04 Aralık 2019 00:40

OSTİM: Çocuk emeği sömürüsüyle ayakta kalan sanayi havzası

Çocuk işçilik merdiven altlarında, kuralsız işçi çalıştıran kötü patronların işi mi? 15 yaşındaki Ahmet’in çalıştığı elit sayılabilecek fabrikaya bakıldığında sistemden kaynaklandığı görülüyor.

Paylaş

Ayhan AYDOĞAN
Ankara

15 yaşında OSTİM’de çalışan Ahmet’in yanındayız. Zaten OSTİM’de herhangi bir yerde dursanız da 15 yaşındaki bir çocuk işçinin yanındasınızdır. Yasal olanından yasal olmayanına çocuk işçilik burada istisnai değil ana akım bir durum. Genel anlamda OSTİM’de dört tip çocuk işçilik var. Çıraklık okuyup 500-600 liraya haftanın beş günü çalışanlar, meslek lisesinde okuyup haftanın üç günü görece daha iyi bir harçlığa(!) çalışanlar, işçi olmak için yılda 12 bin lira okula verip akıllı liseye giden çocuklar, bir de çalışma şartlarını tanımlamaya edebi gücün yetmeyeceği mülteci çocuklar. Konuştuğumuz Ahmet çıraklıkta okuyor.

Ahmet’e öncelikle niye çıraklık okuduğunu soruyoruz. Çıraklığa göre meslek liselerinin işyerinde daha az, okulda daha fazla zaman geçirdiğini, meslek liselerinin okulda geçirdikleri zamanın üniversite kazanmaya yetmediğini en azından kendilerinin sürekli fabrikada olduklarını ve böylelikle işe yatkınlıklarının arttığını söylüyor. Bazı arkadaşlarının paraya çok ihtiyacı olduğu için çıraklıktan ayrılıp açık liseye geçtiğini ve işyerlerinde yasa dışı da olsa daha iyi bir ücrete çalıştığını söylüyor. Kendinin neden açık lisede okumadığını sorunca, savunma sanayinde kalifiye işçiliğin olduğunu onların da çıraklık ve meslek lisesi dışında işçi çalıştırmadığını anlatıyor. Yani gelecekte daha tercih edilebilir bir işçi olmayı şimdi neredeyse para kazanmadan çalışmaya yeğlediğini söylüyor. Akıllı liseye gidebilen öğrencileri ise Ahmet çok şanslı görüyor. Akıllı lisenin OSTİM İşveren Derneğiyle anlaşmalı olduğunu zaten bunun başlı başına bir avantaj sağladığını belirtirken, tüm OSTİM’e tezgah satan firmanın akıllı liseye de tezgah verdiğini, oradaki öğrencilerin kendileri gibi fabrikada sürünmeye gerek kalmadan tezgah yazılımlarına ve tezgaha parça bağlamaya hakim olduklarını anlatıyor.

KOLUMU AÇINCA BİR TUŞTAN BİR TUŞA UZANAMIYORUM

İşyerinin fiziki durumunu konuşurken alet ve makine yapısının hemen hemen hiçbirinin çocuk fiziğine uygun olmadığını, onların boyutuna göre yapılmadıklarını söylüyor. Fabrikadaki makinelerin fiziki durumunu Ahmet şöyle açıklıyor:

“Şu anda çalıştığım tezgahın kapağının kapanması için sağ ve sol elimle aynı anda iki farklı çalışma düğmesine basmam lazım, makine başlarken makinenin kesici alanında iki elimin de olmaması için üretici firmaların aldığı teknik bir önlem bu. Yani iki elinizde uzakta, düğmede olursa elinizi bıçağa kestiremezsiniz. Ama ben kolumu açınca bir tuştan bir tuşa uzanamıyorum. Yani kendi başıma makineyi başlatamıyorum. O yüzden işveren biz bir tuşa basarken diğer tuşa basacak adam tuttu. Sürekli gezerek çıraklıkların makinelerini başlatıyor. Patron da bizle dalga geçiyor ‘Az yiyorsunuz büyümüyorsunuz sizin tuşa basmak için işe adam alıyoruz’ diyor.”

Ahmet’in bu anlattıklarından sonra 14 yaşındaki bir çocuğun yetişkinler için yapılmış bir makineye fiziki olarak yeterli olamamasından ötürü ve asgari ücretle çalışan bir babanın 600 lira ücret alan çocuğu olarak yeterli beslenip kollarını uzatamadığı için, patronlara bir özrü, borcu olduğu kanaatine vardık.

GÜNEŞ GÖRMEMEK KEMİK GELİŞİMİNİ OLUMSUZ ETKİLİYOR

Ahmet’in asıl şikayet ettiği ve hormonlarının dahi yeterli çalışmasını engelleyen konu ise ‘güneş ve yapay aydınlatmaya’ yeteri kadar maruz kalamaması. Ahmet’e doktorun söylediği böyleymiş. Ahmet bu işin çok üstüne düşmemiş ama biz bu kısmı biraz açalım. Zaten hemen hemen herkes gibi karanlıkta işe gelip karanlıkta işten çıktığı için, güneşi muhtemelen sadece hafta sonu doğan bir gök cismi olarak düşünse yeridir diyeceğimiz Ahmet, işyerinde de bir çocuğun kemik ve hormonal gelişimi için maruz kalması gereken aydınlanmaya maruz kalmıyor. İlk başta akıllara işverenin aydınlanma masrafını azaltmak için lambaları kıstığı gelebilir ama işyeri aydınlanması yönetmeliğe uygun. Gelin görün ki yönetmelikte bulunan ‘montaj yerlerinde 1000 lüks’ aydınlanma birimi 25 ve 40 yaş aralığındaki erkek bireyler temel alınarak ölçülmüş verilerdir. Yani yönetmeliğe uyan veriler dahi 14 yaşındaki bir çocuğun kemik ve hormonal gelişimini olumsuz yönde etkileyen veriler.

IŞIK BİLE SINIF SAVAŞININ KONUSU

Hazır bu kısmı açmışken tarihten de bir referans vermeden geçmeyelim. Sovyetlerin güneşi az gören yerlerinde ışın odaları kurularak tüm çocukların yapay da olsa güneş ışığına ideal seviyede ulaşması bir halk sağlığı politikasıydı. Bizim ülkemizde ise işçi emekçi çocukları her gün doğan güneşi ıskaladıkları gibi çocuklara yasal karanlık ortamlarda üretim yaptırılıyor. Yani, aslına bakılırsa ışığın işçilerin yüzüne vurup vurmaması gibi hayatın temel gereksinimleri dahi sınıf savaşının bir konusu.

PATRON MÜLTECİ İŞÇİLERİ SÖMÜREMEMEKTEN YAKINIYOR

Ahmet’in patronu Ayşe Hanım’la yaptığımız ayak üstü görüşmeyi aktarmakta fayda var. Zira patronun çocuk işçiliğe bakışı Ahmet’in söylediklerinin ağırlığında çarpan etkisi yaratıyor.

Görüşme yaptığımız işyeri, ASELSAN’a taşeronluk yapan bir firmanın taşeronu. Patrona ‘Neden asıl taşeron olmadıklarını’ sorduğumuzda, savunma sanayinde ihale almak için iş güvenliğini de içeren kalite ve yönetim belgelerinin sürekli yenilenmesi gerektiğini, ayda bir kalite belgelerinin revize edildiğini, bunun için de devamlı bir iç denetçi ve danışman kadrosuyla çalışması gerektiğini söylüyor. Bu üretim dışı ve sürekliliği olan maliyeti kaldıramayan fabrikalar ana firmanın ihale şartlarına belge olarak yeterlilik sağlayamadıkları için, işin çoğunu yürütseler dahi kârın en küçük kısmını alıyorlar. Ana konumuzdan bir miktar sapma olacak ama patronun da belirttiği üzere çevre ve işçi sağlığı standartlarını belirleyen İSO, OHSAS, TS gibi standartlar, işçilerin daha güvenli bir ortamda çalışmasından çok, kendi içlerindeki rekabeti ve hiyerarşiyi denetlemeye yarayan, büyük avcıyla küçük avcı arasındaki denge unsurlarından bazıları.

LİSE ÖĞRENCİSİ SÖMÜRÜSÜYLE AYAKTA DURUYORLAR

Ahmet’in patronuna göre OSTİM’i kriz ortamında dahi ayakta tutan iki şey; savunma sanayine çalışıyor olmaları ve meslek lisesi yasasının ‘10’dan az işçi çalıştıran firmalarda çıraklık ve meslek lisesi öğrencisi çalıştırabilir’ şeklinde değiştirilmesi. Yasa değişmeden önce 25 işçi çalıştıran ve hiç meslek liseli bulunduramayan bu işyeri, yasadan sonra 15 işçiyi işten çıkartıp 30 tane meslek lisesi ve çıraklık öğrencisi almış, hem işçi sayısını iki katına çıkarmış hem işçilere ödediği parayı beşte birine indirmiş.

Çalıştırdığı çırakların sosyal gelişimini konuşurken patron, çocukları ‘alık’ olarak nitelendiriyor. Bunun da sebebini okulda çok az bulunmalarına, dışarda sosyalleşemeyip tüm zamanlarını burada geçirmelerine bağlıyor. Bu duruma çözümünü sorduğumuzda ise çırakların işyerinde geçirdikleri gün sayısını azaltıp, çıraklık öğrenci sayısının arttırılması gerektiğini, böylelikle işyerlerinin üretim kapasitesinin de düşmeyeceğini söylüyor. Patronun en hayıflandığı konu ise kendilerinin savunma sanayi taşeronu olduğu için, iç denetlemelerinin sigortasız mülteci işçi çalıştırmasına izin vermemesi. Diğer firmaların denetlenmediği için çok sayıda mülteci çocuk işçi çalıştırdıklarını böylelikle üretim maliyetlerinin çok düştüğünü, bunun da haksız rekabet yarattığını söylüyor. İşverene göre buna ya tamamen fiilen göz yumulmalı ya da hiçbir şekilde çalıştırılmamalı. 600 TL’ye 30 çıraklık işçisini çalıştıran bir firmanın hâlâ işçi maliyetini düşürmeye çalışması sistemin kâr tatminsizliği üzerine sanırız epey kafa açıcı olmuştur. Patronun durumu ve arayışları bu yöndeyken Çırak Ahmet tahmin edersiniz ki başka bir hayat yaşıyor.

ÖNCEKİ HABER

Irak’ta çalışan işçiler 6 aydır maaşlarını alamıyor

SONRAKİ HABER

Geçinemeyen öğrenciler çareyi günübirlik işte buluyor: Şu an dersim var, ben işteyim

Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa