14 Eylül 2019 20:00

Avrupa'nın Gündemi | Avrupa yaptırımları yoksul halkları cezalandırıyor

ABD son yıllarda, sadece son dört yıldaki 2 bin yaptırımın da dahil olduğu 8 bin yaptırım uyguladı. Yaptırımların hepsi zengin ülkelerin yoksul ülkelere uyguladıkları cezalandırmalar.

Fotoğraf: Pixabay

Paylaş

Batılı zengin ülkeler, son yıllarda giderek artan sayıda ülkeye ekonomik yaptırımlar uyguluyorlar. Şimdilerde dünya nüfusunun yaklaşık üçte biri ekonomik yaptırımlardan etkileniyor. Yaptırım kararları “ülkenin yöneticilerinin yanlış politikalarıyla mücadele” adına alınıyor. Almanya’da yayınlanan Neues Deutschland gazetesindeki analizde, yaptırımlarla yoksul ülkelerin yoksul halklarının kolektif olarak cezalandırıldığına dikkat çekiliyor.

Fransa’da Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron, emeklilik reformunu resmen gündeme getirdi. Hazırlanan taslak üzerinden gelecek 6 ay boyunca bu konu tartışılacak. Bu vesileyle Macron, reform tasarısını kaleme alan Jean-Paul Delevoye’u bakan olarak atadı. CGT ve FO sendikaları şimdiden 21 ve 23 Eylül'de eylem kararı açıkladılar. İspanyol ABC gazetesinden çevirdiğimiz makale, Delevoye’un hükümete atanmasının analizi üzerinden Macron hükümetinin giderek sağa kayma stratejisini ve bunun arkasındaki hesapları ele alıyor.

İngiltere’de parlamentonun beş haftalık askıya alınma süreci başlarken Boris Johnson hükümeti, milletvekillerinin zoruyla anlaşmasız Brexit üzerine öngörülen olasılıkları yayınlamak zorunda kaldı. Hükümet ilaç sıkıntıları, sınır kapılarında günlerce sürecek uzun kuyruklar ve sivil karmaşa öngören dökümanın sadece “en kötü senaryo” dökümanı olduğunu iddia etse de pek inandırıcı değil. Halkın anlaşmasız çıkışa yönelik tedirginliği de giderek artıyor.

YOKSULLARIN KOLEKTİF CEZALANDIRILMASI

Fabian GOLDMANN
Neues Deutschland

Ekonomik yaptırımlarla diktatörler cezalandırılıp insan hakları ihlalleri ortadan kaldırılmıyor, tam tersi yoksullar kolektif şekilde cezalandırılıyor.

Çin’de göstericiler dövüldüğünde, Körfez’de bir tanker kaçırıldığında veya Brezilya’da yağmur ormanları yakıldığında Batı’da politikacılar hemen yaptırım çağrısı yapıyor. Bombalara ve füzelere karşı ‘barışçıl’ yaptırım alternatifleriyle, halkların kendi diktatörlerinden kurtarılacağı düşünülüyor. Halbuki yaptırımlar hiçbir işe yaramayan, dünyayı iyileştirmeyen, tam da tersi en yoksulların hayatını daha da kötüleştiren önlemler.   

Araştırmalar, ekonomik cezai önlemlerin neredeyse hiçbir zaman hedeflerine ulaşmadığını gösteriyor. Son 80 yıldaki yaptırımların yüzde beşi bile işe yaramadı. Ekonomik ambargolar, banka hesaplarına el konulması veya yaptırım yapılan ülkelerin vatandaşlarına getirilen dolaşım yasakları, Esad’ın gücünü zayıflatmadı, Putin’i Kırım’dan vazgeçirmedi. İran’da, Küba’da, Myanmar’da veya Kuzey Kore’de insanlar, Batı’nın ekonomik yaptırımlarından büyük zarar gördü ama egemenlerin kılına bile dokunulmadı.  

Batı’nın yaptırım politikaları yalnızca insan haklarına yönelik suçları önlemede başarısız olmuyor tam tersi onların artmasına yol açıyor. İşkence, muhaliflere yönelik gözaltı ve yargısız infaz gibi baskıcı önlemler yaptırım uygulanan ülkelerde azalmıyor. Despotlar cezai önlem tehdidiyle, dış düşman yaratarak güçlerini birleştiriyor, muhaliflerin etkisini kırıyor.

Yaptırımlar hemen hemen hiçbir zaman siyasi değişime yol açmıyor. Uluslararası insani yardım kuruluşları tarafından yayınlanan raporlar, her şeyden önce bu tür önlemlerden sivil halkın zarar gördüğünü ortaya koyuyor. Ekonomi çöküyor, zenginle yoksul arasındaki uçurum derinleşiyor. Çoğu ülkede insani felaketlere yol açılıyor.

Birleşmiş Milletler Çocuk Fonu’ndan (UNICEF) yapılan açıklamaya göre, 1990’larda Irak’a yönelik kapsamlı yaptırım 500 bin çocuğun ölümüne yol açtı. Şimdiki yaptırımlarda gıda ve ilaçlara konan ambargo istisnai durumda yer alıyor.  Ancak yaptırım yapılan ülkenin parasının uluslararası dolaşımdan kaldırılması, ihracat yasağı, vb. zenginler parayı verip ihtiyaçlarını karşılarken, yoksulların hayati ihtiyaçlarını karşılamakla mükellef olan devletleri bahane bulup bu görevi yapmaktan imtina etmeye yöneltiyor.  ABD’nin Venezuela’ya, AB’nin Suriye’ye veya Kuzey Kore’ye karşı uluslararası yaptırımlar, gıda ve sağlık hizmetlerinin çökmesine, hatta yardım örgütlerinin parasızlıktan çalışmalarını durdurmasına neden oldu.  İnsani felaket kaçınılmazdı.

Haziran ayında BM tarafından Venezuela’ya yönelik yaptırımların sonuçlarını araştırmakla görevlendirilen ABD’li insan hakları savunucusu Alfred de Zayas günümüzdeki ekonomik yaptırımları Ortaçağ’daki şehir kuşatmalarına benzetiyor. İkisinin de amacı ‘düşmanı’ zayıflatarak teslim olmaya zorlamak.

Bu ‘kuşatmalar’, yıkıcı etkilerine rağmen, şimdi her zamankinden daha popüler. BM Güvenlik Konseyi son on yılda 150’den fazla ekonomik yaptırım kararı aldı. Karşılaştırma yapılacak olursa; 1990’larda sadece 5 yaptırım kararı alınmıştı. ABD son yıllarda, sadece son dört yıldaki 2 bin yaptırımın da dahil olduğu 8 bin yaptırım uyguladı. Şu anda 30’dan fazla ülke de AB’nin yaptırım politikasının hedefinde.

Şimdilerde dünya nüfusunun yaklaşık üçte biri ekonomik yaptırımlardan etkileniyor. Yaptırımların hepsi zengin ülkelerin yoksul ülkelere uyguladıkları cezalandırmalar. Bazen tek ülke olarak, bazense birlikte kararlar alıyorlar. Aldıkları kararların hedefi insan hakları ihlalleri, diktatörler değil. Tam tersi bu ekonomik yaptırımlarla yoksulların kolektif cezalandırılmasına yol açıyorlar. Bu nedenle yaptırımlar suçluları cezalandıran değil insanlık suçu işlenen araçlar.

(Çeviren: Semra Çelik)


ANLAŞMASIZ BREXIT’İN ÇİRKİN GERÇEĞİ

Guardian
Başyazı

Kabine Bakanı Jacob Rees-Mogg’un danışman nörolog David Nicholl’a ahlaksız saldırısı, zorbalığıyla gurur duyan bir hükümet için bile bir dibe vurma noktasıydı. Yeni yayımlanan anlaşmasız Brexit planı ‘Sarıçekiç’ dosyasının risk listesini hazırlayan Dr. Nicholl, bir radyo programında Rees-Mogg’a “AB’den anlaşmasız ayrılmayı sizin gözünüzde katlanır kılacak ölüm oranı nedir?​” diye sormuştu. Bakanların düşünülemezi olağan gösterme çabasına direk bir meydan okuma olduğu için de Rees-Mogg’un cevabının sert olması doğaldı. Fakat Dr. Nicholl’u aşı-karşıtı, doktorluktan atılan Andrew Wakefield’a (Birleşik Krallık’ta çocuklara vurulan kızamık-kızamıkçık-kabakulak MMR aşısının otizme yol açtığı yalanını beslemek için yaptığı araştırma sonuçlarıyla oynadığı için) benzetirken gösterdiği küstahlık Rees-Mogg’un kabine arkadaşları arasında bile tepki buldu ve özür dilemek zorunda kaldı.

Sarıçekiç yayınlanınca Dr. Nicholl’un meydan okuma zorunluluğu hissi anlaşıldı. Anlaşmasız Brexit tam bir kaos reçetesi; ülke çapında herkesi ürküten olasılıklar listesinin başında medikal erzak kıtlığı geliyor. Acı bir boşanmanın uzun dönemli etkisi stratejik olarak daha zararlı olsa da; iki gün süren trafik sıkışıklıkları, enerji fiyatlarında artış, sivil kargaşa ve temiz su eksikliği Johnson’un anlaşmasız çıkış yaygarasına kapılanları bile ürkütecektir.

Özellikle kriminal ve teröristlerin aktif olduğu sınır bölgelerinde karaborsanın tekrar canlanmasının “olasılıklı” olduğu Cebelitarık ve Kuzey İrlanda için ise tablo daha vahim. Brexit politikasının tüm garipliklerine rağmen bakanların böyle uyarıları parlamento ve halktan saklayabileceklerini düşünmeleri ise inanılmaz. 

Sarıçekiç’in en kötü durum senaryosu olduğu ve bir anlaşmanın hâlâ mümkün olduğuna dair iki yönlü hükümetin zararı sınırlama çabasına dikkatli yaklaşmak gerekiyor. Sarıçekiç’in diğer versiyonlarının ‘baz senaryo’ olarak adlandırılması, gerçekleşmesi olasılıklı olmayanlar yerine olacağına inanılanların bir göstergesi olduğuna işaret ediyor. Yeni bir anlaşmanın mümkün olduğu açıklamaları ise Amber Rudd (İş ve Emeklilik eski bakanı, İçişleri Bakanlığı da yapmıştı) ve Jo Johnson’un (Üniversite, Bilim, Araştırma ve Teknolojik Gelişme eski Bakanı, Boris Johnson’un kardeşi) istifa ifadeleriyle bağdaşmıyor. 

Angela Merkel’in düşük-vergili, düşük-düzenlemeli bir “Thames üzerinde Singapur”un kapısının eşiğinde AB’ye risk yaratacağı uyarısı daha aydınlatıcı. Brexit delegesi Davis Frost, Johnson’a yönelik, Theresa May’in sosyal ve çevre düzenlemelerinde standartları yüksek tutma sözünden geri adım atmak istediği beyanını takiben bu tür tehditlerin ciddiye alınması, AB içinde ya da dışında olsun, Britanya’nın komşularıyla olumlu bir ilişki içerisinde olmasını isteyenleri telaşlandırıyor. Britanya’nın böyle bir adımı atmasını takiben AB ile ticari müzakerelerde yaşanacak muazzam zorluklar göz önüne alındığında, bu tür beyanları, AB’ye İrlanda konusunda geri adım attırmayı amaçlayan boş böbürlenmeler olarak görmek cazip gelebilir. Fakat Sarıçekiç, Birleşmiş Krallık’ın Brüksel sürecini rayından çıkaracak, üye ülkelerle karşılıklı “yan anlaşmalar” yapma çabası içerisinde olduğuna dair Fransız Dışişleri Bakanı’nın uyarısını destekleyen deliller ortaya koyuyor. 

Parlamento anlaşmasız çıkışı neredeyse imkansız kıldığı için Sarıçekiç’in öngördükleri, AB’den bir uzatma alınamasa dahi, o kadar da ürkütücü olmamalı. Fakat Başbakan’ın yakın çevresinin, daha geçen hafta sonu, ülkeyi hazırladıkları yakın-geleceğin isyanlar ve erzak sıkıntılarıyla dolu olabileceğine inanması gayet endişelendirici. 

(Çeviren: Haldun Sonkaynar)


FRANSA: DELEVOYE İLE BİRLİKTE TAM GAZ SAĞA

Juan Pedro QUINONERO 
ABC

Emmanuel Macron sosyal Katolisizm eğilimleriyle hükümetini sağa doğru kaydırıyor ve bunun amacı zor siyasi projelerini, yani emeklilik sistemi reformunu hayata geçirmek. Bu hedef elde patlayabilecek bir bomba olarak son otuz yıl içinde birden fazla hükümeti yıktı. 3 Eylül Salı günü Jean-Paul Delevoye Emeklilik Yüksek Komiserliğine atandı. Yirmi beş yıldır iyi bildiği bir konu zira Jacques Chirac’ın iktidarında 2002 ile 2004 arasında Kamu Hizmeti Bakanı iken bu dosya üzerinde çalışmıştı.

Cumhurbaşkanı 4 Eylül Çarşamba günü, gelecek altı için devletin büyük siyasi hedeflerini belirlemek üçere Elize Sarayı’nda bir hükümet toplantısı gerçekleştirdi. Gündeme gelen en temel dosya hangisiydi? Tabii ki Macron’un cumhurbaşkanlığı döneminin en kapsamlı projesi olan ulusal emeklilik sistemi, bu vesileyle Jean-Paul Delevoye, Chirac döneminde bakan olduktan sonra ilk defa bir bakanlar kurulu toplantısına katıldı. Kapak yuvarlandı tenceresini buldu. 

Macron ve Delevoye’un ortak bir noktaları var ve küçümsenecek bir ortaklık değil bu.  İkisi de Amiens kentindeki dinci Cizvit (Jesuite) okulu olan “La Providence” (Tanrının inayeti) okulunda okudu, eşi Brigitte Macron da bu okulda öğretmendi. Delevoye, ahlaki ve kültürel kimliğini, dinsel kurumunun sert disiplini altında bu okulda geliştirdi.

Başkan Macron, cumhurbaşkanlığı döneminin ikinci bölümüne başlıyor, kuşkusuz en hassas ve en belirleyici olan döneme başlarken ekibinin Katolik ve sosyal eğilimli sağ kanadını güçlendiriyor. Edouard Philippe (Başbakan), Bruno Le Maire (Ekonomi ve Maliye Bakanı) ve Gérard Darmanin (Eylem ve Kamu Hesapları Bakanı) sağdan gelmeler ve daha önce Chirac ve Sarkozy ile birlikte çalışmışlardı.

Bugün Macron’un iktidarında stratejik bakanlıklarda bulunuyorlar. Ve şimdi muhafazakarları ve sosyal Katolikleri birleştiren bu hükümete Delevoye da katılıyor. Le Maire ve Delevoye’un aileleri aşırı Katolik’tir. Darmanin ve Philippe ise General De Gaulle ve Chirac’ın takipçisi olarak sosyal eğilimli sağın temsilcileridir. Emeklilik Yüksek Komiserliğine atanmadan önce Delevoye, 2017’de Macron’un başarılı seçim kampanyasının organizatörlerinden birisiydi. Hükümete girmesiyle Delevoye, 1990’dan bu yana gerek sağdan gerekse de soldan olsun iktidardaki birçok hükümeti parçalayan bir reformu yönetmekle görevlendirildi. Delevoye’un hükümete atanması Macron açısından iki yönü olan bir bahis. Emeklilik reformunun başarılı ya da başarısız olması, Macron’un gelecek cumhurbaşkanlığı seçimlerinin ya en önemli kozu ya da en zayıf noktası olacaktır. Son 30 yıldır belediye başkanı, milletvekili, senatör ya da bakan olarak önemli bir tecrübe biriktiren bu siyasetçi, Macron’un seçmenlerinin sert çekirdeğini oluşturan sağcı ve Katoliklerin desteğini alabilmesi için en önemli kartı olacaktır. 

(Çeviren: Deniz Uztopal)

ÖNCEKİ HABER

Cumartesi Anneleri 755'inci kez buluştu: Anaların gözyaşlarının rengi aynı

SONRAKİ HABER

EYT’liler yarın Adana’da buluşuyor

Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa
Evrensel Ege Sayfaları
EVRENSEL EGE

Ege'den daha fazla haber, röportaj, mektup, analiz ve köşe yazısı...