"Aydınlanma bilinci ve aydın yükümlülüğü"
Osman Bozkurt, Afşar Timuçin’in geçtiğimiz yıl yayımlanan “Aydınlanma Yazıları” kitabını yazdı.

Fotoğraf: Kadir İncesu
“Aydınlanma bir sürekli devrim olgusudur ve bilincin kendine karşı giriştiği sürekli dönüşüm etkinliğinin bir anlatımıdır.”
Afşar Timuçin
Osman BOZKURT
Bazı toplumlarda aydınlanma yetersizliği bu toplumları karanlıkta fenersiz yürüyen topluluklara dönüştürüyor. Çünkü “Uygar insanın ya da aydınlanmış insanın birbiri içinde iki kaygısı vardır: Geçmişi bilmek ve geleceği görebilmek” ister ve bu doğrultudaki çalışmalarıyla toplumun önünü görmesini sağlayan feneri olur.
Oldum olası günlük basında, süreli yayınlar ve her yıl yayımlanan kitaplar arasında aydınlanma hakkında birçok yazı okuruz. Kimi yazılar olup bitenlerle ilgili serzenişleri, kimi yazılar birilerine övgüyü veya Memet Fuat gibi “Polislerde halk çocuğudur” diyerek kabulü zor uygulamaların hoş görülmesi istencine göre toplumu yönlendirme heveslerini yansıtır. İçlerinde bilgi kırıntıları barındırsalar da derli toplu bütünsel fikir veren yazılara çok az sayıda rastlayabiliriz. Bu da doğası gereği göreceliliği belirgin olan aydın ve aydınlanma sözcüklerinin kavramsal içeriğinin anlaşılmasını daha da zorlaştırıyor. Kavramlar bulanıklaştıkça aydınlanma yerine körelme yaşanıyor.
"AYDINLANMA TARİHİ BÜTÜN BİR TARİHTİR"
Afşar Timuçin’in geçtiğimiz yıl yayımlanan “Aydınlanma Yazıları” bu kavramlar üzerinde bulanıklığa neden olan tüm örtüleri kaldırıyor ve sorunu her açıdan aydınlığa kavuşturuyor. Öncelikle konuyu her yönüyle irdeliyor ve “Aydınlanma bir sürekli devrim olgusudur ve bilincin kendine karşı giriştiği sürekli dönüşüm etkinliğinin bir anlatımıdır” ifadeleriyle anlaşılır bir tanım yapıyor. Tanım aydınlanma kavramının hayatın her alanını kapsayıcı genellik ve dinamik özelliklerini aynen yansıtmaktadır. Çünkü “Düşünmek her koşulda bilinenden bilinmeyene doğru ilerlemektir. Aydınlanma süreçleri de bu ilerleyişte gerçekleşiyor.” Buna göre insanlaşma süreci aydınlanma sürecinin ta kendisidir ve aydınlanma tarihi insanlık tarihinin tamamıdır. Onu 1789’la başlatmak veya XVIII. yüzyıl Fransa’sının ürünü gibi görmek şekilci bir yaklaşım olacaktır. “Düşünce bilinmeyenden bilinene doğru ilerlerken bilim de metafizikten somuta doğru ya da metafizikten fiziğe doğru gelişti.” Hangi açıdan bakılırsa bakılsın “aydınlanma tarihi bütün bir tarihtir.”
“Aydınlanma tarihi doğrudan doğruya kültür tarihidir bile diyebiliriz” saptamasını yapan Afşar Timuçin, tarihi aydınlanma açısından yargılama işini kültür alanında çaba gösterenlerin sorumluluğunda görür. Kültür alanının kendine özgü koşullarına vurgu yaparken, bu tür bir araştırmanın toplumsal-siyasal koşulların incelenmesine ağırlık vermesi gereğini de hatırlatır. Belli ki, “Aydınlanma Yazıları” bu sorumluluk bilincinin ürünüdür. Çünkü Afşar Timuçin’e göre “Gerçek sorumluluklar yasaların belirlediği değil bilincin ve ahlak değerlerinin belirlediği sorumluluklardır. Sorumlu olmakla sorumlu tutulmak arasındaki ayrımı görebilmeliyiz.” Hukuk, toplumların aydınlanmasındaki yetersizliklerin bir yansımasıdır ve bu yüzden sorumlu tutandır. Oysa “Aydınlanmış insan şöyle diyecektir: Sorumlu olduğum için insanım ve insan olduğum için sorumluyum.” Çünkü “Hukuk yetersizliklerimizi acı reçetelerle kapatmaya çalışan bir düzenektir.” Ekonomik, siyasi ve kültürel gelişmişlik düzeyleri farklı toplumların hukuk düzeni de farklılıklar göstermektedir. Geri kalmış ülkelerdeki hukuk düzenlerinin kendi toplumlarını daha çok ve daha acı reçetelerle yönetmesi nedensiz değildir.
Bu noktada demokrasi sorunu ile aydınlanma arasındaki bağ da kendiliğinden ortaya çıkmaktadır. “Aydınlanma bilincinin bir adı da demokrasi bilinci olmalıdır. Aydınlanma bilinci demokrat insanın bilincidir, paylaşmayı ortaklaşmayı birlikteliği kavramış insanın bilincidir (…) Aydınlanma kendine inanmanın olduğu kadar başkalarına inanmanın bilincidir.” Bu yüzden demokrasi bir kültür sorunudur.
"İNSAN OLMAK YARI YOLDA OLMAKTIR"
Aydınlanma bir dönüşüm etkinliği ise bunu bilmediklerimizi öğrenme ya da bilme süreci olarak anlayabiliriz. Bu noktada aydınlanma için eğitimin önemi kendiliğinden gerekliliğini açığa vurmaktadır. Afşar Timuçin “Aydınlanma kültürü ya da aydınlatan eğitim” ve “Bilimin aydınlığı” başlıkları altında, Orta Çağ’ın ortalarında üniversitelerin kuruluşundan başlayarak bu alandaki yetmezlikleri görmemizi sağlayan bir şekilde güncele ayna tutmaktadır. Tarihsel bilgiler veren cümleler olması gerekeni de yansıtmaktadır. “İnsan olmak yarı yolda olmaktır” ve her yeni bilgi, bilmemiz gereken yeni şeyleri sezdirecektir. Bu nedenle eğitim deyince beklenen “Evrensel değerler çerçevesinde kültür üreten” nitelikli bir yükseköğrenimdir.
İnsanlık tarihi, kendisini kuşatan ortamı ve kendisini tarihselliği içinde kavrayan insanın çevresiyle birlikte dönüştüğünü göstermektedir. İnsan, her şey gibi sürekli değişir ama aynı zamanda değişirken değiştirir. Bu onun bilinçli bir varlık olmasının sonucudur. “İnsan bilimde ve felsefede kendini ve evreni girdisiyle çıktısıyla tanımaya yöneldi, sanatta da kendini görmek, kim olduğunu bilmek, nelere gücü yeteceğini, neler yapıp neler yapamayacağını anlamak istedi. Sanatta da sanki görüntüleri aşan bir şeyler vardı, örtülü bir bilim, gizli açık bir felsefe vardı.” Değişim dalgalı süreçler de izlese hep daha yetkin insan olma yönündedir. “Genel düşünceden bilimsel düşünceye geçiş nedensellik fikrine ulaşmakla oldu.” Bu insanın kendisini ve evreni tanıması bakımından önemli bir aşamaydı ve her aşama kendi paralelinde sezgilerinin, zevk ve beğenilerinin değişimini de yansıtıyordu.
"SANATÇININ TUTARLI BİR AYDIN OLMASI BEKLENİR"
Sanat belki nedensellik bağını değil, özgünü aramakla ilgiliydi ve onda “Örtülü bir bilim gizli açık bir felsefe vardı.” Bu yüzden bir edebi eser, kimi zaman bilim insanlarını yeni arayışlara, hatta buluşlara yönlendirebilmektedir. Bununla birlikte gerçek sanatçıların elinde sanat incelirken sanatla ilgisi olmayanların sanatçı sıfatı edinmeleri ve bunlara uyarlı sistemin, kitlelerin beğeni düzeyini aşağıya çektiğini de saptar Afşar Timuçin. Belki de bu nedenle ağır baskı rejimlerinin yıkıcı etkisine rağmen sanatta başarının sanatçılara sunulan konforla güvence altına alınamayacağını vurgular. Ona göre sanatçıdan, aynı zamanda amaçları doğrultusunda direnen tutarlı bir aydın olması beklenir. “Yoksa sanatçıya öylesine uygun ortamlar sağlayalım ki bir eli yağda bir eli balda olsun ve yaratmaktan başka bir şey düşünmesin gibilerden görüşlerin hiç bir anlamı yoktur, olmadığı çeşitli deneylerle iyice anlaşılmıştır.” Bu tespitinin en güzel örneğine Romanya’da tanık oldum. Tüm sorunlu yanlarına karşın sosyalist rejimin, Yazarlar Birliği adına sunduğu konforlu yaşam alanları, toplantı salonları ve herhangi bir işten emekli olan yazarlara yüzde elli fazla ücret verildiğini öğrendiğimde şaşırdım. Yeni rejim tümüne el koymuş, yüzde elli ek ücret fazlasına son vermişti. Hiçbir şeye direnmeyen, yeni rejime çok kolay ve iyi uyum gösteren çoğunluk yazarlarımız yüzde elli için direnmiş ve bunu yeniden elde etmişti.
Düşüncenin bilinmeyenden bilinene başka bir değişle boş inançtan gerçekçi düşünceye doğru ilerlemesi, düz bir çizgi halinde doğrusal bir gidiş değil zikzaklar çizen bir ilerleyiştir. Bu durum ekonomi ve siyaset alanıyla birlikte bilim, felsefe, eğitim, sanat-edebiyat gibi her alanda kendini gösteriyor. Bütün bu alanlarla ilgili damıtılmış bilgiler veren Afşar Timuçin, aydınlanmanın sınırlarını çizerken “Aydınlanma bireysel bilincin evrensel bilince yönelme etkinliği ölçüsünde gerçekleşir,” der. Doğal olarak evrensel bilinci görme ve algılama durumuna da açıklık kazandırır. “Evrensel bilinç uçsuz bucaksızdır ve kaygandır: Onu insan eylemlerinin bütününde, özellikle kültür ürünlerinde görür ve algılarız.”
Afşar Timuçin, “Aydınlanma Yazıları”, Deneme, Bulut Yayınları, 2018
Avşar Timuçin'in "Aydınlanma Yazıları" adlı kitabının kapak görseli
Evrensel'i Takip Et