12 Aralık 2019 23:53

Boyun eğmedi bu çocuklar

Boyun eğmedi Sinan, Erdal, Ercan. Boyun eğmedi bu çocuklar. Boyun eğmeme zamanı dostlar. Karanlığı savura savura yürüyenlere de, gelecek kuşaklara da borcumuz, sorumluluğumuz var.

Fotoğraf: Evrensel

Paylaş

Meral BEKAR

Erdal ile Mamak cezaevinde tanıştım. Ben 28 yaşında yurtsever devrimci bir öğretmen, Erdal 17 yaşında yurtsever devrimci bir lise öğrencisi idi.

1980 Şubat. Havalandırmaya çıktıklarında, koğuş penceremizden erkek arkadaşlarla konuşabiliyorduk. Erdal’ın cezaevine getirildiğini ve bir hücrede işkence gördüğünü öğrendikten kısa bir süre sonra da Erdal ile her gün görüşebilir olduk. Ne mi konuşurduk? Her şeyi... Ülkede ve cezaevinde olup bitenleri; çok sevdiği ve aynı hücreyi paylaştığı Necdet Adalı ile boğuşmaları, muziplikler, espriler, dalga geçmeler... Her konuşmamızda çok mutlu olur, çok eğlenirdik.

Bir ay içinde Erdal’ın davası görülmüş cezası kesilmişti bile. Acelesi vardı cellatların; gözdağı vermeleri gerekiyordu.

28 Ağustos 1980. 12 Eylül’e daha varmadan, yüzlerce asker palaskası, copu, postalıyla vahşi bir saldırıda çiğnendi erkek arkadaşlar. Üç çocuk babası bir arkadaşın öldüğünü zulamızdaki radyodan öğrendik. Tutukluların direnci kırılmış örgütlülüğü dağıtılmıştı. Konuşmak şurada dursun pencerelerden bakmak bile yasak. Günün her anını kuşatan sistematik işkence başlamış, cezaevi bir işkencehaneye dönüştürülmüştü. Bu tarihten sonra Erdal ile hiç konuşamadık. Erkek arkadaşlara ve Erdal’a inip kalkan copları, aşağılamaları bedenimizde hissederek aktı zaman.

1980, Aralık’ın ilk günleri. Erdal’ın özel bir hücreye alındığını duyduk. Tek başına. Anlamıştık. Görüş yerine giderken, kepenkleri kapalı bu hücrenin önünde bekletiliyoruz.  Biliyoruz, Erdal orada. Askerle konuşmak da yasak ama “Eşyam geldi mi?” diye seslendim. Erdal tanır nasıl olsa sesimi, anlar aslında ona seslendiğimi. Gülüyor Erdal’ın öksürüğü sanki. Göremesek de birbirimizi, kucaklaşıyoruz sımsıcak bir hasretle.

Günlerdir tetikteyiz. Kulağımız, kalabalık ayak seslerinde geceleri. Gazetelerin gelmesini bekliyor, bir gün daha nefes alıyor yine bekliyorduk karanlık geceyi. 13 Aralık... Gazetelerden öğrendik. Mazgal önündeki askerler tarafından görülemeyen o küçücük alan tıka basa dolu 80 kadınla. Saygı duruşu; bütün koğuş işkenceden geçirilmesin diye yavaş sesle söylenen türküler, ağıtlar, marşlar... Yutkunmak bile ne kadar zor. Gözlerimiz yanıyor gözyaşlarımızdan. Böyle anabilmiştik Erdal’ı, bu kadarını yapabilmiştik o koşullarda.

1981, Mayıs... Cezaevine dönüştürülen 2 yıllık eğitim enstitüsünde kadınlar... 6 Mayıs’ta tüm kadınlar birlikte Denizleri anacağız ve Erdal’ı. “O, genç bir yiğitti o” diye başlayan şiirimizi yazıp bu anma için besteledik. Koğuşa dönüştürülmüş bir “sınıf”ta toplanıp bu kez en gür sesimizle andık Erdal’ımızı.

Bir yıl sonra, 13 Aralık 1981. Hava buz gibi soğuk. 18 ayrı tabutluğa konulmuş 30 kadın. Kadınlar koğuşunun diğer yarısı, 10 gün sonra, biz koğuşa çıktığımızda getirilecek tabutluklara. Birden bir ses çınladı sessiz taş duvarlarda. Her hücreden, her bir kadın, hep bir ağızdan büyük bir coşkuyla devamını haykırdı; “O, genç komünistti o...” Nöbetçi askerler şaşkınlıktan hiçbir tepki vermeden dinliyor bizi. Erdal’ın o körpecik ama kocaman yüreği buz gibi tabutluklarda sımsıcak etmişti içimizi.

Faşist darbenin tetikçisi Cezaevi Müdürü Albay Raci Tetik, amaçlarının, mahkumların gözlerini “ölü balık gözü”ne çevirmek olduğunu itiraf etmişti. Tanığıyım. Tek başına bu söz bile yeter sanırım yaşatılanları anlamaya. O kocaman yüreğiyle Erdal, işte o koşullardan çıkıp yürüdü darağacına. Hiç kolay değildi darağacındaki o dik duruş. O koşulları yaşamış biri olarak saygım büyük Erdal’a. Sevgim ise burnumun direğini sızlatır adını her andığımda.

Boyun eğmedi Sinan, Erdal, Ercan. Boyun eğmedi bu çocuklar. Yine ağır bir süreçten geçiyoruz. Bugün de dayatıyor hayat. Üstelik her alanda ve her birimize... El ele verip, seslerimizi soluklarımızı birleştirip, geleceğimize sahip çıkmazsak eğer, daha da büyük acılar yaşanacak.

Boyun eğmeme zamanı dostlar. Karanlığı savura savura yürüyenlere de, gelecek kuşaklara da borcumuz, sorumluluğumuz var.

ÖNCEKİ HABER

Parantez içindeki çizgilere sığmayan hayatlar; Erdal

SONRAKİ HABER

TEMSA’nın satışı hileli ve planlı mı?

Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa
Evrensel Ege Sayfaları
EVRENSEL EGE

Ege'den daha fazla haber, röportaj, mektup, analiz ve köşe yazısı...