeren maddelerinin satışını yasakladı. Böylece toplum olarak içimiz rahatladı (!). 

Ancak aradan henüz birkaç ay geçmişti ki 7 Şubat 2020 günü Hatay Valiliği önüne gelen ve uzun zamandır işsiz olan Adem Yarıcı "Çocuklarım aç” diye haykırarak kendini yaktı. Polisler yangın söndürme cihazlarının beyaz tozlarıyla alevleri söndürmeye çalıştı ancak yeterli olmadı. Adem Yarıcı geride beyazlar için(d)e dizlerinin üzerine çökerek yere kapaklanmış, yarı beline kadar kıyafetleri sıyrılmış  bir fotoğrafı zihnimize raptiyelememiz için bırakarak bu dünyadan ayrıldı. Hem de giderken üzerinden aldığı bir avuç yıldız tozunu hepimizin gözüne serpiştirerek... 

En azından bu ölümün ardından incelikli bir açıklama beklerken siyasi bir zat “Kimse açlıktan kendini yakmaz. Öyle olsaydı Nijerya, Çad, Zambiya, Haiti, Madagaskar, Yemen ve Sierra Leone gibi ülkelerde insan kalmazdı. Böyle ucuz siyasi manevraları millet yemez” açıklamasını yaptı. 

Evet devlet yetkililerimiz siyanürlü ölümlerin ardından faili siyanür ilan ederek yasaklamışlardı. Peki Adem Yarıcının ölümü sonrası ateşi de yasaklayabilecekler mi? Elbette cevap hayır. Çünkü yetkililerimiz faili başka yerde arıyor ya da bizlere başka yerdeymiş gibi göstermeye çalışıyor. Ben lafı fazla uzatmadan faili söyleyeyim. Fail sistemin ta kendisidir. Emile Durkheim’dan beri, yüz yılı aşkın bir süredir ekonomik krizin, yoksulluğun ve işsizliğin insanları öldürebildiği bilimsel çalışmalarla ispatlanmıştır. Hem de kendi özlerine kıymalarına sebep olarak. Aksi ispat edilmedikçe de bu bilgi varlığını tüm muktedirlere dayatacaktır. Görmek istemeseler, faili başka yerlerde arasalar bile. 
Haneke’nin bir gazete haberinden yola çıkarak çektiği ilk uzun metrajlı filmi 7. Kıta “Duygusal Buzlaşma” adını verdiği üçlemenin ilk filmiydi. Umarım Adem Yarıcı’nın ölümü de bizim toplum olarak yaşadığımız duygusal buzlaşmanın son ölümü olur.
{{396869}} 
{{397132}}

Reklam
YAZARIN DİĞER YAZILARI