23 Aralık 2019 00:07

Yort Kitap: Pes etmeyen entelektüel üretim örneği

"Bu Suça Ortak Olmayacağız" bildirisine imza attığı için KHK ile ihraç edilen Barış Akademisyeni Osman Şişman ile konuştuk.

Osman Şişman | Fotoğraf: Evrensel

Paylaş

Eylem LODOS
Eskişehir

Osman Şişman… “Bu Suça Ortak Olmayacağız” bildirisine imza atan, ardından da Anadolu Üniversitesi Mimarlık ve Tasarım Fakültesinden KHK ile ihraç edilen, Barış Akademisyenlerinden… Aynı zamanda bir dönem önemli ödüller alan, başarılı belgesellerin ekibinde yer alan belgeselci.

Etrafımızı sarmalayan karanlığa rağmen umut etmekten, neşe üretmekten hiç vazgeçmemiş, Şişman. İhraç edildiği günden beri, Anadolu Üniversitesi kampüsüne hiç gitmemiş. “Üniversitelerdeki odalarımızı, sınıflarımızı, kütüphanelerimizi, öğrencilerle bir arada olduğumuz alanları fazla romantize edersek; entelektüel emek sömürüsünü biraz da görmezden gelmiş oluyoruz. Dışarıda da entelektüel faaliyetleri sürdürebilir hale gelene kadar uğraşmak gerekiyor” diyor.

Osman Şişman, bugünlerde başka bir telaşın içinde. Arkadaşları ile birlikte uzun süredir hayalini kurduğu yayınevini, Yort Kitap’ı kurdu… Yort Kitap ilk dört kitabını okuyucusu ile buluşturdu bile… Osman Şişman ile Ece Ayhan’ın Yort Savul’u referanslı Yort Kitap’ı, kendisi gibi barış akademisyenleri tarafından açılan Uçurtma Cafe’de konuştuk…

Yort’tan bahsederek başlayalım. Yort nasıl ortaya çıktı?
Yort’un isim babası Ortadoğu Teknik Üniversitesi’nden benim çok yakın dostum, İzmir Yüksek Teknoloji Enstitüsü’nde Mimarlık Bölümü hocalarından Can Gündüz. Yort, bizim atılmamızdan bir-iki sene önce Bilge Demirtaş, Can Gündüz ve benim hayalimizdi. O zaman bazı yazarlarla ve yayınevleri ile yazışmaya başladık. Bir yayınevi kuracağız ve beğendiğimiz, sevdiğimiz, kendi çevirdiğimiz metinleri yayınlayacağız diye karar verdik. Bu yazışmalar belirli bir noktaya gelmişken bu atılma meselesi ortaya çıktı; Yort’u kurmak maddi olarak imkânsız hale geldi. Sonrasında ben, üç sene kadar çevirmenlik yaparak geçindim. Sonra da ‘beklemesin artık bu fikir, daha ne kadar bekleyecek’ diye düşünüp kuralım dedik. Hayalimizi gerçekleştirdik.

Yort adı nereden geliyor?
Can Gündüz’ün önerisi idi. Duyduğumuz anda da kesinlikle Yort olacak dedik. Yort, Ece Ayhan’ın Yort Savul’undan geliyor. Kelime anlamı da atın tırıs koşuşu, acele acele koşusu. Ece Ayhan’ın referansından ötürü de siyasi bir lezzeti var bizim için. Birazcık da pozisyonumuza ilişkin bir şeye işaret ediyor gibi geliyor. Kıymetli geliyor bu sıfat.

Nasıl gidiyor çalışmalarınız?
İlk dört kitabımız, yeni yayımlandı. Matbaadan yeni geldi. Başlangıçta maddi kaynak yaratmak için kitlesel fonlama kampanyası başlattım. “Şimdiden bizden kitap alın, biz de o kitapları basabilelim” diyerek, bir ön satış gibi kurgulanmıştı. Kampanya, hayli ciddi bir destek gördü. Bütün destekçilerimize buradan bir kez daha teşekkür ederim. Sonra da uzun süredir üzerinde çalıştığımız; çevirilerini, tasarımlarını yaptığımız ilk 4 kitabımızı yayımladık. Henüz Eskişehir’deki kitapçılara dağıtılabildi. İstanbul’da bir dağıtımcıya verildi ve kitapçılar onlardan talep ettikçe Türkiye’ye dağılacak. Bir yandan da ‘yortkitap.com’ adresinde kendi web sitemizi kurduk. Kitaplara bu adresten erişilebiliyor. İlk dört kitabın heyecanı içerisindeyiz. Bürokratik süreçler biraz sıkıcı ve zorlu imiş. Can ve Bilge İzmir’de; burada Osmangazi Üniversitesi Mimarlık Fakültesi’nde dostum Levent Şentürk var, kitapların tasarımlarını birlikte yapıyoruz. Süreçlerle daha çok Levent Şentürk ve ben ilgilendik. Kadro küçük olunca, bürokrasi uğraşı ağır bir yük haline gelebiliyor. O yüzden de söz verdiğimiz zamandan 1.5 ay gibi bir gecikmeyle 4 kitap çıkabildi. Şimdi elimizdeler.

Bu 4 kitap kime ait? Hepsinin çevirisini siz mi yaptınız?
Bu dört kitaptan biri Avusturyalı filozof Gerald Raunig’in “Dividuum: Makinesel Kapitalizm ve Moleküler Devrim” adlı kitabı. Raunig’in iki kitabı Otonom Yayınları tarafından yayımlanmıştı. Dividuum’u Ankara’dan Mert Karbay isimli arkadaşımız çevirdi. Almanca metinden karşılaştırmalı okumasını da bir başka barış akademisyeni dostum, Erdem Üngür yaptı. Gerald Raunig, bizden herhangi bir telif ücreti istemedi. Zaten kendisi metinlerini açık erişime sunuyor. Şimdiye kadar yazdığı her şey internette bulunabiliyor. Türkçe metni de açık erişime sunmak konusunda Gerald Raunig ile hemfikir olduk. İsteyenler kitapları satın alabilir; isteyen herkes de web sitemizden ücretsiz PDF’sini indirebilir. Bir diğer kitabımız da “Yeni Materyalizm”. Bu kitap, adları yeni materyalizm akımı ile anılan dört filozof ile yapılan söyleşilerden ve bu söyleşileri yapan iki akademisyenin bu felsefe üzerine yazdıkları eleştirel metinden oluşuyor. Bu kitap da açık erişime sunulmuş bir metin. Özgün metne internetten erişilebiliyor. Okurlar, metnin Türkçesine bizim web sayfamızdan erişilebilir. Üçüncü kitabımız, Belçikalı Georges Rodenbach’ın 1800’lerin sonlarında Fransızca yazdığı “Ölü Brugge” isimli bir kitap. “Ölü Brugge” bizim çok hoşlandığımız bir metin. Bir rastlantılar silsilesi sonucunda Türkçenin en yetkin, en lezzetli çevirilerini yapan Roza Hakmen tarafından tercüme edildi. Selim İleri de kitaba bir sonsöz yazdı. Dördüncü kitap da benim fotoğraflarımdan ve fragmanlarımdan oluşan “Photo Graphos” adlı kitap.  

Maddi kaynak yaratmak için bir fon oluşturduğunuzu söylemiştiniz, kitapların basımında size destek olan biri ya da kurum oldu mu?
‘Bir Kültür’ isimli oluşum, kitapların basım sürecinde bize destek oldu.

Yakın zamanda yapacağınız bir çalışma var mı?
İki proje çalışmamız var. Yaşam Bellek Özgürlük Derneği ile bir proje hazırlığındayız. Acaba Türkiye’deki LGBTİ mültecilerin, kendi dillerinde yazılmış fakat görünür olamamış, yasaklanmış, yayımlanamamış queer metinleri Türkçeye çevirmeleri mümkün olabilir mi? Özellikle İran’dan gelen mültecilerin pek çoğu Türkçe ile hızlı ve sıcak bir ilişki kuruyorlar. Sadece Fars kültüründen değil, Kürt ya da Arap kültüründen metinlere ulaşmak; mülteci arkadaşların seçtikleri, çevirdikleri metinleri yayımlamak istiyoruz. Hem onların Türkçe ile ilişkisi daha sıcak bir ilişki haline gelsin, hem Türkiyeli okur queer alanında komşu kültürlerde neler olduğunu öğrensin istiyoruz. Bir yandan sosyal uyumu, öte yandan da diller ve altkültürler arası ilişkiyi destekleyen bir proje bu. Gerçekleştirmek için fonlara başvuru hazırlıkları yapıyoruz. Bir metin havuzu, bir de çevirmen havuzu oluşturacağız. Şimdilik iki ya da üç kitapla başlayacak gibiyiz. Bir de Eldem Sanat Alanı yapmayı planladığımız bir proje var. Alman sinema kuramcısı ve yönetmen Harun Farocki’nin metinlerini Türkçeye çevirmek ve sonrasında onun filmlerinin toplu gösterimini yapmak istiyoruz.

"ARTIK ÜNİVERSİTE DIŞINDAYIZ"

Barış akademisyenlerindensiniz. Eskişehir’de “Bu Suça Ortak Olmayacağız” bildirisine imza attığınız için sizi Anadolu Üniversitesinden uzaklaştırdılar. Üniversiteden, öğrencilerinizden uzaklaştırılmak sizi nasıl etkiledi, bu dönemde neler yaşadığınız?
Sözleşmelerimizin yenilenmeyeceği ve sonrasında da ihraç edileceğimiz, aslında soruşturma sürecinde kendini belli etmişti. Nereye doğru gideceği kesin olamamakla birlikte belli gibiydi; yolu, vadisi açılmış görünüyordu. O yüzden de sonunda başımıza gelen, beklenmedik bir şey değildi. Soruşturmalar başladığı andan itibaren neler olabileceği üzerine düşündük, konuştuk. Psikolojik olarak da hazırlandık. Soruşturmalar hukuksuz bir şekilde yürütüldü; meslektaşlarımızın, idarecilerimizin ve öğrencilerimizin pek azının desteğini alabildik. Sonunda da ihraç edildik.  

Ne hissettiniz?
Elbette üzücü bir şey ama bireysel yaşamlarımızın sekteye uğraması ya da finansal olarak zora düşmek gibi kendimize ait şeylerin dışında daha büyük bir tablonun üzüntüsünü duyuyoruz. Belki de daha sıkıntı verici şey o; üniversitenin, memleketin durumuna dair kötü bir tablo bu. Eninde sonunda, herkesin üniversite dışında bir şeyler yapabileceği de açık. O zaman da öyleydi. Halihazırda 3 sene civarında bir vakit geçtikten sonra da görüyoruz zaten. Herkes üretimine devam ediyor. Akademik, entelektüel üretim bir biçimde sürüyor. Üniversiteden ayrı kalmak, üzücü bir şey; fakat üniversitenin dışında da var olmaya devam edebiliyoruz. Çok da karalar bağlanacak bir durum yok ortada. Tabii ki hiç üzülmediğimi, kederlenmediğimi söyleyemem. Üniversitede çalışırken de orayı tek mücadele alanı olarak görmüyordum. Mücadele derken de öyle büyük harfli ‘Mücadele’den bahsediyor değilim. Kendi küçük katkılarımızdan bahsediyorum. Üniversite, var olunacak tek alan değil. Elbette orada var olmanın yollarını bulmak gerekiyor, hukuki süreç devam ediyor, fakat dışarıyı da boşlamamak lazım. O yüzden de üzüntü, hınç gibi hisler kısa sürede benim için başka bir alana taşındı. Kendim için neşe üretecek etkinlikler, üretim alanları bulmaya çalıştım. Şimdi de onlarla uğraşıyorum.

Eskişehir’den Bolu’ya giden bir hocamız para kazanmak için inşaatlarda çalışıyordu. Bazı hocalarımız da cafe açtı. Siz yayınevi açtınız. İçiniz de bir kırgınlık var mı? Bu böyle olmamalıydı dediğiniz bir şey ya da bir bekletiniz var mıydı? Beklediğiniz desteği aldığınıza inanıyor musunuz?
Üniversite elbette bir şekilde geçim kaynağımızdı, ama aslen entelektüel çalışmalarımızı sürdürdüğümüz bir yerdi. Üniversiteyi geçim kaynağı olarak düşünmeye başladığınız zaman bunu emek ve emek sömürüsü düzleminde de düşünmek gerekiyor. O dönemki tartışmalarımızda şöyle bir perspektifi savunuyordum: Üniversiteye, üniversitedeki konumlara sahip çıkmak önemli ve geçerli bir tavır. Bir yandan da üniversiteden atılmaktan ötürü büyük bir küskünlük yaşamak, aslında üniversitenin entelektüel emeğin sömürüldüğü bir alan olduğunu görmezden gelmek demek. Bunu gözden kaçırmamalı. Üniversitelerdeki odalarımızı, sınıflarımızı, kütüphanelerimizi, öğrencilerle bir araya geldiğimiz alanları fazla romantize edersek; entelektüel emek sömürüsünü görmezden gelmiş oluyoruz. Oranın kurumsal biçimlerinden ve içeriklerinden dışarıda bir yerde de aynı faaliyetleri sürdürebilir hale gelene kadar uğraşmak gerekiyor. Kırgınlığa gelince, elbette bize destek veremeyen ya da vermemeyi tercih eden meslektaşlarımıza bir kırgınlığım var ama bu kırgınlık kısa süre içinde yerini ‘hadi tamam artık, bundan sonra ne yapacağız’ motivasyonuna bıraktı. Üniversiteye gidiyor muyum? Gitmiyorum. Atıldığım üniversitenin kampüsüne uğramadım. Bunu bir kırgınlık ifadesi olarak görmek mümkünse evet, kırgınım. Ama artık üniversite dışındayız.

Ben sizde her şeye rağmen umut üretmek, neşe içinde olmayı gördüm. Söylemek istediğiniz bir şey var mı? Son söz nedir?
Neşe üreten eylemliliklerin içerisinde bulunmaktan başka bir çare görmüyorum ben. Bunu daha önce de söyledim. Büyük bir siyasi laf olarak da söylemiyorum. Hakikaten minör/mikro siyasetin bir güzergâhı olarak söylüyorum; benim kendim için tespit ettiğim ve uygularken haz aldığım şey bu. O yüzden de herkese de öneriyorum. Neşe benim için bu kanaldan akıyorsa, muhtemelen başka insanlar için de öyle olacaktır. Herkese neşe üretecek eylemlilikler içerinde bulunmayı, öyle fırsatlar varsa onları kaçırmamayı, fırsatlar yoksa da öyle kanallar açmanın yollarını aramayı tavsiye ederim.

ÖNCEKİ HABER

Arap Coğrafyasında geçen hafta | İdlib-Trablus ve Türk-Rus ilişkileri

SONRAKİ HABER

ÖDP, 8'inci olağanüstü kongresinde ismini "Sol Parti" olarak değiştirdi

Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa
Evrensel Ege Sayfaları
EVRENSEL EGE

Ege'den daha fazla haber, röportaj, mektup, analiz ve köşe yazısı...