31 Ağustos 2019 19:58

Demokrasi beşiğinden atıldı

Avrupa'nın gündeminde bu hafta, Britanya’da Avam Kamarasının askıya alınmasıyla artan gerginlik, Fransa’da emeklilik sisteminin değiştirilmek istenmesi ve Almanya'daki ekonomik durgunluk yer aldı.

Görsel: Pixabay

Paylaş

Britanya’da gerginlik Başbakan Johnson’ın Avam Kamarasını (Parlamentosunun seçilmiş milletvekillerinden oluşan bölümünü) askıya almak için Kraliçe’den aldığı izinle olabildiğince arttı. 31 Ekim Brexit çıkış tarihinde anlaşmasız olarak Avrupa Birliğinden (AB) çıkışa hazır olduğunu belirten muhafazakar hükümetin bu adımı bazılarınca darbe ve diktatörlüğe ilk adım olarak nitelendiriliyor. Her halükarda demokrasiye atılan büyük bir darbe olduğu kesin. Bu durumda parlamento üç hafta kapalı kalacak ve çıkış tarihinden bir hafta sonra tekrar toplanabilecek.

İhracata bağımlı Alman ekonomisi verim gerilemesi yaşıyor. ABD’nin tetiği çekmesiyle hızlanan ‘dünya ekonomik savaşları’ ve Brexit’in belirsizlikleri ekonomistleri ürkütüyor. Otomobil sektöründe sarsıntı yaşanıyor, hizmet sektöründe daralma gündemde. Güvencesiz, düşük ücretli, yarım günlük işlerde çalışanların sayısı artıyor.

Fransa’da Macron iktidarı emeklilik sistemini radikal bir şekilde değiştirecek bir reform gündeme getirdi. Bir ömür boyunca çalışmaya bağlı olarak toplanacak puanlara göre hesaplanacak emeklilik maaşı, toplumun en yaşlı kesimini daha da yoksullaştıracağını belirtiyor sendika ve uzmanlar.

PARLAMENTONUN ASKIYA ALINIŞI: DEMOKRASİYE HAKARET

Editöryel/ Guardian

Başbakanın hamlesi yasal olabilir fakat ruhen ahlaksızca bir anayasal vandallık.Boris Johnson hayatında dürüst olmayan birçok şey yazmıştır fakat çok azı Çarşamba günü Parlamentoyu neden askıya alacağını açıklayan milletvekillerine gönderdiği mektubu kadar önemli olmuştur. Başbakan “cesur ve iddialı bir yasal gündemi” başlatabilmek için yeni bir avam kamarası oturumuna gerek olduğunu söylüyor. Bu plana göre Kraliçe, ocak ayı ortasında bir konuşmayla yeni oturumu açacak.

Kimse buna kanmış değil; sadece kabine bakanları liderlerinin sözlerini papağan gibi tekrarlayarak ahmak görünmeye devam ediyorlar. Bu girişim 31 Ekim Brexit çıkış tarihi öncesi kritik dönemde Parlamentoyu susturmak için atılan bir adım. Johnson AB’den ayrılmak için ne yeterli sayıda milletvekilinin desteğini alacağından ne de bu yönde bir anlaşmaya varılacağından emin. Dolayısıyla, yasal denetleme mekanizmasını tamamen ortadan kaldırmayı amaçlıyor.

Bu amaca yönelik kullandığı metot yasal fakat ruhen tehlikeli. Avam Kamarası Başkanı John Bercow bu hamleyi bir “Anayasal zorbalık” olarak nitelendiriyor; muhalefet milletvekilleri de Britanya’da demokrasiye karşı topyekün taarruz olarak gördüklerini ifade ediyorlar. Bazılarının, sosyal medyanın da sesini yükselttiği, retoriğine göre bu bir darbe ve diktatörlüğe giden kaygan yolda ilk adım.

Politik stres dönemlerinde abartı kaçınılmaz ve Johnson’un Birleşik Krallık’ı anayasal bir krize sürüklediği doğru. Durumun ciddiyetini iyi anlayabilmek için bir bütün olarak bakılmalı. Bu hamle, parlamenter demokrasiye karşı atılmış art niyetli ve tasarlanmış bir adım fakat anayasal yöntemin tamamen ortadan kaldırıldığı bir askeri darbe seviyesinde değil. Başbakan, uzun zamandır gösterebileceğini bildiğimiz, sorumsuz  kibrini ortaya koyuyor. Fakat aynı zamanda arkaik tuhaflıklarla dolu Britanya politik sisteminin teknik parametreleri içerisinde hareket ediyor.

Parlamentoyu askıya alması da bu yüzden çok sinsi bir hamle. Herhangi bir güven hilekarı gibi, Johnson’da aldatmacayı gerçeklerle süslüyor. Avam Kamarasının şu anki oturumunun alışılagelmişten uzun olduğu, yasama kararlarının aylar önce durduğu ve yeni hükümetin yeni bir başlangıca ihtiyacı olduğu konularında haklı. Normal koşullar altında, teknik açıdan, Parlamentonun askıya alınması doğru - ve hatta gecikmiş bir adım. Fakat günümüz koşulları asla normal değil. Birleşik Krallık birkaç hafta içerisinde tüm dünya ile ekonomik, diplomatik ve stratejik tüm ilişkilerinin yeniden düzenlenmesiyle (Brexit) karşı karşıya. Başbakan ve kabinesi bu yolda ne kadar zarara yol açıldığını umursamadıklarını açıkça gösterdiler. Gecikmenin yerine iflası tercih ediyorlar. Bu, Parlamentonun denetim ve denge mekanizmalarının son hızla çalıştığı bir dönem olmalı.

Johnson, çıkış tarihi öncesi Brexit’i konuşacak “geniş zamanımız” olacak derken Britanya ve kıta Avrupa’sı arasında anlamlı bir anlaşma isteyen tüm milletvekillerine hakaret ediyor. Bu hakaret bilinçli. Brexit ultraları ve diğerleri arasında kırılma çizgilerini daha da derinleştirmek için bir kışkırtma. Başbakanın parlamentoyu kenara itme çabası başarısız olursa bir seçimle karşı karşıya kalabilir. Kampanya deyimiyle “halkın isteğinin” gerçekleşmesini engellemek için her şeyi yapabilecek olan ‘Remainer’ (AB destekçileri) rakipleriyle sürtüşmeyi tırmandırması bu senaryoya bir hazırlık.

Fakat Johson’un hamlesi sadece Remainerları dehşete düşürmüyor. Parlamentonun askıya alınması, modern toplumda sadece seremonisel bir adım olarak kaldığı sürece tolere edilen bir kraliyet imtiyazı. Kendisi seçim mazbatasına sahip olmayan bir Başbakanın, Avam Kamarası çoğunluğu olmayan bir konuda partizanca gündemine destek yönünde kullanılması, ülkenin en yüksek siyasi makamının büyük bir suistimali anlamına geliyor. Johnson, kraliyete sembolik olarak verilen güçleri gasbederek parlamenter rakiplerine karşı saldırganca kullanıyor. Bunu anlaşmasız Brexit için kullanması AB yanlılarını endişelendiriyor. Bunu yapmaya yeltenmesi bile Britanya demokratik göreneklerine değer veren herkesi telaşlandırmalı.

Çeviren: Haldun Sonkaynar

EMEKLİLİK: SERMAYESİ OLMAYANLARIN ZENGİNLİĞİ

Nicolas Duvoux*/ Libération

“Mücadelelerin anası” artık başladı. Bu sefer buna benzer sıfatlandırmalar abartılı değil, zira Emmanuel Macron’un istediği emeklilik reformu Fransız toplumunun merkezi direklerinden birisini önemli ve temel bir şekilde değiştirecek. İnşası tarihsel bir ilerleme olan bir direk: Hatırlatmak gerekir ki emeklilik ulusal zenginliğin yüzde 14’ü ağırlığında ve İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra kurulduğunda zorunlu emeklilik sistemi yaşlı insanları açlıktan kurtarmıştı. Emekliler içinde yoksulluk oranı toplum genelinde olandan daha düşük, fakat 1970’lere kadar tersiydi. Oysaki yaşlılar içinde yoksulluğun azalması hassas ve tersine dönebilecek bir ilerlemedir ve meselenin önemini doğru ölçebilmek için, çağdaş Fransa’da emeklilik ve sağlığın esas ekseni olan sosyal devletin inşasının yönünü hatırlatmak gerekir.

Occupy Wall Street’den G7’ye kadar eşitsizliklere karşı mücadele sorunu önemli tartışma konulardan birisi oldu. Thomas Piketty ya da Branko Milanovic gibi ekonomistlerin çalışmaları sayesinde akademik tartışmanın merkezine oturan bu sorun ister ülkeler, isterse de dünya çapında gelir dağılımı, gruplar arasındaki dağılıma dikkat çekiyor. Bugünkü toplumlarımızda eşitsizlikler kadın ve erkeklerin kaderleri üzerinde sürekli ağırlığını arttıran mülkiyetin artmasına bağlı. Hissedarların temettüleri ya da mirasını sürekli şişiren gayrimenkul fiyatlarının artması miraslar açısından orta sınıfların doğru tarafından bulunanlar ile (Aşırı zenginlerden bahsetmeye bile gerek yok) diğerleri arasındaki makası daha da açtı. Başta emeklilik olmak üzere sosyal devlet sorunu eşitsizlikler sorununa yakın olduğu kadar temel bir noktada ayrıdır. Yakındır zira sosyal devlet sosyal koruma ve kamu hizmeti mekanizması aracılığıyla özel mülkiyete sahip olmayanlara yönelik var olan eşitsizliği hafifletiyor ve böylelikle eskiden sadece mülk sahibi olanlara özgün olan bir nevi sosyal korumaya sahip olmalarını sağlıyor. Sosyal devlet işçilerin geleceğe serinkanlılıkla bakması, hayatın tesadüflerine karşı durması, geçmişte sadece mülk sahibi olanlara ait olan “Kendine ait olana” sahip olmasını sağladı. Özellikle de işçi ve emekçiler olmak üzere özel mülkiyete sahip olma olanağı en az olanlar emeklilik sayesinde, daha az bir süreliğine ve daha düşük bir gelir olmasına rağmen, emek güçleri yorulduğunda bir aktarma mülkiyetinden faydalanabiliyorlar. (…). Eşitlik adına, 1945’de kurulan sosyal sigortada olan mesleklere göre oluşan çoğulcu ve karışık emeklilik sistemini değiştirerek, bugün gündeme gelen reform emeklilik rejimlerinin çoğulcu olmasından kaynaklanan eşitsizliği teyit etmiş oluyor fakat toplumumuzda merkezi bir role sahip olan emekliliğin insanların geleceğini güvenlik altına almayışını göz ardı ediyor. Zira reform evrensel bir sisteminin şeffaflaşması ve basitleştirilme adına yapılıyor fakat hükümetin istediği puan usulü emeklilik söz konusu puanın değerini siyasi iktidara bağlıyor. Bu ise dönemin güçler dengesinin belirleyeceği siyasi tercihlere ya da ekonomik konjonktüre bağlı. En düşük gelirlilere sunulan sosyal güvenlik sistemi böylelikle daha da zayıflatılmış oluyor. Bu yetersizliği sadece en zenginler, (tüm meslek dallarına göre) ortaklaştırılmış bir genel emeklilik rejiminin büyük olasılıkla yeterince koruyamama olasılığına karşı, sermaye yatırarak örtbas edebilirler. Bu anlamıyla reform saha önceden başlatılmış eğilimi değiştirmek bir yana onu hızlandıracaktır: (2003 yılında uygulanan) Fillon reformu emeklilik maaşlarının düşmesine özel tasarrufla sarılarak gidermenin yolunu açmıştı. (…) Bu anlamıyla sunulan reform kaçınılmaz olarak yaşlılar içinde yoksulluğu arttıracaktır.

(*) Paris 8 Üniversitesi Sosyoloji Profesörü

Çeviren : Deniz Uztopal

ALMANYA’DA İHRACAT MOTORU TEKLİYOR

Steffen Stierle /Junge Welt

İhracata bağımlı olan Alman ekonomisi durgunluğa giriyor. Alman Ekonomik Araştırma Enstitüsü (DIW), ikinci çeyrekte ekonomik verimin yüzde 0.1 oranında düşmesinden sonra, bu çeyrek için yüzde 0.2’lik bir düşüş bekliyor. Ekonomistlere göre, arka arkaya iki daralma çeyreğine bağlı olarak ekonomi durgunluk içinde.

Devam etmekte olan kötü durumun önemli bir nedeni, yaklaşmakta olan “Brexit’in” beraberinde getirdiği belirsizlikler. DIW’nin “Ekonomik Politikalar Bölümünün Başkan Yardımcısı Simon Junker özellikle Polonya, Hollanda ve hatta Almanya gibi Büyük Britanya ile yakından bağlantılı AB bölgelerinde olumsuz ekonomik gelişmeler gözlemlenmekte olduğunu açıkladı. Bir yandan, İngiltere’den gelen talep azalmakta, diğer yandan yatırımcılar öngörülemeyen geleceğe bağlı olarak isteksiz. ABD liderliğindeki küresel ticaret savaşı nedeniyle belirsizlikler daha da artmakta. Dünya pazarında rahatlamanın net belirtileri ise yok.

Aynı zamanda, krizin iş piyasasını da etkilediği gözleniyor. Yarım ya da daha kısa zamanlı işlerde çalışan sayısı bir yıl içinde üç kattan fazla arttı. Çarşamba günü Münih Üniversitesindeki Ekonomik Araştırma Enstitüsü (Ifo) tarafından yayımlanan istihdam barometresine göre, şirketler ekonomik kriz nedeniyle daha az yeni işçi alıyorlar. 9 bin şirket arasındaki anketlere dayanarak aylık olarak hazırlanan barometreye göre ağustos ayı 2014’ten bu yana en kötü aydı.

Berlin ve Münihli ekonomistler, sektördeki krizin şu anda hizmet sektörünü etkilediğini kabul ediyorlar. Ifo Enstitüsü, hizmet sektöründe çalışanların sayısının gitgide azaldığını belirtiyor.

Federal Hükümetin giderek parçalanmış bir dünya pazarı karşısında ihracata olan bağımlılığı azaltma çabasına girdiğiyle ilgili belirtiler de görülmüyor. İklim kriziyle mücadeledeki tartışmalar bağlamında hâlâ bütçede açık olmaması (bütçe disiplini) gerekliliği dayatması bu konuda bazı tartışmaları gündeme getirdi. Başbakan Angela Merkel (CDU), SPD saflarındaki bir küçük isyanı yumruğunu masaya vurarak cevapladı. Sonra sesler birdenbire kesildi. Halbuki Alman İşverenler Birliği bile hükümeti kamu yatırımları lehine bütçe disiplininden vazgeçmeye çağırmakta.

Hükümetin krizi önlemeye yönelik kayda değer tek tedbiri, Çalışma Bakanı Hubertus Heil’in (SPD) sermaye kesimine daha fazla kıyak ve işçilere yeni fedakarlık (İşin olmadığı zamanlarda işçileri kısa süreli çalışmaya mecbur etme) anlamına gelen ‘Yarının Çalışma Yaşamı’ yasası. Yatırım ve iç piyasanın güçlendirilmesi planda yok. Bu, tek yanlı, ihracata bağımlılığı kaldırmayan, işverenlere hediye, işçilere yeni yük vermekten vazgeçmeyen politika ile ekonomik durgunluk somut bir ekonomik krize dönüştürülebilir.  

Çeviren: Semra Çelik

 

ÖNCEKİ HABER

Kadınlara karşı kocalar, eski kocalar, devlet!

SONRAKİ HABER

İmamoğlu Diyarbakır’da: Demokrasi dışı kesimlere karşı birlikte mücadele edeceğiz

Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa
Evrensel Ege Sayfaları
EVRENSEL EGE

Ege'den daha fazla haber, röportaj, mektup, analiz ve köşe yazısı...