02 Ocak 2020 00:38

2020'de Türkiye'yi siyasette ne bekliyor?

Siyaset Bilimciler Ayşen Uysal, Deniz Yıldırım, Sezin Öney, Yüksel Taşkın ve iktisatçı Murat Birdal ile Türkiye’nin 2020’de yaşaması muhtemel iç ve dış gelişmeleri konuştuk.

Fotoğraf: Akın Çeliktaş/DHA

Paylaş

Çağrı SARI
İstanbul

Türkiye 2019 yılında hareketli iç ve dış gelişmeler yaşadı. Yerel seçimler adeta genel seçimlere dönüştü. AKP seçimlerden ilk kez büyük bir yenilgi ile çıktı, Ankara ve İstanbul gibi büyükşehirleri kaybetti. Seçimlerin ardından muhalefetteki belediye başkanları yakın markaja alındı. Kayyumlar atandı, yetki tartışmalarına girildi. İktidar sadece içeride değil dış politikada da gergin günler yaşadı. ABD ile gerilimlere Doğu Akdeniz, Libya krizleri eklendi…

Muhalefet, 2019’da kısmi kazanımlar yaşadı. Ancak, gözaltı kayyum ya da itibarsızlaştırma hamleleri ile karşılaştı. Peki bu süreç 2020’ye nasıl yansıyacak… Siyaset Bilimciler ve akademisyenlere Türkiye’nin 2020’de yaşaması muhtemel iç ve dış gelişmeleri sorduk…

Siyaset Bilimciler Prof. Dr. Ayşen Uysal, Doç. Dr. Deniz Yıldırım, Sezin Öney, Prof. Dr. Yüksel Taşkın ve İktisatçı Doc Dr. Murat Birdal ile konuştuk.

SEZİN ÖNEY: DIŞ POLİTİKADA OYUN VE HAREKET ALANI DARALDI

2019 yılı Türrkiye’nin dış politikası açısından hareketli geçti. Bu seneye sarkan gündemler de var. İdlib bunlardan biri…Doğu Akdeniz’de Yunanistan gibi ülkelerle yaşanan gerginlik ve bağlantılı olarak da Libya … 2020’de Türkiye’yi neler bekliyor?

Dış politikada Türkiye’yi yorucu ve bol sınavlı bir yıl bekliyor diye düşünüyorum. Şimdiye değin, ABD ile ilişkiler perde arkasında temasla yürütülürken, sahnede ise işler tamamen iç politikaya malzeme edilecek biçimde kullanılıyordu. Bu durum hâlâ devam ettirilmeye çalışılıyor: Donald Trump yönetimi de bugüne kadar Ankara’yı hep idare etti, hatta kurtardı. Bunun özgüveni var Ankara’da. Ancak, ABD’de de işler Trump’ın idare edemeyeceği, istese de Ankara’ya “can simidi” atamayacağı noktaya geliyor. Donald Trump, bir yandan azil sürecini atlatmaya çalışırken, öte yandan da yeniden seçilmek için elinden geleni ardına koymayacağı bir yıla giriyor. Bu durumda da, değil Türkiye’ye yaptırımları durdurma, Ankara’ya herhangi bir jest dahi yapamayacağı noktaya gelebilir. Türkiye’ye yaptırımlar konusu hem Kongre’nin iki kanadında, hem de Halkbank davası üzerinden gündemde. Biri durdurulsa, diğeri durmayabilir.

Bir de, yılın son günlerinde İran’la imzalanan bir anlaşma dikkat çekici idi. Bu anlaşma ile ilgili haberleri anımsarsak:

“Türkiye ile İran arasında dini işbirliği anlaşması Ankara'da imzalandı.

26 Aralık'ta başkent Ankara'da bir araya gelen Diyanet İşleri Başkanı Prof. Dr. Ali Erbaş ve İran İslam Cumhuriyeti İslami Kültür ve İletişim Kurum Başkanı Ebuzer İbrahimi Türkmen anlaşmayı imzaladı.

Türkmen, Türkiye ile İran arasında imzalanan 18 maddelik anlaşmanın "dini kitapların tercümesini ve yayınlanmasını, çeşitli etkinlikler tertip edilmesini ve Türkiye'deki ilahiyat fakültelerinde İranlı uzmanlar tarafından İslam fıkhı dersleri verilmesini kapsadığını" belirtti.”

Diyanet İşleri Başkanlığı, daha sonra bu açıklamayı yalanladı. Ve anlaşmanın çerçevesinin şöyle olduğunu öne sürdü:

“Bahse konu 3 yıl süreli imzalanan Mutabakat Zaptı ile; özellikle batı dünyasındaki İslamofobi ile mücadele bağlamında ortak dijital yayınlar hazırlanması, her iki ülkede ümmetin birliğini pekiştirme ve aşırılıkla mücadele amacıyla ortak çalışmalar düzenlenmesi, hassaten Kudüs davası olmak üzere ümmetin ortak problemlerine ilişkin konularda programlar yapılması, yayınlar hazırlanması, İslam Medeniyetinin ortak mirası olan yazma eserler ile sanat ve estetik alanında yürütülecek araştırmalara kurumsal destek verilmesi, Hac hizmetlerinde tecrübe paylaşımına gidilmesi, Kur'an-ı Kerim'i güzel okumayı teşvik sadedinde uluslararası yarışmalar düzenlenmesi, güncel fıkhi meselelerde özellikle gen teknolojisi ve faizsiz finans sistemleri üzerinde karşılıklı ilmi müzakereler düzenlenmesi, gibi konularda işbirliği amaçlanmıştır."

Bu anlaşma oldukça önemli: çünkü, sosyal ve politik olarak İran ve Türkiye toplumlarının ortak bir kültürel anlayış ve çizgide olması öngörülüyor. Bu yaklaşımın Türkiye’deki yansımaları ötesinde, uluslararası ilişkilerde olumsuz gelişmelere gebe olması kaçınılmaz. Öncelikle, kamuoyu araştırmalarına baktığımızda, Türkiye toplumunun yüzde 80’e yakını İran’ı bir tehdit olarak görüyor. Üstelik de, bu “düşman algısı” son yıllarda düşmek bir yana artışta. Öte yandan, ABD’den gelmesi muhtemel yaptırımların Halkbank davasından, yani Türkiye’nin İran’a ambargoyu delmesi suçlamalarından kaynaklandığını unutmayalım.

Ankara’nın İran’a doğru bir arayışa girmesi ise, çalınacak başka kapı kalmamasından kaynaklanıyor. ABD ile Trump’ın yüzü suyu hürmetine aksaya aksaya giden ilişkiler bir yanda, son dönemde Libya ve İdlib üzerinden Rusya ile ilişkilerin gerilmesi diğer bir yanda: Bu durumda, Ankara da Tahran’ın kapısına gidiyor. Irak’ta, İran destekli Şii milislerin ABD askerlerinin bulunduğu Kerkük’teki bir üsse saldırısı, ardından ABD’nin kendisine karşı en militan Şii milisler Kataib Hizbullah’a saldırması ve karşılığında Bağdat’ta ABD Elçiliği’ni göstericilerin sarması da ciddi gelişmeler. İran ve ABD arasındaki dolaylı savaş iyice alevlenmiş oluyor. Türkiye ise, her zaman yaptığı gibi tarafları birbirine oynayabileceğini farz ediyor. Ancak, artık oyun ve hareket alanının daraldığını, ateşle oynadığını algılayamıyor. Avrupa Birliği konusuna girsek zaten çıkmak mümkün değil. Yunanistan ve Güney Kıbrıs ile açık çatışma ihtimalinin bile konuşulduğu, 1980’ler, 1990’ların başı dönemine döndük. Avrupa algısında Türkiye, agresif ve demokrasi-insan haklarından uzak bir sorun alanına döndü. Tüm bu sebeplerden dolayı, 2020 kolay bir yıl değil dış ilişkiler bakımından.

YÜKSEL TAŞKIN: AKP ZEMİN YİTİRMEYE DEVAM EDECEK

İktidar partisi geçtiğimiz yıl Ankara ve İstanbul büyükşehir belediyelerini kaybetti. İçinden yeni bir parti çıktı: Gelecek Partisi. Eski Bakan Ali Babacan’ın partisi yolda. AKP’nin kan kaybettiği bir yıl oldu. Bu süreç 2020’ye nasıl yansır? AKP kongreye de gidiyor bir toparlanma bekliyor musunuz?

31 Mart 2019 yerel seçimlerinin İstanbul’da tekrarlanması, atanmışların seçilmişlere bir darbesiydi. Bu durum, on yıllardır İslamcıların yakındığı, “atanmışların seçilmişleri çalıştırmadığı” vesayetçi sistemin şimdi onlar eliyle yeniden hayata geçirildiği anlamına geliyor. Üstelik Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi’ne geçilmesiyle ultra-merkeziyetçi bir rejim inşasına hız verilmiş durumda.

Demokrasi ittifakı, inşa edilmekte olan vesayetçi ve ultra-merkeziyetçi bu yeni rejimi mutlaka gerilecektir. 2020 demokrasi ittifakının zemin kazanmaya devam edeceği bir yıl olacak. 23 Haziran’da İstanbul seçimlerini demokrasi ittifakının kazanması, AKP’den iki parti girişiminin doğmasını mümkün kıldı. Davutoğlu’nun liderliğindeki Gelecek Partisinin AKP örgütlerinde kenara itilenleri ve daha İslamcı hassasiyetlere sahip olan kesimi kendisine çekeceği gözleniyor. Babacan’ın parti girişiminin ise “endişeli muhafazakarlar” denilen, daha çok kentlerde yaşayan eğitimli muhafazakarları ve özellikle AKP’li ailelerin çocuklarını AKP’den koparabileceği görülüyor.

Her durumda AKP, kendi içerisinden gelen aktörler nedeniyle zemin yitirmeye devam edecektir. Söz konusu olan sadece oy kaybı da değildir. AKP çevresinden çıkan iki dinamik parti, artık bir kurum olmaktan çıkartılan ve hiçbir kurulu çalıştırılmayan AKP’yi daha da sıkıştıracaktır. Bu partinin emeklerine saygı gösterilmeyen üyeleri, eğer AKP’nin tarih sahnesinden çekilmekte olduğu algısına kapılırlarsa diğer partilere yığınsal kayışlar da olabilir. AKP’nin bu yıl yapılacak kongresinde söz konusu meydan okumaları geriletecek bir dinamizm üretemeyeceği öngörülebilir.

Muhalefet partilerinin artmasıyla yaşanan aktör çeşitlenmesi ve yeni partilerin güçlendirilmiş parlamenter sistemi savunmaları olumlu olmakla beraber, tüm bu partilerin “soyut demokrasi” söylemine sıkışmaları riski de vardır. Tüm partilerin aşağı yukarı benzer demokratikleşme vaatlerini sahipleniyor olmaları risk gibi görünse de sol partiler ve özellikle de CHP açısından bu durum bir fırsata da çevrilebilir. Daha önce merkez sağ ve merkez söylemleri de bünyesinde tutmak durumunda kalan CHP, sağda yaşana aktör çeşitlenmesini de dikkate alarak, daha sol ve eşitlikçi politika önerileri geliştirebilir.

Yaşanan ekonomik kriz, yeni sistemin otoriterleşmesinin bir ekonomi politiğe sahip olduğunun da göstergesidir. Otoriter rejim araçları kullanılarak birilerinin sürekli zenginleştirilmelerinin çoğunluğun yoksullaşmasının asıl nedeni olduğu söyleminin toplumda giderek daha fazla alıcısı ortaya çıkmaktadır. Sol politika ve söylemlerin alanı genişlemektedir. Toplum demokrasi ittifakını sadece güçlendirilmiş parlamenter sistem vaadi üzerinden değerlendirmeyecektir. Bu ittifakın ekonomik krizi aşmak konusunda da güven uyandırması gerekmektedir. Özellikle gençlere ikna edici bir gelecek vizyonu sunmak hayati öneme sahip görünmektedir. Gençlerin iktidar blokundan uzaklaşma eğilimlerinin artarak devam edeceği açıktır.

Yeni kurulan partilerin İYİ Parti’yle kıyasla Kürt sorunu konusunda daha ılımlı söylemlere sahip olmaları da önümüzdeki süreçte HDP seçmenlerini demokrasi ittifakı içerisinde tutabilmek bakımından önemli artılar sunmaktadır. CHP 2020’yi seçimsiz dönemde siyasal gündemi belirlemek için siyasi tartışmalar başlatarak değerlendirmelidir. Kürt sorununa yönelik söylem ve politikaların yenilenmesi de bu dönemin acil ihtiyaçlarından birisidir.

AYŞEN UYSAL: EN BASKICI REJİMLER ALTINDA BİLE DİRENİŞ MÜMKÜN

HDP seçimlerde kayyumların elinden belediyelerini aldı fakat, yeniden kayyumlar yaşandı. Belli ki bu süreç 2020’de de devam edecek… 2019’da bir çağrı yaptı, “erken seçim” çağrısı…  HDP’yi ne bekliyor?

Bu süreçten en çok HDP etkilense de aslında seçimlerin içinin boşaltıldığı bir süreçten geçiyoruz. Üstelik bu Türkiye’ye özgü de değil. Bu süreç bir yandan “temsilin ne kadar temsil olduğunu sorgulattıran”, diğer yandan da seçim mekanizmasını boşa düşüren bir süreç. Yüzde 40’larda (Cezayir) yüzde 50’lerde (ABD) katılım oranlarıyla seçilen bir cumhurbaşkanı/başkan o ülkeyi yönetebilme gücüne sahip midir gerçekten? Böyle bir durumda “bizim seçtiklerimizle” mi yönetilmiş oluruz? Ya da ikinci durumda, seçtiğimiz bir belediye başkanı görevden alınır ve yerine bir memur atanırsa o seçim ne kadar seçimdir? Tüm bu soruların tartışılması gerektiği, verilecek yanıtların da bize yeni yollar açabileceği bir dönemden geçiyoruz. Meseleye böyle bakınca sorun sadece HDP’nin sorunu değil şüphesiz. Ancak, HDP de bir dizi nedenden dolayı bu sorunlarla mücadele araçları geliştiremiyor. Bu nedenlerin bir kısmı kendisinin dışında gelişen nedenler ise de bir kısmı da iç dinamiklerinden kaynaklanıyor. Kadrolarının cezaevinde olması, çok sayıda insanın yaşamını yitirmesi, yalnızlaştırma ve marjinalleştirme politikaları, vs. bunların hepsinin çok ağır olduğu aşikâr. Ancak politika yapmak için yola çıktıysanız tüm bunlarla mücadele araç ve yöntemlerini de öyle ya da böyle geliştirme yolunda adımlar atmanız gerekir. İnsanlık tarihi bize en baskıcı rejimler altında bile direniş yöntemleri geliştirebilmenin mümkün olduğunu gösteriyor. HDP burada kilitlenmiş görünüyor. TBMM’de fiziken kalmak gerçekten de orada bulunmak anlamına gelmiyor. Ayrıca HDP geçmişte izlediği politikalarla da barışmış değil. Bu da ayrılıklar yaratıyor.

Kayyumlara karşı seçimleri önemli yüzdelerle kazanmak mücadelenin çok şık ve önemli bir adımıydı. Ancak devlet seçimler ertesinde birkaç adım öne geçti. Bunun sinyallerini de aslında seçim öncesinde vermişti. HDP’nin buna yani yeniden kayyım atamalarına karşı ne yapacağını da planlaması, hamleler geliştirmesi gerekirdi. Oysa elleri kolları bağlı kaldılar. 2020’de de, şayet önemli gelişmeler yaşanmazsa, “durmaya” devam edilecek gibi görünüyor.

AKP- MHP ittifakının geleceğini nasıl görüyorsunuz?

AKP ve MHP süreç içinde giderek birbirlerine daha bağımlı hale geldiler. Artık birliktelikleri mezara kadar, yani ayrılmaları zor. İlişkileri fiiliyatta bitse de artık yürümese de ne AKP ne MHP ilişkiyi bitirme yönünde adım atamaz. Öyle görünüyor ki, zamanını kestirmek zor olsa da, birlikte batacaklar. Şüphesiz bu batışın süresi muhalefetin mücadelesine, tutarlı politikalarına, dirayetine, vs. bağlı.

CHP’nin İYİ parti ile seçimlerde kurduğu ilişki, 2020’ye nasıl yansır? 2019’da İyi parti genel başkanı Meral Akşener’in 30 Ağustos resepsiyonunda Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın yanında yer alması epey tartışma yaratmıştı…

CHP’nin İyi Parti ile kurduğu ilişkinin boyutu ve içeriği yeni kurulacak partilere bağlı olarak yeniden şekillenebilir. Merkez sağdaki boşluğu şimdilik tek bir partinin dolduramayacağı görüldüğünden, buradaki eksiklik İyi Parti, Gelecek Partisi ve Babacan’ın kuracağı parti ile doldurulmaya çalışılıyor, çalışılacak. Bir bölümünü de CHP dolduruyordu, fakat belki de bu partilerle birlikte CHP o alandan tamamen olmasa da kısmen çekilebilir. Ancak ittifak CHP’nin bakış açısına göre kaçınılmaz görünüyor. HDP ile daha utangaç ve örtük, ama sağ ile aleni bir ittifak. İyi Parti, kendi tabanına CHP’nin uydusu bir parti olmadıklarını ispat etmek için bazı çıkışlar yapıyor. Meral Akşener’in 30 Ağustos resepsiyonuna katılması, Kanal İstanbul açıklaması, vs. bu çerçevede düşünülebilir. Bu tür çıkışlar aynı zamanda partinin pazarlık payını artırıyor. O nedenle bu tür göz kırpmaların devam edeceğini, ancak işlevsel olup olmamasının yeni kurulacak partilere bağlı olduğunu düşünüyorum.

DENİZ YILDIRIM: İKTİDAR CİDDİ BİR ENDİŞE İÇİNDE

İktidar kaybettiği yerlerde belediye başkanlarını yakın markaja aldı. Gerilimli birkaç ay geride kaldı. 2020’de de bu gerilimi görecek miyiz? Bu durum nasıl şekillenecek?

İktidarın özellikle muhalefete geçen büyükşehir belediyelerine karşı tutumu, aslında politik açıdan ciddi bir endişe göstergesi. Yani iktidarın kaygılarının dışavurumu. İktidar, İstanbul ve Ankara gibi çok kritik önemde şehirleri muhalefete kaptırdı. Bu, iktidarın demokratik araçlarla muhalefet güçleriyle mücadele etmesinin zorlaştığının ve hatta daha da zorlaşacağının da itirafı. CHP’li belediyelere basınç, kaynak kullandırmama, engelleme, suni tartışmalarla gündemlerini sulandırma stratejisiyle, iktidarın kazanamadığı Doğu, Güneydoğu bölge belediyelerine arka arkaya kayyum atama stratejisi bu açıdan benzeşiyor. İktidarın seçmen tabanındaki daralmayı tersine çevirecek uzun vadeli bir stratejisi de görünmediği için, anti-demokratik yollarla, sahip olduğu devletleşmiş güç ittifakları ve imkanlarıyla bu gerilimi daha da ileriye taşıyacağını belirtebiliriz.

Ancak bunun iktidara fayda sağlayacak bir yol olup olmadığı tartışmalı. Birincisi, ekonomik daralma koşullarında iktidar belediyeler üzerinden sağladığı rantı ve tabanını dinsel yapılar eliyle kontrol altında tutmasını sağlayan kamu kaynaklarını önemli ölçüde kaybetti. Kanal İstanbul tartışması tam da bu noktada yeniden devreye sokuldu. İstanbul’u muhalefete kaptırmasalardı bu proje buzdolabından çıkarılır mıydı, emin değilim. Tam da bu nedenle İstanbul’da İmamoğlu’nun, Ankara’da Yavaş’ın kentsel rantın özel çıkar ve çevresel yıkım için kullanılmasına karşı, etraflarında yeni, genişleme potansiyeli bulunan bir blok örmeye çalışmalarını önemsiyorum. Bu 2020’de iktidarın geleneksel tabanını ekonomik kriz dinamikleriyle birlikte daha da sarsabilir. Ayrıca iktidarın kendi içinde daha parçalı olacağı bir yıla girdiğimizi de unutmayalım. Yeni partilerin kuruluşundan söz ediyorum.

CHP TÜKENMİŞ YAPIYI YETERİNCE ZORLAMIYOR

CHP sizce “Saray’a kim gitti”, “Urla’ya kayyum atanması” tartışmalarından güçlü biçimde çıkabildi mi? Bu sene kurultay da yapılacak. 2020 yılı nasıl geçer ana muhalefet partisi için?

İktidar parçalı bir yapıda; MHP ile kurduğu ittifak, kendi partisinin kurucu kadrolarıyla, en üst mevkilere gelmiş “dava” arkadaşlarıyla kurduğu ittifaktan daha belirleyici. Ve bunu düzeltemiyor. Testi kırıldı bir kere. Dolayısıyla iktidarın kendi içindeki parçalanma ve kriz görüntüsünü sürekli olarak muhalefete ihraç etmeye çalıştığını, bunun için elinde olan tüm araçları (nizami ve gayrinizami olmak üzere) seferber ettiğini söyleyebiliriz. Diğer yandan bu iktidar daha fazla hata yapma potansiyeli taşıdığı, stratejik aklını yitirdiği bir döneme girdi. İmamoğlu’nun 13 bin farkla kazandığı seçimin sonuçlarını tanımayıp yeniden kazanacaklarını düşündüler mesela, fark 800 bini aştı. Bunu hesaplayamayan bir siyasal akıl, büyük oranda tükenmiştir. CHP’nin ise bu siyasal açıdan tükenmiş yapıyı yeterince zorlamadığını, bütünlüklü bir parti politikasıyla daha da hataya zorlamaya çalışmadığını düşünüyorum. Bu iş biraz iktidarın kendi kendine çözülmesini izleme yoluyla, biraz da muhalefetin eline geçen büyükşehir belediyelerine alanı bırakma suretiyle yürütülüyor. İktidar da hiç değilse bunu fark ettiği için, yani önümüzdeki dönemde kendisine dönük ana tehdidin muhalefet belediyelerinden geleceğini düşündüğü için, öncelikle bu belediyeleri zayıflatmaya çalışıyor.

CHP ne yapmalı? Delege, koltuk pazarlığına sıkışmış; hemşericilik, mezhepçilik, klikçilik etkisinden kurtulamamış bir CHP, Türkiye için de kayıp olur. Umarım 2020 kurultayı bu yapısal sorunlara sıkışmaz. Türkiye’nin demokratikleşmeye ihtiyacı var, bu doğru. Bunu artık AKP’nin eski kadroları bile söylüyor. Öyleyse CHP’nin bundan daha fazlasını söylemesi, halkın önüne koyması lazım. Bu da özellikle ekonomi politikalarıyla bağlantılı olmalı. “Ekonomi kötüye gidiyor, millet aç” demek yetmez. Yeni bir ekonomik model, halkçı bir program ve paradigma önerisi, tartışması damga vurmalı kurultaya. Buna uygun olarak da kadrolar yenilenmeli. Bu olmadığı sürece, parti meclisinde sadece isimler değişir.

MURAT BİRDAL: ULUSLARARASI KONJONKTÜR EKONOMİDE BELİRLEYİCİ OLACAK

2019 yılı ekonomik krizin yakıcı hissedildiği bir yıl oldu. Bakanlar paketler açıkladı. İşsizlik ve enflasyon rakamları hep çift haneydi… Ekonomi 2020 yılında toparlanır mı? 2020 ekonomisi AKP’nin iktidarını nasıl etkiler…

2019 yılının ikinci yarısından itibaren Fed’in faizlerde indirime yönelmesi Türkiye’nin de arasında bulunduğu borçlu ülkelerin nefes almasına olanak sağladı. Ülkemizde kurdaki yukarı yönlü baskı azalırken MB faizleri aşağı çekme olanağına kavuştu. Bu tablo üçüncü çeyrekten Türkiye ekonomisin zayıf da olsa bir büyüme kaydetmesine yardımcı oldu. Kurdaki gevşeme ile birlikte enflasyon da hız kesti. Ekonominin yatırım ve istihdam ayağında ise hareket oldukça cılız kaldı. Buna karşılık bütçe açığı geçici kaynak aktarımlarına rağmen rekor seviyelere tırmandı. Hükümetin 2020 yılında da geçmişte olduğu gibi inşaat merkezli bir ekonomik toparlanma arayışında olduğu görülüyor. Faizler bu arayışta kilit rol oynuyor. Önümüzdeki yıl içerisinde de uluslararası konjonktürün ekonomi üzerinde belirleyici rol oynayacağını göreceğiz. Kasım ayındaki ABD başkanlık seçimleri bu açıdan ayrı bir önem taşıyor. Seçimler öncesinde Fed’in yukarı yönlü fazla hareket alanı olmaması şu an için Türkiye ekonomisi açısından bir avantaj, ancak seçimin hemen ardından Fed’in yeniden faizleri yükseltmeyi gündemine aldığını görebiliriz. Bölgeden ve ülkemizden kaynaklı siyasi riskler ise yine kur, enflasyon ve faizler dolayısıyla da ekonominin kısa vadeli performansı üzerinde belirleyici olacak.

ÖNCEKİ HABER

Meral Akşener, İYİ Parti Başkanlık Divanı üyeleriyle Libya tezkeresini görüştü

SONRAKİ HABER

BUDO'da sefer iptalleri - 2 Ocak 2020

Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa